Türkiye'de toplumsal cinsiyet

Elimin hamuruyla bir toplumsal mesele hakkında yazı yazdım. Buyrunuz.

Öncelikle toplumsal cinsiyetin ne olduğuna değinmelim. Toplumsal cinsiyet; kadınlar ve erkekler arasındaki kültürel olarak belirlenmiş farklılıklardır. Ayrıca sosyolojinin bir alt dalıdır. Büyürken karşılaştığımız kurallar, cinsiyetimizle ilgili kabul edilmiş doğru ve yanlışları belirler. Onlar üzerinden dünyayı görürüz. Kişileri ve onların davranışlarına bakış açımız da buna göre olur. Biz o kuralları herkes için genelgeçer olarak düşünebiliriz. Ancak farklı kültüre sahip insanlar farklı toplumsal cinsiyete sahip olur. Bir toplum kadının çalışmasını ayıplarken diğeri kaçınılmaz derecede önemli bir görev olarak görebilir. O toplumun başından geçen olaylara ve bireylerinin edindiği tecrübeye göre değişiklik gösterir.


Çocuklar, doğduklarından itibaren belli bir çerçevede yetişir. Odaları pembe ve mavi arasında bir seçim yapılarak hazırlanır. Oyuncak olarak erkeklere araba, silah, vs; kızlara bebek, barbie evi, yemek yapma malzemeleri verilir. Oyuncak seçimi oyunların da seçimini yapar ve çocuk ona göre gelişir. Erkek kardeşlerine özenerek büyüyen kızlar, erkekliğe özenebileceği gibi kızların oyunlarına özenerek büyüyen bir erkek de kadın olmaya özenecektir. Oyun oynamak, hayatı yaşarken alacağımız rolleri de belirleyen çok önemli bir husustur. Oyunlar, yetişkinliğimizdeki benliğimizi inşa eder.

Oyuncak seçimi konusuna gelince... Bence çocuklar, hem araba hem bebekle oynamalı. Belli bir cinsiyete üstünlük verilen ortamda yetişen her birey kendini eksik hissedeceğinden üstünlüğün sadece takva ile olduğu öğretilmeli. Cinsiyeti ne olursa olsun değerli olduğu, Allah'ın kulu olmasının onu sevilmeye layık yaptığı anlatılmalı. Sahip olunan doğuştan nitelikler değil onları kullanarak yapılan güzel işler olduğu öğretilmeli. Bir mavi göz kahverengi gözden, sarı saç siyah saçtan üstün değildir mesela. Yaşlılara hürmet etmek, onları görmezden gelmekten daha evladır. Çocuk böyle yetişirse kapitalist sistemin bizi mahkum etmeye çalıştığı "güzel / yakışıklı, başarılı, zengin" etiketlerinden kurtulmuş olur. Önemli olan güzel ahlaktır ve para onu satın alamaz. Hayat bir yarış değil ve biz de yarış atı değiliz. O bir imtihan, kimin daha güzel amel edeceği ölçülen bir sınav yeridir. Bir duraktır, bir misafirhanedir. Sonsuza kadar kalınmaz, vakti dolan göçer. Mutlaka her gelenin bir de gidişi vardır. Yaşadığımız sorunlar, ölümle hepsinin son bulacağı düşünülünce daha önemsiz olur. Mutluluklar da aşırıya kaçmadan yaşanılırsa tadı çıkar.

Türkiye'de sorumluluklar konusunda kadınlara fazla yüklenilebiliyor. Hem ev işi yapmak hem çocuk büyütmek kadına atfedilmiş işler olduğu için erkekler sadece yardımcı olarak görülebiliyor. Ancak hayat müşterektir. Erkek yeri gelecek çocuk da bakacak yemek de pişirecektir. Bu onu daha az erkek yapmaz. Kadın araba da kullanacak, bozuk cihazları tamir de edecektir. Para da kazanacaktır. Bu da onu daha az kadın yapmaz. İnsan yapar.

Bir de bazı kadınların eşleri tarafından kıskançlık sebebiyle fazla kısıtlanması söz konusu olabiliyor. Arkadaşlarıyla gezmeye çıktı diye eve gelince laf yiyen rüyasında karısının erkekler tarafından rahatsız edildiğini gören erkek tipi var. Bu tam bir psikolojik vaka. Tedavi edilmesi şart. Böyle bir kocanın karısı da sınırlarını iyi korumalı. Kocasının tepkisinden korktuğu için sosyal hayatından taviz vermemelidir. Zaten evlenmişlerse birbirlerine güvenmişlerdir demektir. Öyleyse daha fazla endişeye gerek var mıdır?