Monster: İdeolojik Çatışmalar ve İnsan Ruhunun Derinlikleri
Bu anime sizi insan ruhunun derinliklerine inmeye davet ediyor. Gelin birlikte Monster'ın sunduğu aydınlık ve karanlık yönleri keşfedelim.
Naoki Urasawa'nın "Monster" adlı anime dizisi, insanların karşı karşıya kaldığı ideolojik çatışmaların ve savaşların, insan ruhunu nasıl kirlettiğini gözler önüne seriyor. Her bölümde, geçmişte yaşanmış ve hala yaşanmaya devam eden savaşların ve zulümlerin bireyler üzerindeki yıkıcı etkilerini hissettim. Kendi hayatımda, belki de ilk kez, insanların bu tür travmatik deneyimlerle nasıl başa çıktıklarını derinlemesine düşündüm.
Psikolojik İnceleme
1. İyilik ve Kötülüğün Mücadelesi: Monster, Kenzo Tenma ve Johan Liebert'in karakterleri üzerinden iyilik ve kötülüğün insan ruhundaki mücadeleyi anlatıyor. Tenma, masum bir insanın hayatını kurtararak doğru olanı yapmaya çalışırken, Johan insanları manipüle ediyor ve kaos yaratıyor. Bu karşıtlık, izleyicilere, bireylerin kendi içlerinde nasıl ideolojik çatışmalar yaşayabileceğini ve bu çatışmaların ruhsal dengeyi nasıl bozabileceğini gösteriyor. "Kimin iyi kimin kötü olduğunu kimse anlamaz, birini savunurken yapmamız gereken bir şey var o da ona inanmak." dizide Tenma'nın avukatının ona söylediği bu söz, iyi ve kötü arasındaki çizgilerin ne kadar belirsiz olabileceğini ve güvenin insan ilişkilerinde ne kadar kritik olduğunu hatırlatıyor.
2. Travma ve Psikolojik Bozulma: Dizide, Johan'ın çocukken yaşadığı travmaların, onun psikopatolojik gelişimine nasıl katkıda bulunduğu işleniyor. Bu, ideolojik çatışmaların ve savaşların bireyler üzerinde nasıl derin psikolojik yaralar bırakabileceğini gösteriyor. Johan'ın eylemleri, onun travmatik geçmişinin bir yansımasıdır ve bu da izleyiciye, insan zihninin karanlık taraflarını ve bu karanlıkların nasıl ortaya çıkabileceğini anlamada yardımcı oluyor. Bizler dünyayı inandığımız şekillerde görürüz. 0/7 yaş dönemi bakıma en ihtiyaç duyduğumuz dönemdir. Bu dönemde ebeveynlerden öğrendiklerimiz aslında onların dünyayı kendilerine has inançları ile tasvir edişleridir. Yalnız ilk 7 yılda çocuğun beyni bunu ayırt edebilecek olgunlukta değildir. O dönemde dünyaya bir an önce adapte olup büyümekle öğrenmekle meşguldür beyin. Yaşadığı inançlarla bezeli dünyayı gerçeklik sanır onları aynen kopyalar. Bu nedenle beyin yıkamaya da açıktır. Dizide de bunun bir örneği işlenmiştir. Kötü karakter Johan, hayatının ilk yıllarında üstün çocuklar yetiştirmeyi amaçlayan devlet büyükleri tarafından yapılan deneylere maruz kalmış ve travmatik deneyimler yaşamıştır. Bir çocuğa dünyanın kötü bir yer olduğuna, dışarıda insan yiyen canavarlar olduğuna, görünmeyen düşmanlar, kötü adamlar, periler cinler olduğuna inandırabilirsiniz. Onu asıl güzel olanın kötülük olduğuna ve şiddetin en büyük erdem olduğuna inandırabilirsiniz. Ona ten rengi senden farklı olanı öldür diyebilirsiniz. Verdiği her nezaket, sevgi, ilgi, şefkat tepkisinde ona ceza verebilir ve onu iyiliği, yardımseverliği, dayanışma ve desteği unutmuş biri haline dönüştürebilirsiniz. Ona ne söylerseniz o ona dönüşür. Bir canavar da bir melek de yaratabilirsiniz. Dizide de bu bağlamda çocukluk döneminin insan kişiliği üzerindeki derin etkisini ve bu dönemin travmatik deneyimlerle nasıl şekillenebileceğini vurguluyor.
"Monster" animesi, sadece bir gerilim dizisi olmanın ötesine geçerek insan doğasının karanlık ve aydınlık yönlerini, iyilik ve kötülüğün ince çizgisini ve ideolojik çatışmaların bireyler üzerindeki derin etkilerini ustaca işliyor. Bu animeyi izlerken, kendime şu soruları sordum: Eğer ben de savaşta ebeveynlerimi kaybeden bir çocuk olsaydım ve siyasi-ideolojik hedefler uğruna çocuklar üzerinde deneyler yapan bir yetimhaneye düşseydim, nasıl birine dönüşürdüm? Doğduğumdan itibaren sadece kötülük gören bir çocuk iyiliği bilebilir miydi? Gülmek, eğlenmek gibi insana iyi gelen şeyleri spontane olarak yapabilir miydi, yoksa onları öğrenmek zorunda mı kalırdı? Öğrenerek iyi hissetmek ile deneyimleyerek iyi hissetmek arasında nasıl bir fark var?
Bu anime, bizlere çocukluk döneminin ne kadar kırılgan ve şekillendirici olduğunu hatırlatıyor. Hayatımızın ilk yıllarında aldığımız yaraların, ileriki yaşlarımızda nasıl derin izler bırakabileceğini ve insan ruhunun ne kadar güçlü ve bir o kadar da savunmasız olduğunu anlamamızı sağlıyor. Urasawa'nın bu eseri, izleyicilere sadece bir hikaye anlatmakla kalmayıp, insan olmanın karmaşıklığını ve derinliğini de keşfetme fırsatı sunuyor.