Ortadoğu'da Sınırların Çizilmesi: Sykes-Picot'tan Bugüne

Sykes-Picot'tan günümüze Ortadoğu’nun sınırlarının ve Türkiye’nin stratejik rolünün derinlemesine analizi.

Ortadoğu, modern dünyanın en karmaşık ve hassas bölgelerinden biri olarak her zaman gündemde olmuştur. Yüzyıllardır çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu kadim coğrafya, aynı zamanda dünyanın en büyük jeopolitik mücadele alanlarından biridir. Bu bölgenin karmaşıklığını anlamak için tarihsel bir perspektife bakmak gerekir. Özellikle Batı'nın bölge üzerindeki müdahalesinin en belirleyici anlarından biri olan Sykes-Picot Anlaşması, Ortadoğu’nun kaderini kalıcı olarak değiştirmiştir. 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında gizlice imzalanan bu anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü sırasında Ortadoğu'nun topraklarını paylaşmak ve bölgedeki nüfuzlarını artırmak amacıyla yapıldı. Ancak bu sınırlar, yerel halkların tarihsel, etnik ve mezhepsel bağlarını göz ardı ederek çizildi ve böylece Ortadoğu’yu bir çatışma sahasına dönüştürdü.

Sykes-Picot Anlaşması, sadece bir toprak paylaşımı değil, aynı zamanda yerel halkların siyasi, kültürel ve dini haklarını göz ardı eden bir sömürgeleştirme planıydı. Batılı devletlerin bölgeyi adeta bir satranç tahtası gibi kullanarak kendi çıkarlarına göre şekillendirmesi, Ortadoğu'daki toplumsal yapıyı derinden sarstı. Bu anlaşma ile yaratılan sınırlar, halkların kimliklerini ve aidiyetlerini göz ardı etti ve bu durum bölgedeki etnik ve mezhepsel gerilimleri daha da artırdı. Örneğin, Irak ve Suriye gibi çok uluslu yapılar, bu anlaşmanın bir sonucu olarak sürekli iç çatışmalarla boğuşmak zorunda kaldılar. Sünni, Şii ve Kürtler arasındaki gerilimler, yerel aktörlerin yanı sıra uluslararası güçlerin müdahalesiyle daha da derinleşti. Bugün bile Irak, iç savaşın ve etnik çatışmaların gölgesinde bir devlet olmaya devam ediyor. Suriye’de ise iç savaş, bölgenin kaotik yapısının en yıkıcı yansımalarından biri haline geldi.

Sykes-Picot Anlaşması'nın yarattığı bu yapay sınırların ötesinde, Ortadoğu’da uzun süredir devam eden etnik ve dini gerilimler de günümüzdeki istikrarsızlıkların kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Kürt sorunu, bu gerilimlerin en önemli unsurlarından biri. Kürtler, dört farklı ülkede yaşamalarına rağmen bir ulus devlet kurma hayali peşindeler. Ancak bu talepler, bölgedeki mevcut sınırların yeniden çizilmesi anlamına geliyor ki bu da başta Türkiye olmak üzere birçok ülke için büyük bir jeopolitik risk oluşturuyor.

Türkiye, Sykes-Picot’un çizdiği sınırların ortasında yer alan ve bölgenin en stratejik ülkelerinden biri olarak, Ortadoğu’daki gelişmelere en fazla etki eden aktörlerden biri haline gelmiştir. Özellikle Suriye iç savaşı ve Irak'taki istikrarsızlık, Türkiye’nin sınır güvenliği için büyük bir tehdit oluşturdu. Türkiye, bu süreçte hem milyonlarca mülteciye ev sahipliği yaparak büyük bir insani yük üstlenmiş hem de sınır ötesi operasyonlarla terörle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Türkiye'nin bu güvenlik odaklı politikalarının yanında diplomasi ve bölgesel işbirliği stratejileri geliştirmesi, uzun vadeli çözümler için daha etkili olabilir.

Bununla birlikte, Türkiye'nin Ortadoğu'daki stratejik konumu yalnızca güvenlik kaygılarıyla sınırlı değil. Türkiye, bölgenin enerji yollarının merkezinde yer alıyor ve bu da ona bölgesel bir güç olarak önemli bir avantaj sağlıyor. Ancak bu avantaj, aynı zamanda büyük sorumluluklar da getiriyor. Ortadoğu’daki siyasi istikrarsızlık, Türkiye’nin hem ekonomik hem de diplomatik ilişkilerini doğrudan etkiliyor. Özellikle Kürt meselesi, Türkiye için uzun vadede en büyük sınavlardan biri olabilir. Bölgedeki Kürtler, bağımsız bir devlet kurma taleplerini sürdürüyor ve bu talepler, Türkiye'nin toprak bütünlüğü için bir tehdit oluşturuyor. Ancak bu sorunun yalnızca askeri önlemlerle çözülemeyeceği de açık. Kürt sorunu gibi etnik çatışmaların çözümü, bölgedeki tüm aktörlerin dahil olacağı kapsamlı bir diyalog süreci gerektiriyor.

Bugün Ortadoğu’nun karşı karşıya olduğu en büyük sorunlardan biri, sınırların halkların tarihsel ve kültürel bağlarını yok sayarak çizilmiş olmasıdır. Ancak Sykes-Picot Anlaşması'nın bölgedeki tek sorun olmadığını da göz ardı etmemek gerekir. Bölgedeki yerel aktörlerin de kendi içlerinde çözülmesi gereken büyük sorunları var. Mezhepsel çatışmalar, ekonomik yoksulluk ve otoriter rejimlerin baskısı, Ortadoğu’nun kalıcı barışa ulaşmasının önündeki en büyük engellerden sadece birkaçı.

Bu noktada, akıllara şu soru geliyor: Ortadoğu’da kalıcı bir barış mümkün mü? Tarihsel olarak bakıldığında, bu bölgedeki çatışmaların sona ermesi için sınırların yeniden çizilmesi gerektiği öne sürülse de, aslında kalıcı barış, sınırların ötesinde daha geniş çaplı bir işbirliği ve ortak bir yönetim anlayışının benimsenmesiyle mümkün olabilir. Halkların kimliklerini ve kültürel farklılıklarını tanıyan, bu farklılıkları çatışma değil zenginlik olarak gören bir yönetim anlayışı, bölgeye uzun vadeli istikrar getirebilir.

Türkiye’nin de bölgedeki rolü bu süreçte oldukça kritik. Hem Batı ittifakının bir parçası hem de bölgesel bir güç olarak Türkiye, Ortadoğu’daki sorunların çözümünde etkin bir aktör olma potansiyeline sahip. Ancak burada önemli olan, sadece askeri ve jeopolitik bir strateji değil, aynı zamanda barışa yönelik uzun vadeli diplomatik ve sosyal politikalar geliştirmektir. Türkiye'nin hem bölgedeki halklarla hem de diğer bölgesel güçlerle kuracağı dengeli ilişkiler, Ortadoğu’nun geleceğinde önemli bir rol oynayacaktır.

Sonuç olarak, Ortadoğu’da çizilen sınırların yarattığı sorunlar, sadece bir asır önce yapılan bir anlaşmanın sonucu değil; aynı zamanda bölgedeki siyasi, ekonomik ve toplumsal yapılarla da ilgilidir. Sykes-Picot Anlaşması, bölgenin tarihsel mirasına yapılan bir müdahale olarak kalıcı yaralar açtı. Ancak bu yaraların sarılması, bölge halklarının kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip oldukları bir süreçle mümkün olabilir. Türkiye'nin bölgedeki etkin rolü ise bu süreçte belirleyici olacaktır. Ortadoğu’nun kaderi, sadece geçmişin yüküyle değil, geleceğe yönelik işbirliği ve barış politikalarıyla yeniden şekillenebilir.