Ne Yapacağız Şu Poşet İşlerini
AVM'lerdeki alışveriş poşetleri dolabınıza sığacak kadar az, ama stilinize ilham verecek kadar çok şey barındırabilir!
Minimalist kapsül dolap trendi son yıllarda büyük bir popülerlik kazandı, ama bu sade yaşam tarzı her zaman dolabında her köşede bir şeyler bulmaktan hoşlananlar için ne kadar uygulanabilir? İşte bu noktada, minimalizm ile kıyafet dolu dolap arasındaki iç savaş başlıyor!
Minimalizm mi? Kıyafet dolu dolap mı? İtiraf edeyim, bu ikisi arasındaki iç savaşı ben sürekli yaşıyorum. Minimalist kapsül dolap trendi, hayatı sadeleştirme vaadiyle kulağa hoş geliyor. "Az ve öz parçalarla daha mutlu ol!" diyorlar, ama ben her dolabımı açtığımda oradan bana göz kırpan, yıllardır bir köşede unutulmuş kıyafetlerimle karşılaşıyorum. İşte tam bu noktada, minimalist mi olmalıyım yoksa kıyafet dolu dolabımı bağrıma mı basmalıyım, işin içinden çıkamıyorum.
Minimalist kapsül dolap olayı son yıllarda inanılmaz popüler oldu. Her yerde "30 parça kıyafetle dolabınızı oluşturun!" diyen tavsiyeler var. Gerçekten de mantıklı: Daha az kıyafet, daha az kararsızlık, daha az dağınıklık. Dolapta uyumlu, zamansız parçalar, her sabah ne giyeceğim stresini ortadan kaldırıyor ve insanı sadeleştikçe hafifletiyor. Bunu ben de çok iyi biliyorum. Ama bir yandan da dolabımda yıllar içinde biriktirdiğim o rengârenk, desenli, farklı tarzlarda kıyafetler bana “Bizi unutma!” diye sesleniyor.
İtiraf ediyorum, kapsül dolap hayalime ulaşmaya çalıştım. Ciddi ciddi oturup dolabımdaki kıyafetleri inceledim. "Bunu giyiyor muyum?" diye sordum kendime. Ama mesele sadece giymekle bitmiyor, değil mi? Çünkü bazen bir elbise sana hatıralarıyla bağlıdır. Hani o yıllar önceki düğünde giydiğin, o tatilde aldığın, ya da "İndirimde buldum, asla bir daha böyle bir fırsat bulamam!" diye alıp hiç giymediğin kıyafetler... Birçoğunun anlamı var. Hadi o anlamları geçtim, bir gün bu kıyafetleri giyeceğime dair güçlü bir inancım var. Her şey moda döngüsü değil mi zaten? Şu an demode olan kıyafetim birkaç yıl sonra tekrar "cool" olabilir. İşte o zaman dolabımdaki parçalar bana “İyi ki bizi atmadın” diyecek, biliyorum!
Tabii dolabımın köşesinde duran o "çok özel" parçalar, minimalist olmak isteyen tarafımı da biraz sinirlendiriyor. Her sabah dolabımı açtığımda, karşımda yığılmış kıyafetler görüp "Giyecek hiçbir şeyim yok" demekten yorulmadım mı? Yoruldum tabii. Bir yanda tüm bu fazlalıktan kurtulmak, hafiflemek isteyen ben, diğer yanda "Ya bir gün lazım olursa?" diye düşünüp her şeyi tutmak isteyen ben. Kapsül dolap oluşturmak demek, elimdeki kıyafetlerin çoğunu elemek anlamına geliyor. Oysa, bazen bir kıyafet, o an giyilmese bile dolapta durmalı. Kim bilir, belki de tam o parça, gün gelir kurtarıcı olur!
Aslında minimalizm fikri cazip; daha az kıyafetle daha çok kombin yapabilmek kulağa mantıklı geliyor. Hayal edin: Dolabınızdaki her şey birbiriyle uyumlu ve sabah ne giyeceğinizi düşünmeden hemen kombin yapabiliyorsunuz. Ama minimalizm konusunda benim kafamda hep bir soru var: Çok sade bir dolap beni sıkmaz mı? Arada bir farklı, çılgın bir parça giymek istediğimde ne yapacağım?
Sonuç olarak, her ne kadar minimalizmi sevsem de dolabımdaki kıyafetlerle aramdaki bağı koparmak kolay değil. Her köşeden bana göz kırpan eski parçalarım, anılarımı ve "bir gün lazım olur" düşüncelerimi temsil ediyor. Minimalist bir yaşam bana belki huzur getirebilir, ama dolu dolap da bana renkli ve eğlenceli bir dünya sunuyor. Kapsül dolaba geçiş yapsam bile, bir köşede beni bekleyen fazladan parçalarımdan tamamen vazgeçebileceğimi sanmıyorum.
Belki de çözüm, bu iki dünya arasında dengeyi bulmakta. Evet, kapsül dolap fikrini hayata geçirebiliriz, ama biraz esnek davranarak. Yani "kapsül dolap" ama biraz dolu dolap! Hem böylece sabahları kararsız kalmaktan kurtulur, hem de dolabımızın köşesinde bekleyen o "bir gün lazım olacak" parçalarımızla vedalaşmamış oluruz.