Ormanda bir ayıyla mı yoksa bir adamla mı yalnız kalmak isterdiniz ?
Issız bir ormanda yalnız kaldığınızı hayal edin. Bir ayı ile karşılaşmayı mı yoksa tanımadığınız bir adamla karşılaşmayı mı dilerdiniz?
Bir sosyal medya platformu olan TikTok’ta ScreenshotHQ isimli bir hesap, bir grup kadına “Ormanda bir ayı ile mi yoksa tanımadıkları bir adamla mı karşılaşmayı tercih edersiniz?” sorusunu sordu ve yedi kadından yalnızca biri tanımadığı bir adamla karşılaşmayı tercih edeceğini söyledi.
Orijinal videonun altında 65.000’den fazla yorum yapıldı ve çoğu, cevabın ayı olmasını anladıklarını yazmıştı.
Ben de bugün biraz bu konu hakkında konuşmak istiyorum. Bu tartışmadan yola çıkarak kadın olmanın, nasıl zorlu bir mücadele gerektirdiğinden bahsetmek istiyorum daha çok. TikTok’ta bu sorunun aynısını kadınlar, kendilerinin ormanda bir ayı ile mi yoksa tanımadıkları bir adam ile mi yalnız kalmasını tercih edeceklerini eşlerine ya da erkek arkadaşlarına sordukları zaman erkeklerin kızlarının, kız arkadaşlarının ya da eşlerinin bir ayı ile yalnız kalmasını diledikleri bir dünyada yaşıyoruz. Ne kadar içler acısı değil mi? Kadınlar olarak, yüzyıllardır verdiğimiz insan gibi yaşama mücadelesinin belki de asla bitmeyeceği sonucunu çıkarıyorum buradan ben. Vahşi bir ayının, bir erkekten daha güvenli bir cevap olması inanılır gibi değil.
İnsan gibi, özgürce ve dilediğimiz gibi yaşamak biz kadınlar için hiçbir yaşta erkekler kadar kolay olmadı ve olmayacak maalesef. Omuzlarımızda taşıdığımız onca yük, kulaklarımızda geriden geriye gelen toplum baskılarının yarattığı fısıltılar ile hayatımız boyunca başımız dik yürümek zorundayız.
Aile yapımız ne kadar modern, ne kadar eşitlikçi olsa da hiçbir aile kız çocuklarını toplumun “kadın” olmanın dayattığı baskılardan koruyamaz. Küçük yaşlarda önce cinsiyet rolleri dayatarak başlanır.
“Sen kız çocuğusun, koşturma etrafta erkek gibi!”
“Sen kız çocuğusun uslu dur!”
“Sen kız çocuğusun, tabii ki de en sevdiğin renk pembe ve en sevdiğin oyuncak, bebeğin.”
Yaş ilerledikçe, evdeki görevlerin cinsiyetlere bağlı olduğunu fark edersiniz. Erkek kardeş, yemekten sonra hemen çekilirken siz tabağınızı kaldırıp annenize masayı toplamada yardım edersiniz.
Ergenlik çağına gelindiğinde ise yavaş yavaş “namus” konularına girilmeye başlanır. Ülkemizde maalesef namusu cinselliğe bağladıkları için bir erkeğin birden fazla cinsel partneri olması onu “Playboy” yaparken bir kadının birden fazla cinsel partneri olması onu maalesef ki “kötü” kadın sınıfına sokar ve o kadın namussuzdur. Taciz ve tecavüz gibi vakalarda bile kadının suçlandığı bir ülkeden ne bekliyorsak? Bu ve bunun gibi birçok eşitsizlik resmen genetik olarak aktarılır. Anneanneden annemize, annemizden bize… Daha önce de dediğim gibi, ailemiz böyle olmasa bile küçüklüğünde evinde bu eşitsizliklerle ve cinsiyetçilikle karşılaşmayan kadın illa ki okulda, iş yerinde, sokakta yürürken bile bununla tanışacaktır.
Kadının, bir insan gibi görülmemesinin temelinde yatanlar işte yukarıda bahsettiğim gibi eşitsizlik ve cinsiyetçilik. Kadının ikinci sınıf insan olduğu görüşü yüzünden her gün yüzlerce kadın psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıyor hatta ve hatta öldürülüyor. Tacize uğruyor, sesini çıkarıyor ve adalet bulamıyor.
Ne yazık ki bu durumu düzeltmek için kol kola, hep beraber yürümeliyiz. Yol ne kadar uzun olsa da, sonunu göremesek de kendimiz için, annelerimiz için, arkadaşlarımız için, şiddete uğramış, öldürülmüş, tecavüze uğramış dünyanın herbir yanındaki kadınlar için durmadan, sıkılmadan kol kola yürümeye devam etmeliyiz.