Okur Olmak

Her insan tanımak ve tanınmak ister. Varoluşunun kanıtını bu iki eylem üzerinden elde eder.

Bir okur olarak edebiyatın hayattaki yerini saptamak ve edebiyatın amacının tekil olduğunu kabul etmek olası değildir. Edebiyatı insan gibi düşünerek tek bir doğrudan oluşmadığını, edebiyatın söyleyecek birden fazla düşüncesi olduğunu belirtmek gerekir. Edebiyatın kendi içerisinde dahi farklı rollere bürünmüş olması aynı zamanda bir eserin çevrilen diğer sayfasında farklı bir durumun bambaşka kelimelerle aydınlatılması da olası ve kabul edilebilir bir durumdur. Edebiyat salt bir amaca hizmet etmez; hizmet ettiği şey kendini tanıma ve tanıtma arzusudur. Bu süreçte okura kendini kabul ettirmek amacıyla okurun kendini sorgulamasını sağlar. Bu ilişki okur ve eser, eser ve yazar, yazar ve eser arasındaki duygu aktarımlarının bir göstergesidir. Bu birbirine bağlı olma durumu iç içe geçmiş bir zinciri anımsatır: edebiyat ve okurun birbirine bağlı olduğu bir zincir.

Her insan tanımak ve tanınmak ister. Varoluşunun kanıtını bu iki eylem üzerinden elde eder. Etrafında olan biteni, hali hazırda var olanı ancak henüz kavramakta zorluk çektiğini, kulağına çalınmış bir kelimenin anlamını öğrenmek ister. Ulaşamadığı bir bilginin çekiciliği de öğrenme arzusunu kamçılar. İşte burada edebiyat insanın hayatında kendine yer açar. Martin Eden romanındaki karakter de kendini gerçekleştirme basamaklarını öğrenme arzusu ve odasındaki kitap yığınlarıyla çıkar. Okudukça okuduklarında kendini bulur. Kendini edebi eserlerin satırlarında tanır. Eserin ufak bir yerinde kendiyle bağdaştırdığı tek bir şey dahi okuru kendi içerisine çekmesinde başarılı olur. Edebi eserin bu yeteneği okurun gözünü boyar ve edebiyata okurun gönlü ısınır, bir bağ kurar, okurun daha da okumasını teşvik eder. Hatta Jack London’ ın eserinde, bilmenin hazzı okur olarak Martin’i daha da ileriye taşır ve bildiklerini bir sayfaya dökme ihtiyacını doğurur. Tanımanın tanınmaya geçtiği evreye örnek teşkil eder. Tanıma okurun sadece kendini tanımasından ziyade var olduğunu hissetmesine de yol açar. Aynı yollardan daha önce geçmiş karakterlerin hayatında kendinden izler bulur, karakterin yapamadığı bir eylemin aynısını bazen okur da kendisinin yapamadığını fark eder ve hayatta yalnız olmadığını anlar. Edebiyat içinde barındırdığı örneklerle insanlara yol gösterir. Okur bu sebepten ötürü edebiyatla olan bağını kopartmaz. Edebi eserler bu bağı güçlendirmek adına bazı adımları kendisi atar: üslup özelliklerini merkeze koyar. Dilin büyüsünü kullanarak okurunu hazza ulaştırır. Kelime tekrarları, dilin yerine göre kullanımı ve kelimelerin seçimi okurun gözünde eseri büyütür. Örümcek Kadının Öpücüğü romanında yazarın Molina karakterine kullandırttığı üslup sayesinde Valentin Molina’ ya hayran olur, büyülenir. Okur da büyülenme sayesinde edebi eserin dünyasına kapılır, okuma ihtiyacını giderir aynı zamanda da büyülenme hali okurun yeni eserlere yönelmesini sağlar. Büyülenme bazen şok etkisiyle de kendini eserde gösterir. Şok metnin okur üzerinde olan kalıcılığını artırır. Edebi eser okurda kendine bu gibi çeşitli etkilerle yer açar. Okur edebiyatla yoğurulmuş ruhuyla yeni kendini kabul eder, edebiyata sıkı sıkıya sarılır.

Bir edebi eserin uzun soluklu olması demek okurla ilişkisinin yüzeysel kalmaması demektir. Kendini gözden geçirme fırsatına sahip olmuş bir insan bu yolculuğunda edebi eserlerle birliktedir. Edebiyatın üzerindeki etkisini kabul etmiş her okur edebiyatla olan bağını güçlendirmenin yollarını arar çünkü edebiyat sayesinde görme biçimi değişmiştir. Algılarını açan, yeni perspektifler sunan edebi eserler sayesinde; farklı karakterlerle birlikte kendini tanıyan okur var olduğunu, dünyada bir yerinin olduğunu kavramış olur. Edebiyatın işlevi insanların kendini ve çevresindekilerini hissedişidir. Okur olarak çıkılan yolda her çevrilen sayfa sayesinde insan gelişir. Edebiyatın etkisi de işlevi de amacı da insanla birlikte var olmasıdır.