My Fair Lady

George Bernard Shaw'ın eserinden uyarlanan My Fair Lady, Audrey Hepburn asaleti ve Rex Harrison beyefendiliğini bir araya getiriyor.

George Cukor'un yönettiği ve başrollerinde Audrey Hepburn ve Rex Harrison'ı buluşturan film My Fair Lady, fakir bir çiçekçi kızın saygın bir dilbilimci tarafından eğitilerek sosyeteye girmesini konu alıyor. Film George Bernard Shaw'ın Pygmalion isimli oyunundan esinleniliyor. Her şey profesör Henry Higgins'in arkadaşı Colonel Hugh Pickering ile çiçekçi kız Eliza Doolittle'ı sosyeteye asil bir kadın olarak sokabileceğine dair girdiği iddiayla başlıyor. Sokak ağzıyla konuşan Eliza'nın önce dilini sonra giyim kuşamını, oturuşunu kalkışını evin yardımcısının da katkısıyla düzeltiyorlar ve Eliza'yı başka bir isim altında davetlere götürmeye başlıyorlar.

Film genel olarak yavaş ilerlesede farklı kültür yapılarının incelenebildiği güzel bir seyir. Eliza'nın değişimine rağmen nereden geldiğini unutmaması ve özünde hep aynı kalması, onun sağlam yapısını güzel bir şekilde gösteriyor. Profesör Higgins'in ise baştaki kibir ve küstahlığı saygınlıkla karıştıran tavrı onu zaman zaman sinir bozucu bir karakter yapsa da zaman içinde Eliza'ya olan aşkıyla geçirdiği değişim onu da izleyiciye sevdiriyor.

Bu filmde en ilgimi çeken şey karakterlerin birbirleri üzerinde bıraktıkları etkilerdi. İkisinin de aşklarıyla büyümesi ve gelişmesi, kendilerini fark etmeden olasılıklara açmaları iki zıt kişliğin birbirine ne kadar çok şey katabileceğini gösteriyor. Böyle güzel yanları çok güzel olsa da filmde modern bir izleyici olarak gözüme batan çok fazla husus vardı, çoğunlukla kadınlara olan davranış biçimleri. Hor gören ve aşağılayan bir bakışla ikinci vatandaş muamelesi gördükleri sahneler çok göze batıyordu. Belki dönem özelliklerinden, belki de Profesör Higgins'in karakter değişimini belirginleştirmek için yapılmıştı bu ama özellikle öğretici özelliği bakımından filmlerde görmek istemeyeceğim türden bir muameleydi. Ayrıca, alt sınıfın üst sınıf tarafından gördüğü muamele de çok rahatsız ediciydi. Maalesef dönem özelliği deyip geçemem çünkü bugün de bunun değiştiğini sanmıyorum ama yine de filmlerde bu tip durumların ideal davranış biçimlerine göre ele alınması taraftarı olduğum için muhtemelen bu kadar dikkatimi çekti. Son olarak filmin konusu size biraz tanıdık gelmiş olabilir zira yıllar önce yayınlanan ve başrollerinde Tuba Büyüküstün, Cansel Elçin ve Onur Saylak'ın yer aldığı Gönülçelen dizisi de bu filmden esinlenmiştir. Oldukça kaleme ilham olan bu filmi izlemek isterseniz, tereddüt etmeyin derim. Her şey bir yana bu film için sadece iki kelimem var; Audrey Hepburn.