Yardımcı Kadın Karakterin Vasiyeti
Bugün, ellerimi yıkıyordum ki erken bir yaşta öleceğimi fark ettim.
Bugün, erken bir yaşta öleceğimi fark ettim.
Hepsi bundan bir gece önce, konuşmayı kesmemizin üçüncü ayında, küçük bir panik atak geçirmemle başladı. Sonra bu sabah, sanki birisi buralarda bir yerlerde bir yapboz bırakmış gibi, gözümün hemen önünde çözmem gereken bir şey varmış gibi uyandım. Sanki birisi beynimin ağzındaki saç telini çekti ve netliğe kavuştu her şey. Ben erken bir yaşta öleceğim.
İlk başta sadece senin tepkini merak ettiğim için böyle bir şeyi düşündüğümü düşündüm. Haberi aldığındaki suratını düşündüm. Yanında o kadın “O kimdi?” diye soruyor sana, sen donakalmışsın, sana öldüğümü söyleyen kişiye bakıyorsun dik dik, tekrar tekrar ismimi söylüyorsun, evet diyor, dün gece ölmüş diyor.
Gözlerini kırpıştırıyorsun.
Tabii, bundan sonsuz bir keyif aldım. Ama erken yaşta öleceğimi düşünmemin tek sebebi bu değildi.
Ben ilk bakışta âşık olunabilecek bir kadın değilim. İnsanlarla uzun süreli göz teması kurduğumda stresten ishal olurum. Anda kalamam bir türlü. Kendime sürekli bir hikâye anlatırım. Mutfak toplarken kendi beynimin içinde en iyi arkadaşımla kavga ederim, aldatılırım, favori ünlü insanımı kendime âşık ederim, kanser olurum, kurtulurum, yaralı bir kirpiyi veterinere götürürken hayatımın aşkıyla tanışırım, sokakta yürürken Jimmy Fallon’a çıkarım.
Alınganım, kırılganım, özgüvenimle ilgili ciddi eksikliklerim var, size en az altmış kere bana sinirli olup olmadığınızı sorarım, kötü biri olduğumu ve her şeyin en dürüst şeklini anlatmazsam dünyanın biteceğine inanırım ve banka ve sigorta reklamlarında ağlarım.
Kitaplar, duygular ve dünya üzerinde gereksiz duygusal analizler yaparım. Kendimi gerçekleştirmek, herkesi memnun etmek ve insanların yaydığı enerjileri okumakla ilgili başınızın etini yerim. Boş yaparken bir anda derin muhabbet açarım. Birlikte yürümeyi ve her akşamüstü gökyüzüne bakıp ne kadar güzel olduğunu benimle takdir etmenizi isterim. En sevdiğiniz çocukluk anılarınızı ve hayatınızdaki favori tesadüfünüzü sorarım.
Biliyorsunuz, tanıyorsunuz beni, o yüksek enerjili yan karakterim. Senin bana yaptıklarından sonra düzelmeye başladığım an, öleceğim.
Sen, adımlarını içe atan, kalbi kırık, umutsuz, kadınlardan korkan uzun ince bir çocuktun. Utangaç ve sessizdin. Ellerin bir türlü sabit durmazdı, kimsenin gözlerine bakmazdın. Üniversitede arkadaş edinemeyen yüzlerce kişiden biriydin, ama bir tek sen varsın sanırdın.
Sen derinlemesine mutsuz biriydin. Kendi hayatının figüranıydın, amaçsızdın, varlığına düşmandın. Dalgın ve yalnızdın. Ümitlerinin hepsi bulanık, geçmişin karanlıktı. Kaybolmuştun, kendi sessizliğinden çıkamıyordun. Yirmi beşinde vazgeçmiş, bırakmıştın.
Ama işte bazen, konuştukça açılırdın, yüzün gülmeye başlardı. Çocukça bir masumiyetle bir kahkaha atardın, sanki tüm dünya şekere boyanırdı. Bir şeyleri söyleme şeklin vardı senin, bastırılmış isyanların, rengârenk sohbetin, elinde oynadığın bira kağıtların, teşekkür edişlerin, beni gördüğünde gülümseyişlerin, ellerin, gözlerin, beynin, günbatımını kocaman gözlerle izleyişlerin. Bazen aklına komik bir şey geldiğinde bir fragman misali kıkırdar, heyecanla bir şey anlatır, başını yana eğerek bir şey hatırlamaya çalışırdın. Bayılırdım sana o anda, tepe taklak düşmek isterdim. Seni hep böyle tutabilmek isterdim.
Tabii, sen beni hiç öyle istemedin. Baktığın zaman, aslında ne kadar basit, değil mi? Sen beni istemediğini söylerdin ve ben kendine iyi bakmanı dilerdim. Ama öyle olmadı. Sen beni istemediğini hiç söylemedin, ben de seni bırakmayı bir ihtimal olarak bile görmedim. Kaçırılmayacak bir fırsat olduğum için değil, beni istemeni gerek bile görmediğim, seni sevmem, sana iyi gelmem için, senin beni sevmene ihtiyaç duymadığım için.
O yüzden, anca yalnız ya da sarhoş olduğunda beni istemene aldırmadım. Umrumda değildi. Belki bir gün severdin beni, önemli değildi. O ateş böceği misali ümidi, sadece kendime saklamakla mutluydum ben.
Ben, saatlerce konuştuğumuz, neredeyse her gün buluştuğumuz onlarca hafta, benim seni hep ellerim çenemde, koskocaman gözlerle dinlediğim yüzlerce gün, midemde binlerce hayvanın halay çektiği ve benim hiç ses etmediğim milyon dakika. Yalnızdım burada, beni arkamda bırakmıştım. Derdim bizdik, bizim ihtimallerimiz, yeşilimizdi. Bana dair en güzel şeylerimi önüne serdim. Rüzgâr bile sana değmeden bana değmesin istedim.
Görmediğini, merak etmediğini, beni hiç benim gibi umursamadığını görüyordum. Ama işte, seninle birlikte gelen o siktiğim sevgiyi, sana dair her şeyle ilgili bunca düşünceyi bırakmak istemiyordum. Emekti bunlar, zamandı. Kalmaya değer bir şeydi.
Ve biliyorum, elimi sallasam ellisi ve sen sadece bir erkeksin ve bir erkek için kendimi böyle hırpalamaya değer mi, ben geri zekâlı mıyım, ben aptal mıyım, kendimi sokakta mı buldum, beynimi unutmuş muyum, gurur diye bir şeyi hiç duymuş muyum. Biliyorum, hepsini biliyorum. Sadece ilk defa âşık oldum.
Bir gece, grupça çok sarhoş olmuştuk ve herkes uyuyakalmıştı ama biz seninle uyanıktık. Muhabbet ediyorduk, nasıl mutluydum. Kimse aramızdakileri bilmiyordu. Sana yine bir şeyler anlatıyordum. Ama bir yandan bana nasıl baktığını fark ediyordum. Bir güzel bakıyordun bana, sanki seyrediyordun, için gidiyordu. Sonra gülümsedin, elimi tuttun. Bana ilk defa, neden ve nasıl yazdığımı sordun. Ne yapacağımı bilemedim. Bir panik yükseldi içimde. Çünkü gerçek oluyordu. Sen de beni seviyordun.
Oysa, bu geceden birkaç gün önce, onunla tanışmışsın. Çok sonradan öğrendim.
Böyle basit değilmiş tabii, sonra anlattın bana o günü, bizim kafede kitap okuyormuş, ne okuduğunu sormuşsun, tabii ki sormuşsun, ama utanmış kızcağız, tebessüm etmiş, ne güzelmiş gözleri, teni, gülüşü, sen de okumuşsun o yazarı daha önce, hatta ben önermişim sana o kitabı. Ve nasıl olduysa yanına otururken, sohbet ederken bulmuşsun kendini. Ah nasıl da rahatmış muhabbet, zamanın nasıl aktığını anlayamamışsın, bir kahve, bir sigara daha ve akşam olmuş bile, karnınız acıkmış, e o zaman hemen karşıdan bir tavuk pilav yiyelim mi demiş kız sana ve o anda tutulmuşsun ona.
Yemektir çaydır, bari bira da içelim, tabii içelim, ben öykü yazıyorum demiş kız sana, mis gibi kokan saçlarını yana atar, incecik sigarasını yakarken, kulaklarına inanamamışsın, sorular sormuş sana, ne güzel dinlemiş seni, en sevdiklerini, arkadaşlarını, okulunu, düşüncelerini, gözleri hep gözlerindeymiş. Ve tabii ki centilmenlik öldü mü? Hiç ölür mü, ölmemiş, eve bırakmışsın kızı. Evine giden sokakta, gecenin bir vaktinde kahkahalar atmışsınız. Ne güzelmiş kahkahası, hep sen güldürmek istemişsin onu. Kapının önüne gelince kız sana bakmış, kollarını boynuna dolamış, öpmüş seni. Sen âşık olmuşsun. Oracıkta, o gün, âşık olmuşsun.
Başka birini nasıl sevdiğini bana en nihayetinde anlattığında, on dakikalık sessizlikten ve senin arada sırada mırıldandığın özürlerden sonra sana diyebildiğim ilk şeyin “Ben tavuk pilav yemiyor muyum?” olmasından dolayı utanamıyorum bile. Sana o yazarı önerdiğim için kafamı duvarlara vurmak istediğim için de, o kıza öfke duymamak için bu kadar uğraşmamdan da utanamıyorum. Sinirim ona değil, bunu bilmeni istiyorum. Bundan sonraki yazacağım şeyleri, o kadına karşı hiçbir kötü hissim olmadığını bilerek okumanı istiyorum.
Sana o anda, “O zaman neden bana balkonda öyle baktın?” diye soramadım. Soramadım çünkü ilk olarak deli olduğumu düşünürdün. Ama aynı zamanda o gün bakarken aslında onu düşündüğünü, neden yazdığımı sorduğunda onu merak ettiğini bildiğimi sana nasıl ifade edebileceğimi bilemedim. Bunun, bir insana nasıl hissettirdiğini anlatamam sana. Kullanıldığını fark ettiğinde içinde bir anda kopan o öfkeyi, nasıl, nasıl yıkılmak istiyor insan, nasıl utanıyor bir anda, ben anlatamam sana bunu. Anlatabileceğimi sanmıyorum.
Seni nasıl kabul ettiğimi, seni her şeyinle, her dakikanla sevebilmenin ne anlama geldiğini anlayabileceğini sanmıyorum. Sen koltuğunda yayılmış, gözlerin odanın bir köşesine takılmış çürürken, ben senin ormanlarını budadım. Şimdi burada durup ben senden bunu hiç istemedim diyebilirsin ama her gün duman kokusuyla geldin bana ve nasıl mahvolduğunu anlattın. Her gün ciğerlerindeki pamukları teker teker kusup bana yutturdun ve ben seni durdurmadım.
Allah aşkına kimdim ben senin için? Nasıl anlattın beni kendine? Nasıl böyle bencil olabildin? Nasıl üzüleceğimi hiç düşünmedin mi, seni nasıl sevdiğimi hiç görmedin mi? Nasıl bir anda böyle bırakabildin beni?
Retorik sorular bunlar, sakin ol. Cevaplamanı beklemiyorum.
Merak ediyorum, sen kendi dalgınlığına yittiğinde ben hüzünlerini kurutmak için deliler gibi parladığım için mi ona ne okuduğunu sorabilecek kadar cesurdun? Ben seni bir fermuarla açıp neresi acıtıyor diye bakacak kadar umursayabildiğim, ben gülümsediğin her anında yanında olmak istediğim için mi âşık olabildin ona? Ben nerede başlayıp bittiğimi unuttuğum için mi şimdi sen iyileştin ve onu çok güzel seveceksin?
Beni seçmedin. Bunun sebebi, kaçan kovalanır ya da yanlış zaman gibi şeyler değil. Beni seçmedin, seçmedin çünkü ben o değilim. Ben o kadın değilim. Ben seni gerçek kadınlara hazırlamak için kullanacağın bir araçtım.
Haksızlık ettiğimi söyleme. Seni sevdiğimi biliyordun.
Sen kaybolmuş asıl erkektin ve bulunmak istiyordun. Sen tamamlanmak, kendi sınırlarından taşmak, bir başkasını kaplamak, sen o yegâne şey olmak istiyordun. Senin kendini o kadın için inşa etmen gerekiyordu ve birinin sana inanmasına ihtiyacın vardı. Sen beni hiçbir hikâyede, hiçbir zaman seçmeyeceksin. Benim için yağmurun altında asla koşmayacaksın, kamera etrafımızda dönerken beni öpmeyeceksin, birlikte yaşlanırken ya da kolileri evimize taşırken ya da mutfakta dans ederken bir montajımız olmayacak.
Balkonumda oturmayacağız asla. Kitap okurken el ele tutuşmayacağız.
Senin hayatından çıktıkça hikâyeden silineceğim. Belki bir arkadaşın flört edecek benimle ve ben ona gözlerim parlayarak bakacağım. Belki senden vazgeçeceğim ve şehirden taşınacağım. Ya da erken bir yaşta öleceğim, çünkü amacımı yerine getirdim. Kendimden başka herkesi iyileştirdim. Fedakârlığım anılacak, belki yazdığım bir şeyler ölümümden sonra basılacak.
Eğer haklıysam diye, bu dosyayı bırakıyorum bilgisayarıma.
Sana yazıyorum.
Cenazemde ağlayıp asıl kadına nasıl da duygusal olabildiğini göstermeyi unutma.