Ölüme Dokunan Düşünceler: Montaigne ve Denemeler
Esas olan, ölümün karşısında olabildiğince cesur durmak, savaşa hazır bir asker gibi meçhul yarınına karşı güçlenmektir.
Hayata dair en korkunç ve dehşet verici konseptlerden biri olan ölüm, denemelerin sahibi olan Montaigne’in hayatına da sinsi ve sürekli bir şekilde zuhur etmiştir. Fakat hayata karşı sert ve melankolik bir tutumla yaklaşmaktan ziyade Montaigne ölümü olduğu gibi kabul etmiş ve hayatını da ölüm korkusuyla değil, ölüm bilinci ve onun kabulüyle yaşamaya çalışmıştır. Montaigne ölüm korkusunu kabul etmesine ve ölüm acısı çekmesine rağmen, kendi deneyimi onu bu konuda daha az endişelenmeye götürdü çünkü ölümün doğal bir süreç olduğunu benimsedi, zamanı gelince zaten ölüme teslim olacaktı. Bu kabullenmeyi ve sancılı süreci yumuşatmaya çalışırken felsefeden ve felsefesinin bireyin düşüncelerindeki, yaşam tarzındaki ve psikolojisindeki etkilerden yararlandı. Sonuçta düşünebilen ve akıl yürütebilen canlılar olarak insanlar, ona bahşedilen bu özellikleri en iyi felsefede bulabilir ve daha sonrasında kendi benliğine yansıtabilir.
Bir bireyin hayatı kabul etmesi, onu olduğu gibi ve hakkıyla yaşama isteği ve dolayısıyla ölüm korkusu fıtratından ötürü doğal olsa da, ölüm korkusunun dozajı olduğu gibi hayata ölümden korkmuş bir şekilde tutunarak yaşamanın da dozajı olmalı. Bu olguyu kabul etme süreci ise Montaigne’e göre felsefenin izinden giderek ve hayatı felsefe üzerinden anlamaktan; bu yüzden de, hayatı ölümden korkmayarak fakat yine de büsbütün bunu kabul ederek yaşamaktan geçer. Ölüm düşüncesini öğrenip benimseyen birey, ölümden daha kesin bir şey olmayacağını kavradığı için hayatı da bu süreç içerisinde olabildiğince en verimli ve erdemli şekilde yaşamaya çalışacaktır.
Felsefenin ayrılmaz konu başlıklarından biri olan erdem olgusu, bireyin hayatı olabildiğince zevk alarak yaşamasına ve bunu yaparken iyi/kötü olguları arasında gitmek zorunda kalmamasına olanak sağlar. Çünkü Montaigne’e göre erdemli olmak, kişiyi zaten en başından itibaren iyi olmaya; dolayısıyla, zevki en doğal halinde deneyimlemeye yardımcı olur. Montaigne erdem ve zevk arasındaki ilişkiyi açıklama gereksinimde bulunmuştur çünkü “zevk” denilen konsept genelde yozlaşmış ve ahlak dışı örneklerle ilişkilendirildiğinden, esasında bireyin yozlaşma sürecini deneyimlemesine gerek kalmadan iyi ve erdemli bir kişi olarak da mutlu olabileceğini belirtmeye çalışmıştır. Erdemli olan birey, zaman içerisinde hayata ve ölüm korkusuna karşı güçlenmeye başlar çünkü bu korkuya karşı kayıtsız olmaya başladıkça ve bu durumun doğal akışındaki yerini bulunca ne korkması gereken bir şey kalır ne de hayatı diken üstünde yaşar. Burada bireyin tek ve en iyi yaptığı şey felsefeden bağımsız olmayan bir şekilde her gününü son günüymüş gibi yaşamaya ve bundan zevk almaya çalışmasıdır.
Montaigne’in değinmeye çalıştığı bir başka nokta ise bu dünyada her ne kadar bilinen, yeri olan bir insan olsa da bireyin ölüme tabi olduğunu dolayısıyla bir tür ölümsüzlük kibrine kapılmaması gerektiğini vurgular. Aslında burada anlatmaya çalıştığı şey ölümün varlığını kabul etmek ile hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın arasında bir ince çizgi olduğunu, dolayısıyla da bu ikisinin arasında bir denge yakalayıp ona göre hayatın deneyimlenmesidir. Fakat böyle bir dengeye rağmen yine de şöyle bir olgu vardır ki içinden ölüm korkusunu atamayan insanlar, hatta ve hatta bu korkusuzluğu neredeyse bir kibre dönüştürmüş olanlar ya ölümün gelip çatmasını, insanın hayatının son kapısını çalmasını başka sıfatlar veya isimler adı altında anmayı daha uygun ve iç rahatlatıcı bulurlar. Lakin ölüme karşı en yumuşak ve en az iç karartıcı bir isim bulunsa bile, Montaigne böyle bir gerçeklik olgusundan asla kaçılamayacağının altını çizmektedir. Esasında bu durumda yapılacak en iyi şey, ölümün karşısında onun kadar katı ve olabildiğince cesur durmak, ölümün her an insanı esir alabileceğini akıldan çıkarmamak ve bir korkak gibi değil de savaşa hazır bir asker gibi meçhul yarınına karşı güçlenmektir.
Montaigne’in denemesinde en başa ve de en derine yerleştirmek istediği konsept felsefe olduğundan dolayı, hem de kendi hayatındaki bu felsefi sürecinin hem de insanlığa sunduğu önerilerin parçalarını çokça görebiliriz. Örneğin, çok düşünen biri olduğunu fakat bu eylemi gerçekleştirirken farkındalıktan ziyade hayatına bu eylemle şu şekilde yön verdiğini belirtir: Montaigne ölümü sık sık ve eğlenceli anlarında bile tahayyül ettiğini ve aklına getirdiğini söyler; fakat, bu durumun depresif olmasından ziyade aslında bireyi olgunlaştıran ve ölüme karşı cesaretlendiren bir yanı vardır.
Montaigne’e göre insanlar çok uğraşması gereken, bitmesi çok zaman alacak işler yapmamalı. Çünkü insanlık aslında aksiyon almak için, yani sürekli bir şeyler yapmak için bu dünyadadır. Biri hayatını bir şeyin mükemmel olmasını bekleyerek geçirmemeli, ama hayatı dolu dolu yaşamalı. Bireyin temel amacı, her zaman aksiyonda olmak ve yaşamak olmalı, ölüm ona doğru gelirken ona kayıtsız kalabilmeli. Ayrıca eski zamanlarda insanlar, mezarları kiliselerin yakınlarına yaparlarmış. Esasında bu, halkın ölüm ve ceset gibi şeylerle normalleşmesini sağlamak içindi. Bu da demek oluyor ki ölüm her an insanlığın gözünün önündeydi.
Bireyin doğmadan önce hiçbir şeyle, benliğiyle ilgili bir fikri olmadığı gibi öldükten sonra da düşünecek ve geride kalanları dert edecek bir bilinci olmayacağından ötürü kaçınılmaz ve baki olan ölümden korkmak tetiği çekilmiş silahın kurşunundan kaçmaya çalışmak kadar beyhude bir eylemdir. Montaigne’in burada tiye aldığı bir nokta da şudur: bireyin var olmadığı yüz yıllar öncesine üzülmesinin saçma olması, öldükten yüzyıllar sonrasına üzülemeyeceği gerçekliğinin saçmalığına denktir. Çünkü yaşam kadar ölüm de insanlık düzeninin ayrılmaz bir parçasıdır.
Şu da dikkat edilmesi gereken bir noktadır ki, Montaigne bireyin gözlerini açtığı andan itibaren aslında kendi ölümüne depar atmakta olduğunu söyler. Hayat debisi hiç durmayan, hep akmakta olan ve sonu ölüme çıkan bir nehirdir ve bir kere bu nehrin tatlı sularına kendini teslim eden kişi ölümün onu yolun sonunda beklediğinin farkında olarak yaşamalıdır. Bireyin her yaşadığı gün aslında ölümle arasında geçen savaşın kalıntısıdır. Fakat buradaki bir diğer nüans da hayatın ne derecede kaliteli yaşandığıdır çünkü Montaigne’e göre boşa geçirilen bir yaşam devamında gayret edilmesi nafile bir yaşamdır.
“Carpe diem” ve “memento mori” düşüncelerinin esintilerini çokça gördüğümüz bu denemede, Montaigne’in hayatında ve ölüme hazır bir halde beklerken gerisinde bıraktığı ve onu bir vicdan azabı gibi takip eden pişmanlıkların olmadığını; bu yüzden de, hayatı anlık (carpe diem) ve ölümü hatırlayarak (memento mori) yaşadığını ve onun için bu durumun hayatın birey adına en iyi versiyonuna evrildiğinden bahsedebiliriz. Çünkü hayatın ne zaman sona erdiği ölen için önemli değildir; aksine, önemli olan bireyin hayatı ne denli kaliteli yaşadığı, zamanını ne denli verimli kullandığı ve kendi hayatının yansımasına ne denli önemli noktalar kattığıdır.