Mukkaderat:Sıcak Bir Karadeniz Hikayesi

Klişeler İçinde Gerçek Bir Hikaye!

Uzun zamandır Türk sinemasında görmediğimiz sıcaklığı ve kendine özgü hiciv diliyle "Mukadderat", toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan etkileyici bir komedi-dram olarak karşımıza çıkıyor. Başrollerinde Nur Sürer, Aslıhan Gürbüz ve Osman Sonant gibi güçlü isimlerin yer aldığı film, Kastamonu'nun Cide ilçesinde geçen sıcacık bir hikâyeyi konu alıyor.

Film, Sultan’ın kocasının ani ölümü sonrasında oldukça klişe bir cenaze merasimi ile başlıyor. Ertesi sabah Sultan, çocukları ve torunlarıyla kahvaltıdayken yas tutmayı bırakıp ilgiyi üzerine çekiyor: Evlenmek istediğini açıklıyor ve bu konuda son derece kararlı. Ancak bu isteğin ardında yalnızca kişisel bir arzu değil, toplumsal ve ekonomik açıdan var olma mücadelesi yatıyor. Bu noktadan itibaren, film Sultan’ın oğlu Nevzat üzerinden sembolik bir çatışma yaratıyor. Nevzat, ataerkil düzenin tipik bir temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı bir karakter olan Nevzat, annesinin evlenme isteğini bir tehdit olarak algılıyor. Ona göre bu durum hem aile itibarını zedeliyor hem de kasaba halkının gözünde ailesinin prestijini sarsıyor. “El âlem ne der?” anlayışı Nevzat’ın karakterinde vücut bulurken, ataerkil yapının erkekleri de toplumsal beklentilerle nasıl şekillendirdiği ve baskıladığı açıkça ortaya konuyor.

Anadolu’nun küçük kasabalarında toplumun kadınlar üzerindeki en büyük kontrol mekanizmalarından biri olan dedikodunun gücü filmde sıkça vurgulanıyor. Sultan’ın yeniden evlenmek istemesi hızla kulaktan kulağa yayılırken, o ve ailesi kasabanın tutucu halkı tarafından sürekli eleştirilip dedikodu malzemesi hâline geliyor. Bu durum, geleneksel yapıların kadınları nasıl pasifleştirdiğini ve toplum baskısının bireyler üzerindeki etkilerini gözler önüne seriyor.

Nevzat’tan bahsetmişken, Reyhan karakterine de ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Reyhan, İstanbul’da eğitim almış ve orada kendine bir düzen kurmuş, tipik bir “aydın” figürü olarak karşımıza çıkıyor. Onun Nevzat’la yaşadığı anlaşmazlıklar sadece aile dinamiklerinden değil, taşralı-aydın çatışmasından da besleniyor. Reyhan’ın mirastan pay istemesi yalnızca ekonomik bir talep değil; aynı zamanda kadınların aile içinde eşit söz hakkına sahip olması gerektiğine dair güçlü bir duruşun göstergesi. Geleneksel düzene karşı koyan bir karakter olarak Reyhan, eşitlik talebiyle öne çıkıyor. Korkusuz ve kararlı tavrıyla mevcut düzenin konfor alanlarını sarsmaktan çekinmiyor. Bu noktada Aslıhan Gürbüz’ün performansı da takdire şayan.

Sultan, evlenmek istediği kişiyi ararken Refik adında bir adamla tanışıyor. Refik’in varlığı, Sultan’ın hayata ve kendine dair bakış açısını değiştirmeye başlıyor. Refik’in bahsettiği "ikinci bahar" aslında Sultan’ın yeni bir başlangıç yapma ve kendi ayakları üzerinde durma çabasını simgeliyor. Evlenmekten öte, bireysel bir uyanış ve özgürlük arayışı ön plana çıkıyor. Sultan, bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri pazarda satmaya başlayarak ekonomik bağımsızlığını kazanmanın ilk somut adımını atıyor. Yıllarca eşinin banka hesabında biriken paraya dokunmayan Sultan’ın bu değişimi, ekonomik özgürlüğün kadınlar için ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyor.

Sonuç olarak, "Mukadderat" mizah ve dramı ustalıkla harmanlayarak seyirciyi Anadolu’nun toprak kokan sabahına uyandırıyor. Feminist bir manifesto olma iddiası taşımıyor belki, ancak ilham verici anlatımıyla izleyiciyi kendi hayatlarındaki toplumsal kalıpları sorgulamaya davet ediyor. Filmin tüm emekçi kadınlara armağan edilmesi ise son derece anlamlı ve alkışlanmayı hak eden bir jest olarak öne çıkıyor.