Ölümü Kucaklamak: Memento Mori

Ölüm sonun başlangıcı olduğu gibi hayata başlamayı da mümkün kılabilir.

Dünya var olduğundan, yeryüzüne düşüp nefes bulan ilk canlıdan beri bizi, kimilerine göre melankolik bir şekilde, hayatta tutan ölüm düşüncesi, biz fark etmesek de yaşamımızdaki en dominant düşüncelerden biri ya da belki de en baskın olanı... Böceğinden, hayvanından tutun bakterisine kadar uzanan bu yaşam skalası arasından en bilinçli olan insanlık, ölümü ürkütücü, dehşet verici veya kaçınılması gereken bir konseptten ziyade kucaklanması ve hatta uğruna yazılar, şiirler, şarkılar yazılması; resimler ve heykeller yapılması gereken bir kavram olarak görmeyi tercih etmiş. Bu tercihi yaparken de akıllardaki düşünce de geçmişten günümüze kadar "memento mori" olarak anılmaya devam ediyor.

Kelime anlamı olarak "öleceğini hatırla" anlamına gelen memento mori kavramı, kaçınılmaz olarak bir gün öleceğimiz gerçeğinin hatırlatıcısı ya da hayatın ölüme evrileceğinin anımsatıcısı olarak yüzyıllardır birçok alanda karşımıza çıkmaya devam ediyor. Resimlerde, kitaplarda, şarkılarda kısacası sanatın neredeyse bütün alanlarında kendine bir yer edinen bu kavram, sanatını icra eden bazı sanatçılar açısından hayatın andaki tadının çıkarılması ve sona gelene kadardaki yolda karşılaşılan tüm iyilik ve kötülüklerin aslında her şeye rağmen birer lütuf olduğunu göstermek için ironik fakat bir yandan da oldukça etkili bir yöntem.


2016'da Antakya'da yapılan kazılarda bulunan ve milattan önce üçüncü yüzyıla ait olduğu düşünülen bu mozaiğin üstünde EΥΦPOCΥNOC (Euphrosynos) yani "neşelenmek, keyif almak" yazıyor. Bu örneği vermemin önemi milattan önceden, veya genel bakacak olursak insanlığın var oluşundan beri, ölüm temasının o veya bu şekilde ölümsüzleştirilmeye çalışılması. Sanatta ölüm genelde iskelet ile sembolize edildiği için bu mozaikte de neşe ve keyif vurgulanmaya çalışılmış. Böylece bu mozaiğin ölümün aslında bu kavramların tam ortasında olduğu ama yine de kasvetli bir havadan ziyade umut ve hayata dair şeylerin füzyonunu yansıttığını görebiliriz.

Ölüme karşı olan bu bakış açılarına ek olarak, Budistler tarafından kullanılan bir meditasyon yöntemi olan "maranasati" örneği verilebilir. Bu meditasyonun ana fikri ölümün an meselesi olması, canlıları hazırlıksız yakalayabilmesi; o yüzden de insanlığın anda kalmaya olan farkındalıklarının arttırılması, deyim yerindeyse "carpe diem" (anı yaşa) felsefesinin hayata daha yoğun ve etkili bir şekilde nüfuz edilmesinin mümkün kılınması diyebiliriz.

Budistler'e ek olarak Hıristiyanlık'ta da memento mori Kutsal Korku kavramı ile ilişkilendirilmiş, bunu yaparken de insanlığın eylemlerinin bilincinde olması göz önünde bulundurulmuştur.

Milattan önceden bu yana, kimilerine korku aşılayan kimileri için de ilham ve kaliteli yaşam kaynağı olan ölüm, birçok farklı insan, toplum ve kültür tarafından yorumlanmış ve ister istemez hayatın ortasına konulmuş. Ölüm bazılarına hayatı keyifli kılma imkanı verirken bazılarına da ölümden sonrası için dünyevi zevklere dikkat etme, ölümü hatırlayıp daha makul bir hayat sürmenin uyarılarını yapıyor. Ölüm konseptinin o tuhaf büyüsü aslında ölümün içindeki dualitesinden kaynaklanmakta.

Ölümü hatırla, hatırla ki yaşayasın.