Mehtap, Öğretmen ve Yasemin #3

Birsen Hocası’nın kıpkıvırcık saçları, ince uzun elleri ve kahverengi gözleri; parlak bir neşesi ve pembe dudakları ve çiçek kokusu vardı.

Mehtap’ın okulu yürüyerek yarım saatlik mesafedeydi. Sabah erken kalkıp önlüğünü hevesle giyiyor, saçlarını tarıyor, okula giderken annesinin elinden tutuyordu.

Bir görevi olduğunu hissetmekten memnundu. Etrafta koşuşturan sınıf arkadaşlarını izlemeyi ve sınıfta kalıp resim çizmeyi seviyordu.

Ama sorulara cevap vermekte zorluk çekiyordu. Biri onunla konuşmaya çalıştığında fısıldayarak cevap verdiği ya da sessiz kaldığı için pek arkadaşı yoktu. Zekiydi ve ödevlerini yapıyordu ama sözlülerde başarısız oluyordu çünkü herkes ona bakarken sayılar ve rakamlar sarmaşıklanıyor, gözleri kararıyordu.

Ama bu karanlıklar okulu soğutmuyordu. Mehtap sırasında oturup ayaklarını sallamayı ve resim derslerini çok seviyordu.

Ama en çok Birsen Hocasını seviyordu.

Birsen Hocası’nın kıpkıvırcık saçları, ince uzun elleri ve kahverengi gözleri; parlak bir neşesi ve sınıfa girdiğinde omuzlarından attığı lacivert bir paltosu vardı. Dişleri biraz çarpıktı, dudakları pembeydi ve çiçek kokardı. Okula yeni tayin olmuştu, öğretmenler odasından koridora çınlayan sesi berraktı, sınıfa girdiğinde tüm öğrenciler ayağa fırlardı. Ne zaman elini Mehtap’ın omzuna koysa, Mehtap sıcacık olur, nefesini tutar ve saniyeleri sayardı. Kadın elini çektiğinde, küçük kızın içini bir burukluk kaplardı.

Bir sabah annesiyle okula giderlerken yolda Birsen Hocayla karşılaştılar. Onlar havadan sudan konuşurlarken Mehtap annesinin arkasına saklandı. Tam ayrılacaklarken Birsen Hoca Mehtap’a bakıp gülümsedi. Mehtap, kadının gülümsemesinin solmasını ve yerini düşünceli bir ifadeye bırakmasını izledi. Birsen Hoca annesine döndü.   “Bakın ne diyeceğim, sabahları okula Mehtap’la birlikte yürüsek ya? Yolumun üstünde oturuyorsunuz, hem bana da arkadaş olur.” 

Böylece sabahlarını birlikte geçirmeye başladılar. Birsen Hoca, kısa yolculuklarında durmadan konuşuyor,  Mehtap’a dün gece bitirdiği kitabı, üniversite hayatını ve kocasını gülerek anlatıyor, onun en sevdiği ağaçları ve hikayeleri soruyordu.  Ama Mehtap Birsen Hoca'nın sorduğu herhangi bir şeyi, en sevdiği rengin ne olduğunu veya derslerle ilgili ne düşündüğünü bilmiyordu. Panik oluyor ve sarmaşıklanıyor, bakışlarını adımlarına kilitleyip Birsen Hoca’nın gülümseyip başka bir şey anlatmaya başlamasını bekliyordu.

Birsen Hoca onu konuşmadığı için hiç azarlamadı, Mehtap’ın ne kadar iyi bir dinleyici olduğuyla ilgili bir şeyler söyler, konuyu değiştirirdi. Okula geldiklerinde paltosunu Mehtap’a verir, sobayı yakar, masaya oturup defteri doldurur veya kitap okurdu.  

Mehtap, omzunun arada Birsen Hocanın koluna sürtmesine, kadının sesinin iniş çıkışlarına ve aniden gelen “Hava ne kadar güzel di mi?”, “Akşam yemeğinde ne var?” “Şu bulutu gördün mü? Sence neye benziyordu?” sorularına alışmıştı.  Sabahları Birsen Hoca’nın pencerelerinden gözüktüğü zamanları iple çekiyordu.

Ama bazı günlerde Birsen Hoca sessiz olurdu. Gözlerinin pırıltısı loşlaşır, gülümsemeleri silikleşirdi. Mehtap bu dalgınlıklarda endişelenir, dikkatini adımlarına vererek bir ritim yaratmaya, alışık olmadığı bu sessizliği gidermeye çalışırdı. Okula geldiklerinde Birsen Hoca dışarıda dururdu. Sınıfa girdiğinde gülümsemesi geri gelmiş, soğuk ve sigara kokuyor olurdu.

Bir gün, Birsen Hoca yine sessizdi. Yolun yarısına geldiklerinde kadın gidip bir banka oturdu. Mehtap ne yapacağını bilemeden dururken kadın dirseklerini dizlerine yasladı ve ayaklarına baktı. “Yanıma gelebilirsin istersen. Biraz oturmam gerek sadece, beni böyle görmeni istemezdim ama çok yorgunum.” Başını kaldırıp arkasına yaslandı.  Mehtap kadının yanına yaklaştı ve çömeldi. Bankın yanındaki çalıda daha önce hiç görmediği bir çiçek vardı. Sade, duru bir çiçekti bu. Mehtap gözlerini kapatıp çiçeği kokladı. Yoğun bir kokusu vardı, rengi kırık bir maviydi. Çiçeğin yaprakları bir rüzgar gülü misali dönerek dipte birleşiyordu.

“Yasemin. En sevdiğim çiçektir.” Dedi Birsen Hoca, yana eğilip derin bir nefes çekerken,  “Senin en sevdiğin çiçek hangisi?”

Mehtap başını yana eğdi, parmaklarıyla çiçeği nazikçe tuttu, iyice inceledi. Sonra Birsen Hoca’nın yanına oturdu. Ayaklarına bakmaya başladı. Birsen Hoca’nın derin bir nefes verdiğini duydu.

“Arkadaşın olmayı çok isterim, Mehtap. Bir arkadaşa çok ihtiyacım var.”

Bir süre sessiz kaldılar. Mehtap tırnaklarını avuçlarına bastırdı.

Sonra Birsen Hoca kızın omzuna dokundu ve ayağa kalktı. Mehtap ayaklarının üstüne zıpladı ve yollarına sessizce devam ettiler. Mehtap başını kaldırıp Birsen Hoca’ya baktı. Kadın yere bakarak yürüyordu.  Geçen bulutu, şu ağacı ya da yanlarından geçen kadının atkısının rengini görmüyordu. Derin bir nefes aldı ve yumruklarını açmaya çalıştı.

“Ben menekşeyi çok seviyorum.”

“Efendim?”

“Menekşe. Yaprakları kalp gibi ya. Çok hoşuma gidiyor.”

“Öyle mi?”

Mehtap başını salladı. Yürümeye devam ettiler.

“Birsen Öğretmenim?” dedi Mehtap, biraz sonra, “Siz neden yasemini seviyorsunuz?”

Birsen hoca ellerini yanaklarına sürüp burnunu çekti. Bir an Mehtap’a bakıp gülümsedi, sonra da önüne döndü ve düşündü. “Benim büyüdüğüm yerde çok yetişirdi. Çocukluğumu hatırlatıyor bana. Mutlu oluyorum. ”

Mehtap, uzanıp Birsen Hoca’nın elini tuttu. O gün başka bir şey konuşmadılar.