Neden Diktatörler Düşmeye Mahkûmdur?
Diktatörlüklerin temeli nedir ve bu temel neden düşme eğilimindedir?
“Diktatör”ün Kökeni
Diktatör kelimesinin kökenleri Antik Roma’ya uzanır. Diktatörlük, ilk başta kriz anlarında tüm yetkilerin (belirli bir süreyle) bir kişiye devredilmesi anlamına geliyordu; otoriter rejimleri temsil etmiyordu. Hatta bazı kaynaklara göre bu kavram, Antik Roma’da “sistemin işleyişini koruyan bir güvenlik mekanizması” olarak görülüyordu.
Bu kavram, Napolyon döneminde değişime uğradı. Kendini imparator ilan ederek Fransa’nın İkinci Cumhuriyet ilanını hiçe sayan ve tüm yetkileri elinde toplayan Napolyon ile “diktatör” kelimesi, “demokrasi karşıtı, baskıcı ve kişisel iktidar” anlamlarını kazandı. Bugünkü anlamını ise 20. yüzyılda alacaktı.
20. yüzyılda propagandanın egemenliği, muhalif kıyımları ve sansürler kurumsallaştırıldı. Bu yüzden “diktatör” kavramı artık; otoriter rejim, totaliter yapı, tek adam yönetimi ve özgürlüklerin baskılanması anlamlarını taşır hale geldi. Yani “diktatör” artık bir rejimin adını aldı.
Bir Rejimin Diktatörlük Sayılabilmesi İçin Gerekli Temel Nitelikler
Siyaset bilimi ve uluslararası hukuk literatürüne göre, uzmanların sıraladığı diktatörlüklerin ortak bazı özellikleri şunlardır:
Güç tek bir kişide veya dar bir grupta toplanır: Yürütme, yasama ve yargı erklerinin ayrılmaması, kararların tek bir merkeze dayanması.
Demokratik seçimler ya hiç yapılmaz ya da göstermeliktir: Seçimlerin adil, özgür ve hilesiz olmaması. Muhalefet adaylarının medyada yer almaması. Oy sayımının ve sonuçlarının manipüle edilmesi.
Basın ve ifade özgürlüğü yok edilir: Medyanın tamamen devlet yönetiminde olması. Muhalif gazetecilerin tutuklanması. Basının sansüre uğraması. İnternet erişiminin kısıtlanması. İnternet genellikle “bilgi kirliliği” bahanesiyle kısıtlanır. Devlet kontrolündeki medya dışındaki tüm kaynaklar “güvenilmez” ilan edilir. Halk, manipülasyonun farkına varmaz veya fark etse bile kabul etmek istemez. Bu da manipülasyonun amacına hizmet eder.
Yargı bağımsızlığı ortadan kalkar: Keyfi gözaltılar ve adaletsiz yargılamaların egemen olması. Mahkemelerin muhalefeti bastırmak için kullanılması. Yasa artık adaletin değil, baskının aracıdır; faşizmin silahı haline gelmiştir.
Sivil topluma ve muhalefete baskı uygulanır: Sendikalar, dernekler, siyasi partilerin kısıtlanması. Barışçıl protestoların yasaklanması veya şiddetle bastırılması. Devletin güvenlik güçleri halkı korumak yerine, onu sindirir. Otoriter rejimler yıkıldığında bu güçlerin mensupları genellikle “emirleri uyguladım” bahanesine sığınır. Ancak bu savunma, tarih boyunca ne hukuk önünde ne de toplumsal vicdanda geçerli kabul edilmiştir. Nürnberg Mahkemeleri bu bahaneyi reddetmiş; Uluslararası Ceza Mahkemesi de ilkeleri gereği bu bahanenin geçersiz olduğunu belirtmiştir.
Propaganda ve ideolojik kontrol uygulanır: Eğitim sisteminden eleştirel düşünmenin kaldırılması. Liderin “ülkenin kurtarıcısı” ya da “milletin babası” olarak yüceltilmesi. Devletin medyasının gerçekleri çarpıtarak algı operasyonu yapması.
Dış düşman veya iç tehdit söylemiyle korku politikası: Halkın dikkatinin “dış güçlere” veya “iç düşmanlara” yönlendirilmesi. Etnik, dini ya da ideolojik gruplar “iç tehdit” ilan edilir. Bu gruplara karşı hukuk askıya alınır, şiddet meşrulaştırılır. Halk birbirine düşürülerek parçalanır. “Parçala, böl ve yönet” ile yönetilmesi kolay bir ülke yaratılır.
Süreklilik arz eden olağanüstü hal uygulamaları: Terör, savaş, salgın gibi krizler gerekçe gösterilerek hukukun askıya alınmasının olağan hale gelmesi. Bu, rejimi kalıcı baskı düzenine dönüştürür.
Kurumsal denetim mekanizmalarının işlevsiz hale getirilmesi: Meclisin devre dışı bırakılması ya da tamamen kontrol altına alınması. Sayıştay, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar etkisizleşir.
İktidar devredilmez hale gelir: Liderin ya çok uzun süre görevde kalması ya da ölene kadar başta kalmak istemesi. Anayasa değişiklikleriyle bu durum meşrulaştırılır.
Diktatörlükler, Sermaye ve Boykot
Diktatörlükler büyük ölçüde sermaye üzerinden döner. Sermaye tek başına yeterli olmasa da etkisi büyüktür. Sermayeden beslenen diktatörler, hem halkı aç bırakır hem de halkın kendilerini beslemesi için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Halk bu duruma karşı tarihte zaman zaman önemli bir başkaldırı tekniği oluşturmuştur: boykot. Bu boykotlar ekonomik, kültürel veya uluslararası diplomasi alanlarında kendini göstermiştir.
Tarihteki bazı önemli boykot örnekleri:
(Bu boykotlar zaman zaman otoriter rejimleri, iktidarın yetersizliklerini eleştirmek ve değişim talep etmek amacıyla yapılmıştır.)
- Fransa 1968: Öğrenci ve işçi protestoları
- ABD 1955: Montgomery Otobüs Boykotu
- Çin 1989: Tiananmen Meydanı Protestoları
- Polonya 1980: Dayanışma (Solidarność) Hareketi
Bu boykotların bir kısmı başarıya ulaşmış, bir kısmı ise başarı yolunda önemli kazanımlar sağlamıştır.
Günümüzde benzer bir süreç Sırbistan’da yaşanıyor. Öğrencilerin öncülük ettiği boykot ve protestolar, uluslararası kamuoyunun ilgisini çekmiş durumda. Halk yolsuzlukla, yanlı medyayla ve antidemokratik uygulamalarla mücadele ediyor. Belirli günlerde Sırp halkı kendini tamamen eve kapatıyor, boykot ile davalarını güçlendirmeye çalışıyor. Genel grev yapılıyor, halk duyulmayı talep ediyor. Boykot ve protestolar sonrasında ise başbakanın ve bazı hükümet yetkililerinin istifa etmesi, bize örgütlü bir halkın neleri başarabileceğini gösteriyor. Sırp halkı bu istifalara rağmen direnmeyi sürdürüyor, çünkü amaçları hükümet değişimi ve siyasilerin adil şekilde yargılanması.
Umut, Korkudan Güçlüdür
Boykotlar, sistemleri içten çökertebilir. Sermaye sahipleri boykot edilmekten hoşlanmaz. Yalan söyler, halkı kandırmaya çalışır, bazen de geri adım atarlar. Bu, diktatörlerin bir ayağını kaybetmesi anlamına gelir. Sermaye yoksa, para yoksa, diktatörler iktidarlarını ideoloji ve korkuyla sürdürmeye çalışır.
Ancak diktatörlükler doğaları gereği kırılgandır. Çünkü bu rejimler korku üzerine kurulur. Bu korku yalnızca muhaliflere değil, destekçilere de aşılanır. Sadakat bu korkuyla sağlanır. Ancak korkuyla kurulan temeller zayıftır ve rejimin ağı her an kopabilir.
Tıpkı desteğini çektiğinde diktatörleri yalnız bırakan sermaye gibi... Diktatörler aslında yalnızdır.
Diktatörler düşmeye mahkûmdur
Diktatör rejimler her yere el uzatır: eğitime, sanata, ekonomiye, sokağa ve yaşamın her yerine. Gündelik sohbetlerimize ve yaşamamızın kaynağına. Umuda uzanırlar, umudu yok etmek isterler. Çünkü umutsuz insanlar kabullenmeye eğilimlidir, vazgeçmeye hazırdır. Bu yüzden umut, diktatörlerin en büyük düşmanıdır. Umut vazgeçmemektir, vazgeçmemek direnmektir. Direnmek örgütlenmektir. Umut, örgütlenmenin temelidir. Ve bu temel, diktatörlerin temelinden, yani korkudan çok daha güçlüdür. Umut, yaşam var olduğu sürece ölmez; ama korku zayıftır, kaçma eğilimindedir. Korkuyla atılan temeller düşmeye mahkûmdur. Siyaset bilimci Hannah Arendt’e göre totaliter rejimler istikrarsız bir doğaya sahiptir; korkuya dayalı iktidar bu yüzden süreklilik taşımaz.
Filozof ve sosyolog Slavoj Žižek’e göre diktatörlükler sürekli kontrol ve bastırma gerektirir; bu da onları sürdürülemez kılar. Bastırılan her umut bir noktada patlak verir. Yani diktatörler ayakta kalabilmek için çok çaba sarf etmek zorunda kalır, kırılgandırlar; oysa ölüm var olduğu sürece umut ölmez ve umut ölmediği sürece direnmek bitmez.
Bu yüzden tarih diktatörlerin varlığını yazabilmiştir. Ne Hitler ne Mussolini ne de başka herhangi bir diktatör ayakta kalabilmiştir. Hepsi zamanı geldiğinde düşmüştür. Ve tarih anlatmıştır ki hepsi zamanı geldiğinde düşecektir. Tıpkı Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi:
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”
Kaynaklar:
- https://study.com/learn/lesson/what-is-a-dictatorship.html
- https://www.theguardian.com/world/2025/jan/28/serbia-prime-minister-milos-vucevic-resigns-amid-anti-corruption-protests
- https://www.napoleon.org/en/history-of-the-two-empires/articles/the-empire-dictatorship-monarchy/
- https://www.britannica.com/topic/dictatorship