Ne zaman Hazır Olacağız?

Bir işe başlarken hali hazırda sahip olduğumuz birikim, o işi oluşturma sürecini ve sonunda alacağımız çıktının kalitesini doğrudan etkiler.

Bugün size bir bilimsel/akademik çalışma yapılırken dikkat edilmesi gereken, olası bir “hata”dan bahsedeceğim. Bunu yaparken de W. Lawrence Neuman diye bir adamın “Social Research Methods: Qualitative and Quantitative Approaches” isimli tuğlavari bir kitabından aklımda kalan bilgiden yola çıkıyorum. Ancak açıkçası yazarken tekrar dönüp de o kadar sayfanın arasından o bilgiyi bir daha bulup kontrol edesim yok. Hem zaten Einstein, bilgi unutulanlardan geriye kalandır, demiştir.

Neyse konuya dönelim. Eğer bir çalışma yapacaksan öncelikle o konuyu biliyor olman gerekir. Genellikle de bir çalışmaya ilk kez başlarken yeterince biliyor olmazsın; daha fazla okur, araştırırsın. Tabii bu araştırma sırasında sadece işine yarayana bakmaya odaklanırsan daha hızlı da hareket edebilirsin. Ayrıca yine bu okuma-öğrenme kısmının diğer bir, aslında da daha önemli, özelliği kaynak taraması (literature review) yapmaktır. Senden öncekiler bu konuda ne yazdı, ne çizdi? Peki bu neden çok önemli? Çünkü Amerika kıtasını ikinci kez keşfetmeye gerek yok. Hem de literatürün eksik/yetersiz kaldığı noktayı doldurman çalışmanı çok daha değerli bir hale getirir (Bazı taklit çalışmalar ve meta-analizler için bu durum farklıdır tabii). Baştan beri sürekli lafı getirmeye çalışıp bir türlü beceremediğim şu “hata” ne peki?

Esasında hazırlık safhası çok önemli olmakla birlikte; biz bir an önce çalışmamızın asıl fikrimizi söyleyeceğimiz, anketi uygulayacağımız ya da deneyi yapacağımız kısmına gelmek istediğimizden, bazen bu araştırma aşamasını gerektiğinden kısa kesebiliyoruz. Hangi noktaya geldiğimizde tamam artık, bu kadar kaynak araştırması yeterli, artık işe koyulalım dediğimiz çok önemli. Eğer yetersiz bilgiyi bir yargı geliştirmek için yeterli görürsek ulaştığımız sonuç bilimsel gerçeklikten uzak olur. Çalışmamızı gören kaliteli insanlar da bu yeterince olgunlaşmamış fikir kümesini ayıplarlar. Burada yaptığımız “hata” tam olarak hazır olmadan başlamaktır aslında. Oysa gerçekten gerektiği kadar araştırma yapılarak konuya hakim olunduğunda, edinilen bilgi bizden taşarak çalışmamızın dayandığı o aranılan sağlam temelleri oluşturur.

Peki, bu durum hayatımızın başka alanlarında da var mıdır, varsa yukarıdaki mantıkla mı işler? Vardır, ama her zaman yukarıdaki mantıkla işlemez. Mesela benim için, ilgi alanım itibariyle, en zor kararlardan birisi sırada hangi fotoğraf ekipmanını almaya karar vereceğimdir genelde. Hangi yeni gövde, hangi lens, bir ışık kaynağı mı, ses ünitesi mi; fotoğraf için mi, video için mi; yoksa bilgisayar donanımı mı? Çok araştırırım, elli kere fikir değiştiririm ama sonunda hep en doğru karara doğru, seçeneklerimi daraltarak bir sonuca vardığımı düşünürüm. Aklıma ilk geleni yapsaydım çok saçma bir halde olurdum.

Ancak bazen de hızlı karar vermek daha iyidir. Belki yeni bir kot pantolon alırken, belki de dışarıda nereye oturacağına karar verirken, ya da ne yiyip içeceğine… Bunların çok vaktini çalmaması gerekir. Bazen de, hızlı olman gerektiğinden, tam hazır olmadan harekete geçmelisindir çünkü treni kaçırabilirsin. Ya da bazen, belki de, ihtiyaç duyacağın tecrübenin bir kısmı sadece yola çıkmakla kazanılacaktır. Ya da Ulu Önder’in de dediği gibi içinde bulunacağın faziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyip, damarlarındaki kana güvenmen gerekecek. Bu gibi durumlar istisna çünkü bir insan uğruna hayatını ortaya koyduğu bir noktaya gelmişse zaten oradan sonrası için sakince hesap yapma zorunluluğu ortadan kalkar. Burayı hallettiysek konunun diğer kısmına dönelim.

Bilimsel çalışma için hadi neyse... Sonuçta akademik literatürün belli bir konuda aşağı yukarı neye sahip olduğu bellidir. Denilebilir ki belli bir sayıda makaleye bakıldıktan sonra elle tutulur bir dağarcık sağlanabilir. Ancak hayat için böyle değil! Pek çok konuda insanın kendisini yeterli görüp artık daha fazla bilgiye kapatması tehlikelidir. Yeterince biliyorum, fazlasına gerek yok demek, yani ben elimdekiyle işimi görürüm yaklaşımı çoğu zaman ancak aptal cesareti olabiliyor. Daha fazla öğrenememek, artık sorgulamamak bir tür tıkanma noktasıdır. İnsanlar entellektüel kapasitelerine göre tıkanmayı hayatlarının farklı aşamalarında yaşayabilirler ve bence, eğer biri bu tükenmişliğe 20 yaşında ulaşmışsa yaşlı; 60 yaşında hala daha fazla bilgiye, gelişime açıksa gençtir.

Bu devletler, medeniyetler için de böyledir. Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu Son İnsan” diyerek yaşadığı tükenmişliği, Osmanlı da “Devlet-i Ebed Müddet” diyerek yaşamıştır. Bu ikisi şu demektir: Yapılacak her şey yapıldı, bulunacak her şeyi bulduk; dünya, medeniyet, tarih ve insanlık artık yolun sonuna geldi. Fakat aradan onlarca, yüzlerce yıl geçtikten sonra bunun böyle olmadığını görebiliyoruz. Dünya ne tek kutuplu düzenler, ne büyük devletler gördü. Doğu Roma’dan (Bizans) önce Roma İmparatorloğu, Persler, Mısır, Çin, Amerika'nın yerli devletleri ve daha niceleri kendilerini yeterli görmenin körlüğünde boğuldular. İlim Çin’de de olsa gidip almak isteyen mantalite Batı’nın bilimini hakir görünce çöküşe geçti; ancak bilime sarılarak tekrar küllerinden doğabildi.

Hiçbir zaman tam hazır değiliz ama hep, gerektiğinde, yeterince hazır olmaya çalışacağız. Ölene kadar yeterli hissetmeyerek daha fazlasını biriktireceğiz. Edindiğimiz bu sermaye de harcadıkça azalmayan cinsten olacağı için öğrendikçe hep kâra geçeceğiz.

Buraya kadar okuyanlara sabırlarından ötürü teşekkür ederim. Mutlu ve sağlıklı günler diliyorum.