Mine Söğüt'ün Gergedan'ı Aslında Çoktandır Aramızdaymış
''Bu kitabın yazarı, gelmiş geçmiş tüm faşist iktidarlara ve o iktidarların peşine canıgönülden takılıp duran şu insanoğluna da öfkelidir.''
Aile kavramından başlayarak iktidar olgusuna kadar aşama aşama giden oldukça sarsıcı ve sistemin alaşağı etmeye çalıştığı düşünce yapısına karşı büyük bir sorgulama ile karşı karşıyayız. Hepimiz aile kavramını çok kutsal veya mucizevi kabul eden şartlar altında büyütüldük. Mine Söğüt, birtakım rahatsız edici gibi görünen fakat kendi yaşantılarımızı dile getiren metaforlar eşliğinde ortak bir kültürden doğan bu problemin nasıl küreselleşmiş olduğuna değiniyor. Örneğin; aile yapısı üzerine Uzak Doğu'da veya farklı bir coğrafyada çekilmiş olan bir filmi izlediğimizde ya da konuya ilişkin bir metinle karşılaştığımızda üzerimizde bıraktığı herhangi bir tanıdıklık hissi varsa ya da duyumsadıklarımız bizde bir şeyler uyandırarak bir tür reaksiyon göstermemize neden oluyorsa eğer, bu hepimizin problemi demektir.
''Benden kaçarken varlığın her yerde.
Hayatının tam orta yerinde dev bir kafeste.''
Kendi toplumumuz başta olmak üzere konudan hareketle bir çıkarım yapmak gerekirse, hiç düşünmeden ve onları nelerin beklediğine kendilerini hazırlamadan bilinçsizce anne-baba olmaya karar vermiş ebeveynler demek, eksik veya kusurlu bir hayata doğmuş çocuk demekten çok da uzak bir konumda değildir. Mine Söğüt'ün bakışına göre aile, politik bir yapıdır. Aslında anne ve babaya yüklenen toplumsal roller de oldukça ağırdır. Kadın ve erkek olarak yapılan ayrım sadece biyoloji bir farkı oluştururken aile söz konusu olduğunda zihinsel olarak ortak bir bütünlük kurması gereken de kadın ve erkekten başkası değil. Demek ki kadın ve erkekten bahsederken tamamen birbirine zıt iki kutupmuş gibi söz ederek bir yanılsamaya düşmemizin temeli toplumsal tabulara dayanmakta. Buradan hareketle bakılması gereken yer, aile içindeki iktidardan devletteki iktidara kadar uzanan bir hattır. Çünkü bugün içinde yaşamış olduğumuz hayatı değiştirmek ya da anlamaya yönelik bir tür açıklamalarla işin özünü ortaya koymak istiyorsak eğer, önce kendimizden yani bireyden başlamamız gerekir ve sonrası çorap söküğü gibi ardı arkası kesilmeden birbirini takip edecek bir şekilde topluma hatta devlete kadar uzanır. İnsanoğlu ya bu hattı havada kalan bir mesele olarak görerek en başından girmeye yeltenmez ya da bir yere kadar yol kateder fakat işin içinden hiçbir zaman çıkamaz. Öte yandan insanoğlu her geçen gün evrimleşen bir bilince sahipken buna ters orantılı olarak yerinde saymaya hatta olduğu yerden daha da gerilere gitmeye başlıyor. Asıl ironik olan şey de bu değil mi zaten? Bilgiyi kullanabileceğimiz inanılmaz bir işlemciye sahipken ortada işlenebilecek bir bilginin olmaması aynı zamanda rasyonalizmin de rafa kaldırılması hatta yakılıp yıkılmasına neden olmakta.
''Kendi aklından yaptığın yıkılmaz demir bir kafesin içindesin.
Ne küfrün küfür, ne isyanın isyan.
Kaderin senin o gergedan.''
İşin özünde iktidarın yapmış olduğu şey, üstümüze salmış olduğu o görünmez olan korku haliyle birlikte halkı bir arada tutarak kurmuş olduğu sistemi bozmamak ve düzeni korumak. Din de buna benzer bir şey yaptığından iktidarla oldukça bağlantılı tutulur. Mine Söğüt'ün kaleminden ele aldığımızda ise inançlı olmak veya olmamak insanın problemidir ve aynı zamanda dönemsel bir problemdir. Benimsediğimiz dini ideolojiler hayatımızı şekillendirir ve bize bir tür yol çizer fakat insanlık tarihinde inancın olmadığı dönemler de var. Din, aslında temel problem değil, bugün içinde ikamet etmiş olduğumuz topluma baktığımızda problem. Dönemsel olarak nitelendirildiği için de tarihsel bir çerçevede ve geçmiştekini bugüne indirgemeden ele alınması gerek. Ayrıca inanç şekillenerek değişebilen de bir olgu. Özellikle bizim coğrafyamız özelinden bakacak olursak, eğitim sistemini büyük oranda inanç temelinde kurmak bu açıdan çok da uygun değil gibi. Çünkü değişen veya dönüşen şeyler bize yeteri kadar sağlam temeller sunmayacaktır. İnancın getirmiş olduğu birtakım dayatmalar da zamanla insanoğlunu sorgulamaya doğru iter. Mine Söğüt'ün vurgulamak istediği nokta ise insanın inanç ile temellendirilemeyeceği yönündedir. En nihayetinde koca bir dogmatizm karşısında topluma ayak uydurmaya çalıştıkça sıkışıp kalarak soluğu ya Mine Söğüt'ün ya da Ionesco'nun yanında alırız.