Nasıl Ölünür?

Ölüm herkesin başına gelir ama her insan ölümü farklı bir şekilde yaşar, herkes kendi çevresinin içinde ölür.”

Yalnız ölünür. Ölümle alakalı tek gerçek yalnız seni bulduğudur. Hem kendi ölümünün hem de etrafındakilerin ölümünün ne anlama geldiğini uzun uzun düşünebilirsin ama ölüm iki yüzlüdür. Ne düşündüysen, ne hissetiysen bambaşka bir tabloyla karşılaşırsın. Bir insanın ruhunu ölümle tanırsın. Senin asla bilmeyeceğini anladıklarında insanlar değişir, bencilleşir.

“Nasıl Ölünür?” Emile Zola’nın ilk elinize aldığınızda içinizi büyük bir karamsarlıkla kaplayan bir eseri. Hacim olarak hafifliği kadar ruhunuza ağır geliyor. 5 farklı hikayede 5 farklı insanın hayattaki son anlarını, ölürken ve öldükten sonra çevresinde olan biteni anlatıyor. Hikayelerdeki karakterler farklı sosyal statülere sahip: Aristokrat, burjuva, esnaf, köylü ve işçi. Bambaşka hayatlar yaşayan bu karakterlerin ölümlerinde cenaze törenleri değişen tek şeydi. Etraflarındaki insanların farklı farklı düşünceleri vardı. İşin içine para girdiğinde insanlar ölüden çok parayı düşündüler. Bazısı kendi hayatını düşündü, bazısı mirası, bazısı işini... Hayatında ön planda olamamış ölü, öldüğü gün bile başrol değildi.

“Para ölümü zehirlerse, ölümden bir tek öfke çıkar. Tabutların üzerinde insanlar dövüşür.”

Zola’nın dili sade ve anlatımı akıcı. Olayların en can alıcı noktalarını o kadar filtresiz anlatıyor ki gerçekleri insanın kalbine hançer gibi saplıyor. Hıçkırıklar her zaman geri planda kalırken insanın en bencil düşünceleri ortaya çıkıyor. Eşi öldüğünde cenazesine dahi gitmeyip gelecek hayatı hakkında hayallere dalan bir kadın, annesinin mirası uğruna kavgaya tutuşan kardeşler, eşinin ardından bir nebze gözyaşı döktükten sonra cenazede düşündüğü tek şey dükkanı olan bir adam, açlıktan ve yoksulluktan ölen çocuklarının cesedinin yanında kendi karınlarını doyurduklarına memnun olan bir anne-baba ve kendi hayatını çalışmakla harcayan ve yine iş yüzünden tek başına ölen bir adam. Nasıl yaşanacağını bilmemekle birlikte nasıl ölüneceğinin de bilinmediği, kimsenin umurunda olmayan yitip giden hayatlar anlatılıyor.

Kitapta ilgi çeken diğer nokta ise bu kadar farklı hayatlar yaşamalarına rağmen karakterlerin benzer şekillerde ölmesi. Hepsinin ölümü geleceğini önceden haber veriyor. Bu karakterlerin hepsini bir hastalık hayattan koparıyor. Etrafındaki herkes son günlerinde belli bir çaba gösteriyorlar ama yetersiz kalıyor. Hastaların son anlarında yanında olmak adına kimse kendi hayatını durduramıyor. Herkesin çalışması gereken bir işi, yaşaması gereken bir hayatı var. Hastalık devam ederken başka konular konuşuluyor. Miras, iş, dedikodu bir süre sonra hastalığın önüne çıkıyor. Hastalığın şoku atlatıldıktan sonra konuşulan bu konulara hastanın ölmesiyle bir süre ara veriliyor ve ölümün şokunun da kısa sürede atlatılmasıyla devam ediliyor. Bu insana ölümün farklı türlerinin aynı sonucu doğurup doğurmayacağını düşündürüyor. Eğer bu ölümler ani olsaydı sonuç yine aynı mı olurdu? Bu karakterler kendilerini ölüme hazırladıkları için mi ölümü daha kolay atlatıyor yoksa sadece benciller mi?

Kitaptan çıkarabileceğimiz bir ana fikir de ölümün nasıl insanları eşitlediği. İstediğiniz kadar zengin ya da fakir olun ölümünüzde bunların bir önemi olmuyor. Sonuçta farklı tabutlar içinde yine aynı yere gömülüyorsunuz. Etrafınızdaki insanlar için değeriniz de parayla ölçülemiyor çünkü bir aristokratın zengin eşini de fakir bir kadının eşini de eşlerinin ölümü hayattan koparmıyor.

Kitap, hayatın gerçeklerini insanın yüzüne vursa da yine de okurken gerçekliğine inanmak istemiyorsunuz. Herkes ölümünün sevdikleri üzerinde büyük bir etki bırakmasını bekliyor. Ne kadar kimsenin üzülmesini istemesek de belki de bu bir ölünün yapabileceği son bencillik. Gözyaşları olmadan sessiz sedasız gitmek istemiyoruz. Belki aylar belki yıllar sonra eninde sonunda o gözyaşları diniyor. Sonuç olarak ölüm yalnız öleni buluyor.