Özgürlük Paradoksu

Sonsuz özgürlüğe sahip olduğun bir dünyada ne kadar huzurlu olabilirsin?


Özgürlük bize neyi hatırlatıyor? Her şeyi yapma gücünü mü? Kimsenin size karışmama halini mi? Düşünce özgürlüğünü mü? Bu sorular böyle akıp gider çünkü özgürlüğün dinamikleri sonsuz bir paradoks içerisindedir. Özgürlük kavramına baktığımızda doğası gereği karmakarışık bir sistem görürüz. Kelime anlamı bile cümleyle zor ifade edilen bir kavram, sürekli devim ve akış halindedir. Aslında tam da kelime anlamını yansıtan serbestlik kadar sınırsızdır. Bir ormanda yakalamaya çalıştığımız kelebek gibi sonsuzdur ve bir paradokstur. Özgürlüğü düşünürken kendimizi sürekli döngü içerisinde buluruz. Yine de tanımlamamız gerekir. Google’a yazdığınızda karşınıza çıkan tanımlardan birisi:

‘İnsanın her türlü dış etkenden bağımsız olarak kendi istencine, kendi düşüncesine göre karar verme durumudur.’

Bu durumda ne kadar özgürüz? Ya da gerçekten o kadar özgür olmalı mıyız? Özgürlüğümüzün bir sonu olmadığını hayal etmek size de korkutucu gelmiyor mu? İnsanların her düşüncesini özgürüm adı altında gerçekleştirme hali. Bu durumda özgürlüğü ilk ele almamız gereken konulardan birisi özgürlük ve güvenli yaşamdır.


Özgürlük ve Güvenli Yaşam

Eğer güvenli yaşamak istiyorsam özgürlüğümden feragat etmeliyim. Özgürlüğümden feragat etmek ise istediğimi yapmayıp devlete karşı gönüllü kulluğu kabul ediyorum demektir. Yani doğduğumdan beri sahibi olduğum ne hak varsa hepsini bile isteye devletin ellerine veriyorum. O halde, bu durumda özgürlük ve güvenlik ikilemi karşımıza çıkmıyor. Devlet; bireyi yanlışlardan, kötü yola sapmalardan yasalar üzerinden koruyarak, özgürlüğün bize zarar vermesini engelliyor. Bu durum karşısında birey olarak hür irademle yaptığım eylemlerin sonuçlarını ben üstlenmiş oluyorum. Örnek verecek olursak; kapalı alanlarda sigara içmek yasaktır. Sigara içmek benim en doğal ve özgür hakkım iken yasaklar sonucu içmeyerek başka insanların zarar görmesi de engellenmiş oluyor. Böyle durumlarda devlet benim özgürlüğümü insanların sağlıklı yaşaması için engellemiş olur. Diğer yandan bakarsak; Afganistan’da bazı bölgelerde kız çocuklarının okula gitmesi yasaktır. Okula gönderilmeyen kız çocuklarının okumak en doğal hakkı iken ellerinden alınması hangi özgürlük ilkesinde vardır? O zaman biz kaderimize özgürce yön veren bireyler değiliz. Bu durumda özgürlüğü kader açısından incelememiz gerekir.


Özgürlük ve Kader

Özgürlük dediğimiz kavram bireyin tek başına ele alabileceği bir süreç midir? Üstteki örnekte verdiğimiz gibi siyasi otoriterler ‘iyi ve güvenli yaşama’ adı altında özgürlüğümüze sınır getiriyorlar. Kaderimizi kendi doğruları üzerinde belirliyorlar. Bizi kendilerine tutsak hale getiriyorlar. Bu durumda, kaderle özgürlük arasında bir paradoks her zaman vardır. Rollo May kitabında bunu şöyle tanımlar:

‘Kişinin kaderiyle her zaman bir paradoks halinde olan bu özgürlük, aşk, cesaret, onur gibi insani değerlerin temelidir. Özgürlük hedeflerimizle nasıl ilişki kurduğumuz ve kader de ancak biz özgürlüğe sahip olduğumuz için belirleyicidir.’

Özgürlüğü burada sadece kader kavramı ile ele aldığımızda özgür irademiz ile her şeyi düşünme, yapma gücüne sahip oluruz. Kader yaşamımızın belirleyicisidir. Doğduğumuzda bir kadere sahip oluruz ve önceden seçilmişlikler doğrultusunda yaşamımızı devam ettiririz. O zaman yaratılış amacımız nedir? İşte tam da burada özgür irademiz devreye giriyor. Evet, doğmak ve ölmek belli bir düzenin getirdiği yazgıdır ama hayatımızın kaderini seçimlerimiz doğrultusunda biz belirleriz. Seçimlerimiz bize doğru gelen şeylerdir. Sonuçlarında ise, ya başkalarına zarar veririz ya da iyilik yapmış oluruz. Bizim seçimlerimiz başka sonuçlar doğurur. Bu durumda, kader beni buna mecbur bıraktı ya da kaderimin getirdiği rolü oynuyorum durumları bizim için yanlıştır. Doğduğumuzda; büyüdüğümüz aile, çevre, coğrafya yapısı her ne kadar özgürlüğümüzün yapısını değiştirse de düşüncelerimiz hala bizimle. Düşünce özgürlüğümüzü elimizden alamazlar. Ruhumuzun derinliklerinde saklanan bu gizli bahçeye biz dışında kimse giremez.

Baktığımızda paradokslar tam da burada başlamıyor mu? Beni kısıtlayan bir yerde ne kadar özgür olabilirim? Ya da sonsuz özgürlüğe sahip olduğum yerde nasıl huzurlu ve mutlu yaşayabilirim? Beni sınırlayan hiçkimse yok ise (aile, eş, arkadaş, devlet vs.) ben bağımsızlığımı mı ilan etmiş oluyorum yoksa yalnızlığımı mı sergiliyorum bu hayatta. İşte, bu paradoksta ne zaman özgürlüğü düşünsem aklıma Bukowski’nin şu sözü gelir:

‘Ve sabahları kimse sizi uyandırmadığında, geceleri kimse sizi beklemediğinde ve ne dilerseniz yapabildiğinizde, buna ne dersiniz, özgürlük mü, yoksa yalnızlık mı ?’