Pi: Matematik, Sayılar Ve Delilik
Var olmayan bir şeyi aradığınızda, ona yaklaştıkça daha da delirirsiniz.
Pi, 1998 yılında gösterime çıkan ve drama, gerilim, bilim kurgu gibi unsurları bize sunan bir yapım. Oldukça olumlu eleştiriler alan filmin, IMDb'de 8 ödülü ve 12 adaylığının olduğunu görebiliyoruz. Ünlü yönetmen Darran Aronofsky, filmde yüksek kontrastlı siyah beyaz bir görüntü tercih etmiş ki bence filme gayet uymuş çünkü tuhaf bir şekilde bu görüntü formatının filme uyumlu olduğunu hissediyorsunuz, en azından benim için öyle oldu. Darren Aronofsky'nin kendisinin yazıp yönettiği filmde Sean Guilette, Manhattan'da bulunan Çin Mahallesi'ndeki bir apartmanda yaşayan, işsiz bir sayı teorisyeni olan Maximillian Cohen'i canlandırıyor.
Ee, Pi 3,14 Tamam, Peki Film Ne Anlatıyor?
Filmin delilik ve dahilik üzerine bir çalışma olduğunu söyleyebilirim ki Max bu ikisi arasındaki ince çizgi üzerinde kaybolmuş birisi. Bu kaybolmuşluğunun nedeni ise matematik ve sayılar. Max, doğadaki her şeyin sayılar aracılığıyla anlaşılabileceğine ve ifade edilebileceğine, doğanın her yerinde kalıplar olduğuna ve de matematiğin evrenin dili olduğuna inanmaktadır. Eğer bunlar çözerse işte o zaman her şeyi tahmin edebilecektir. Daha da önemlisi, borsada örtülü bir modelin, küresel ekonomiyi temsil eden bir tür büyük sayının var olduğuna kendini inandırmıştır. Küme (Histamin) baş ağrıları, aşırı derecede paranoya, halüsinasyonlar ve çok da yaygın olarak olarak rastlanmayan şizoid kişilik bozukluğu olmak üzere bir çok hastalıktan muzdariptir. Dairesinde "Euclid" (Öklid) adını verdiği özelleştirilmiş bilgisayar ve çeşitli ekipmanları ile dolu bir odada, üç kilitli bir kapının ardında barikat kurarak (bu önlemleri bozuk ruh hali ile bağdaştırabiliriz) yaşıyor. Pek sosyal bir hayatı yoktur, hayatındaki insanlardan birisi ara sıra ziyarette bulunduğu matematik hocası Sol Robeson'dur. Bu buluşmalarda bazen "Go" adında satrançtan daha da derin olan bir oyunu oynarlar. Diğer isimler ise yaşadığı apartmandaki komşularıdır. Kendisinin karmaşık hesaplama yapabilme yeteneğinden etkilenen küçük bir kız olan Jenna ve yan dairede yaşayan, ara sıra onunla konuşan genç bir kadın olan Devi'dir.
Max bu hastalıklara rağmen bir hayli zekidir. Matematik ve sayılar üstüne olan bu dehasını, yukarıda da bahsettiğim bilgisayarı Euclid aracılığı ile kullanmakta zorlamaktadır. Euclid'te hisse senedi tahminleri yapmak üzere programlamalar yapıyor, onları test ediyor ve örüntüler arıyor. Bir gün Euclid, 216 haneli rastgele bir sayı ve mevcut değerinin onda birine denk tek bir hisse senedi seçimi yazdırır, sonra da çöker. Max bu duruma sinirlenmesinin ardından öfkeyle Euclid'in çiplerine vurur ardından çıktıyı çöpe atar. Fakat tam 216 basamaklı olan bu hatayı merak eder. Ertesi sabah Euclid'in seçiminin doğru olduğunu öğrenir ancak çıktıyı bulamaz. Max, hocası Sol'e gider ve sayıdan bahseder. Sol sinirlenir ve 216 basamaklı olup olmadığını sorar. Ne tesadüftır ki yıllar önce aynı sayıya rastladığını açıklar. Sol ona evrenin anahtarı işini bırakmasını söyler. Bilimden uzaklaşıp numerolojiye yöneldiği konusunda uyarır. Ama herkes öyle düşünmemektedir. Bir gün telefonu çalar ve bu telefon Max'i bir yolculuğa sokacaktır. Bir yandan Wall Street'teki güçlü yatırımcılar onun keşfini ve dehasını kendi çıkarları için kullanmak isterken, bir diğer yandan tanıştığı Lenny Meyer adında bir Yahudi, Tevrat'ın Tanrı'dan gönderilmiş bir şifre olabileceğine ve Tanrı'nın adını içerebileceğine inanmaktadır. Bu yüzden bir takım sırları açığa çıkarmak için Max'in çalışmalarına ilgi gösterirler. Ancak bu yolculuk, Max'i zihninin karanlık köşelerine sürükler ve gerçeklik ile delilik arasındaki sınır giderek bulanıklaşır.
Filmimiz Neden Yüksek Kontrastta Siyah-Beyaz Bir Dünyada Geçiyor?
Yönetmen Aronofsky, izleyicinin dikkatini başarılı bir şekilde karakterlerin içsel dünyasına ve psikolojik gerilim unsurlarına çekiyor. Karşılaştığımız bu yüksek kontrastlı görüntüler ve filmin hızlı kurgusu, aslında Max'in zihinsel durumunu ve artan paranoyasını yansıtıyor. Kamera hareketleri montajla birleştiğinde biz seyircilere bir kaos sunulmak. Yani şöyle diyebiliriz; siyah ve beyazın getirdiği sadelik, kamera hareketleri ile montajın yarattığı bu huzursuzluk ile düzen ve kaos ikilemini bizlerin gözleri önüne seriyor.
Gerilim Dolu Müzikler ve Sesler
Clint Mansell tarafından bestelenen müzikler, filmin en başından itibaren hissetiğimiz o gerilim dolu atmosferi adeta tamamlıyor. Elektronik müzik ve endüstriyel sesler, Max'in zihnindeki kaosu ve matematiğin soğuk, mekanik doğasını yansıtıyor. Onun hal ve hareketleri ile yaşadığı sıkıntıları göz önünde bulundurarak ses tasarımı tarafını ele alır isek, sürekli tekrarlanan uğultular, tıkırtılar ve çeşitli ses efektleri aslında bizleri onun akıl almaz dünyasına dahil ediyor.
Sonuç
Pi, birçok derin temayı ele alan ve sadece bir matematikçinin hikayesini değil, aynı zamanda insanın bilgi arayışının beraberinde getireceği tehlikeli ve saplantıları anlatan bir film. Matematik ve doğa arasındaki bağlantı, delilik ve dahilik, evrendeki düzen ve kaos, bilinç, dini açıdan mistisizm ve insanın bilgi arayışı gibi konular film boyunca işleniyor.
Max'in bu yolculuğu, aslında insanın varoluşsal sorularına ve bu soruların yanıtlarını ararken karşılaştığı tehlikelere bir bakış sunuyor. Film, ele aldığı bazı noktalarla hatta özellikle Max aracılığıyla biz izleyicileri düşünmeye ve kendi hayatımızdaki motifleri ve anlamları sorgulamaya teşvik ediyor. Bunu yaparken bizleri hem zihinsel hem de duygusal olarak zorlu bir sürece sokuyor. Kesinlikle izlenmesi gereken bağımsız bir film klasiği olan Pi, matematiği sevin ya da sevmeyin, ilginiz olsun ya da olmasın sizlere unutulmaz bir deneyim yaşatacak kült bir başyapıttır.