Nana

NANA serisine bir bakış.

Hey, Nana, ilk tanıştığımız zamanı hatırlıyor musun? Kader gibi şeylere hep inanmışımdır. Bu yüzden bence tanışmamız kaderdi.

NANA, Ai Yazawa tarafından yazılan manganın anime uyarlaması. 2000’de başlayan seri, yazarın sağlık sorunları nedeniyle 2009’da yarım kaldı. NANA isimli seriyi incelerken animeyi ve mangayı birbirinden bağımsız düşünmek imkânsız. Manganın yalnızca 47 bölümü animeleştirilmesine rağmen bugün bile etkisini ve popülerliğini koruyor. 20 yaşlarındaki iki kadının arkadaşlığını konu alan seri, romantizm/drama türünde ve kadın seyirciyi(shoujo) hedefliyor. Ancak onu diğer serilerden ayıran çok önemli özellikleri var.

Öncelikle NANA karakterlerin derinliğini çok iyi işliyor. Karakterler çoğu animedeki gibi basmakalıp değil, gerçekten üstünde çalışılmış gerçek kişiler. Hatta gerçek insanlardan daha gerçek bile denilebilir. Yan karakterlere verilen önem, serinin konusuna doğrudan etki ediyor. Karakterlerin kişiliklerinin yanı sıra psikolojilerine ve duygularına verilen önem bize bir dizi izliyormuşuz hissiyatı veriyor. Karakterlerin tavırları ve bu tavırlardaki tutarlılık da aynı şekilde çok başarılı. Karakterlerin kıyafetlerine, saçlarına ve modaya da önem vermesiyle seri, modayla ilgilenenlerin de dikkatini çekmeyi başarıyor.

Osaki Nana ve Komatsu Nana’nın aynı gün Tokyo’ya taşınmak üzere yola çıkmasıyla başlayan konu Komatsu Nana’nın Osaki Nana’nın bir kazayla yanına oturmasıyla devam ediyor. Trende tanışmalarından sonra iletişimde kalmamalarına ve Osaki Nana’nın kaçar gibi gitmesine rağmen ev ararken yine karşılaşıyorlar ve aynı isimde, aynı yaşta olan iki kadının kaderleri bağlanıyor. İkisi de aynı evde ortak kalmaya karar veriyorlar ve böylece maceraları başlıyor.

Erkekler, iş ve arkadaşlık hayatlarında bir “kötü adam” olmamasına rağmen, hayatın kendisi zaten bir “villain”a ihtiyaç duymuyor. Seriyi bu kadar gerçekçi yapan şeylerden biri de bu olsa gerek. Günlük hayatlarındaki mücadeleye konuk oluyoruz ve akşam birbirlerini beklerken, eve gelip birlikte konuşup gülüşürlerken bizde onlarla rahatlıyoruz. Karakterlerin duyguları o kadar iyi yansıtılıyor ki, seriye kendinizi kaptırmamak imkânsız.

Komatsu Nana, oldukça hercai, kararsız ve neşeli bir karakter. Duygularını açıkça belli eden biri olsa da aşk hayatında bir o kadar talihsiz. Belki kendi aldığı yanlış kararlardan belki de seçtiği kötü erkeklerden. Nedeni neyse de hayatındaki en büyük problemlere hep erkekler neden oluyor. Ancak “boy’s girl” değil kesinlikle, “girl’s girl”. Hatta arkadaşı Nana’ya o kadar düşkün ki erkek arkadaşı “Shoji” bu durumdan şikâyetçi. Oldukça soft ve feminen bir tarzı olan Hachi, modaya da ilgili olduğunu belli ediyor.

Diğer yandan Osaki Nana, daha karanlık ve gizemli bir karakter çiziyor. Geçmişinden pek bahsetmeyen bu gizemli kadın, oldukça havalı ve hayatını müzikten kazanmak istiyor. Aynı isme sahip oldukları için, nana Japonca yedi anlamına geldiğinden kelime oyunu yaparak hem sekiz anlamına gelen hem de bir köpeğin ismi olan Komatsu Nana’ya “Hachi” lakabını takıyor. Hachi’yi sadık bir köpeğe benzetiyor, bunu kötü niyetinden değil de tatlı bulduğundan yapıyor. Kendisi de bağımsız ve vahşi bir kediye benziyor, en azından yan karakterlerin hepsinden duyduğumuz bu. Nana, punk olduğu için siyahlar, asimetrik kesimler, zımbalar ve bol kıyafetler tercih ediyor. Makyajı da oldukça ağır ve sık sık siyah farlar ve kırmızı rujlar sürüyor.

İki Nana güneşle ay kadar zıt olsa da benzedikleri bir konu var; Nana pek göstermese de ikisi de oldukça duygusal. Belki de arkadaşlıklarının bazı noktalarda çıkmaza girme sebebi de bu. Bu seri, sonu yarım kalmış olsa da karakterler mutlu bir son yakalayamasa da hâlâ anime kültüründe başyapıtlardan biri olarak yerini koruyor ve koruyacak. Bir remake veya ikinci sezon gelmesi umuduyla, bu seriye bir şans vermenizi tavsiye ederiz.