Prenses Kaguya Masalına Eleştirel Yaklaşım
Japon halk masalı Prenses Kaguya'yı ayrıntılı bir şekilde incelediğim yazımla hepinize iyi okumalar dilerim.
Prenses Kaguya’nın hikayesi kimine göre dünyanın en eski bilim kurgu masalı, kimine göre o dönem Japon halkının sahip olduğu toplumsal yapıya biri eleştiri, kimine göreyse umutsuz bir aşk masalıdır. 10. yüzyıl Japon halk masalı olan Prenses Kaguya, aydan dünyaya gönderilmiş bir prensestir ve kimliğinin bilinmemesiyle birlikte dünyadaki yaşantısı başlamış olur. Hikaye her ne kadar basitmiş gibi gelsede, 10. yüzyılda hala savaşların ve hastalıkların dünyayı şekillendirdiği bir dönemde, böylesi yazılmış bir kurgu masalının olduğunu düşünmek insanı hayretler içerisinde bırakıyor.
Prensesimiz, aydan dünyaya gönderilmiştir. Dünyada kim olduğunu hatırlamadan bir bambu ağacının içinde ışıklar saçarak gözlerini açar. Burada, bambu kesen bir adam tarafından bulunur ve Prenses’i cennetin bir hediyesi olarak görür. Çocuğu olmayan bu bambu kesicisi ve eşi, Prenses’i kendi çocuğu gibi büyütmeye karar verir. Prenses inanılmayacak bir hızla büyürken, ailesi ona sahip oldukları bütün sevgiyi verirler. Babası şans eseri bambu kesmeye gittiği bir gün, Prenses’i bulduğu bambu ağacını bulur ve yine şans eseri bu ağaçtan Preneses’in ihtiyacı olan altın ve kumaşlara ulaşabileceğini keşfeder. Bunu cennetten bir işaret gibi algılayarak kızı için her şeyi yapmaya kara veren aile, zamanla şehirde bir ev inşaa ettitir. Kızının gerçek bir prenses gibi yetişmesi için elinden geleni yapan baba, kızının eğitimi ve hizmeti içinde ne gerekiyorsa cömertçe karşılar.
Bu esnada Prenses ve annesi hallerinden memnun bir şekilde dağlarda yaşamaya devam ederler. Burada özgürce, arkadaşlarıyla eğlenerek ve doğayla iç içe büyüyen Prenses, dağları terk edip şehire göçeceklerini öğrendiğinde büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Dostlarından, doğada özgürce düşüp kalabildiği hayatıdan vazgeçmek istemez. Ama yine de ailesini üzmemek için elinden geleni yapar. Şehirde her şeyin en lüks haliyle yaşayarak gerçek bir prenses olmak için eğitilir. Nasıl bir hanımefendi olunulacağını öğrenirken, sahip olduğu özgürlüğü kaybetmeye başlar ve toplumun dayattığı güzellik algılarına ve kadınlık kurallarına uymaya zorlanır.
Prenses, istenilen özelliklere zamanla sahip olup herkesin isteyeceği güzel ve donanımlı bir kadın haline gelirken, benliğini kaybettiği için içine kapanmaya başlar. Büyüdükçe dillere destan olacak bir güzelliğe bürünmeye başlar. Zaman içinde Prenses Kaguya’ya ülkenin en zengin ve asil beş bekarı talip olur. Prenses’e, ulaşılması neredeyse imkansız olan hazineler üzerinden methiye düzerek kalbini kazanacağını zanneden bu beş asil hiç beklemedikleri bir şeyle karşılaşırlar. Prenses, kıvrak zekasıyla hepsini oyalayacak ve kendisini karşılaştırdıkları bu nadir hazineleri ona ilk getirenle evleneceğini ilan eder.
Doğa içinde, arkadaşlarıyla mutlu ve özgürce yaşamaya hasret içinde kalan Prenses, bu şekilde bir müddet daha başkalarının olmadan yaşamaya devam eder. Fakat istediği hayatı yaşamaktan çok uzak bir şekilde zaman geçtikçe, Prenses’in kalbini hüzün ve özlem kemirmeye başlar. Üç yıl sonra hediyeleri bulduğunu iddia ederek dönen asil bekarların hepsinin yalan söylediği ortaya çıkar ve Prensesle evlenme ümitleri tamamiyle yıkılır. Bütün bunlar Prenses’in şanına şan katar ve isminin ülkenin dört bi yanında duyulmasına neden olur. En sonunda imparatorunda kulağına giden bu ün, Prenses’in hiç istemediği olaylar silsilesinin başlamasına sebep olur.
Kaguya imparatoru da reddeder. Fakat bu imparatorda ona sahip olma isteğini daha da artırır ve Prenses’i zorla sarayına götürmeye çalışır. Bu olaylar, Kaguya’nın canına tak etmesine sabep olur ve içinde kopan isyan ateşiyle farkında olmadan Ay’daki halkına onu gelip almaları için haykırmış olur. Böylece kendisinin de nereden geldiğini hatırlayan Kaguya, her şey için geç kaldığını fark eder. Halkının geleceği güne kadar sevdikleriyle ve ailesiyle vakit geçirmeye çalışan Kaguya, dünyada yaşamanın gerçekleriyle de yüzleşmiş olur.
Ayın tek düze renkli hayatında hüzne ve diğer duygulara yer yokken, dünyada işler daha farklıdır. Burada sevgi, heyecan, mutluluk ve aşk gibi güzel duygular vardır ve yine her duygu zıttı ile birlikte mevcuttur. Mutlu olduğunu bilen bir insan bunu, hüznü taddığı için bilir. Tek düzeliği tecrübe ettiği için, heyecan duygusunun ne kadar güzel olduğunun farkında olur. Bağ kurmanın neler hissettirdiğini bildiği için ayrılığın kalbini nasıl parçaladığını bilir.
Aslında Ay halkı, duygulardan ve hissetmekten korkup kendini izole etmeyi seçen insanların bir tür alegorisidir. Bunun tam tersi olan dünya insanı ise üzülmeyi, korkmayı ve diğer olumsuz hisseleri tecrübe edeceğini göze alarak mutluluğu, sevgiyi, aile ve arkadaş bağları kurma gibi olumlu duyguları yaşamayı tercih eder. Aslında tüm hayatımız yaptığımız tercihlerimizin sonucudur. Ancak her duygunun zıttıyla var olduğunu kabul ederek yaşamaya cesaret eden insanlar gerçek mutluluğa ulaşabilirler. Güzelin yanında çirkinin de var olduğunu, mutluluğun yanında hüznün de var olduğunu kabul etmek istemeyen insanlar kendi hayatlarında da bir figuran olarak yaşayıp, günlerini doldurarak yok olacakları zamanı beklerler.
Bu Japon masalı dünyaca ünlü Stüdyo Ghibli tarafından beyaz perdeye dökülmüştür. Her ne kadar Ghibli denildiğinde akla ilk gelen isim Hayao Miyazaki olsada, bu filmi biz sinema severlerin beğenisine sunan isim Miyazaki’nin can dostu olan Isao Takahata’dır. Kendisi, hepimizin çocukluğunun bir parçası olan Heidi’nin yapımcısı ve yönetmenidir. Ayrıca dünyanın her köşesinde beyaz perde severlerin kalbinde buruk bir acı oluşturup unutulmaz bir klasik haline gelmiş olan “Ateşböceklerinin Mezarı” filminin de yönetmenidir.
Takahata, Prenses Kaguya masalını beyaz perdeye taşırken alışık Ghibli filmlerinin tarzında kalmayı reddeder. Filmin her sahnesi, usta bir ressamın fırçasından çıkmış ve suluboyayla resmedilmiş gibi gözükür. Prenses Kaguya’yı izlerken hem Japon halkının kültürünü keşfe çıkma şansını elde etmiş oluruz hem de kırsalda yaşayan insanların hayatlarına uzaktan misafir oluruz. Aslında Takahata, filmdeki toplumun sıkı kurallarına harfiyen uyarak ve beklentilerini karşılamak için kendi benliğinden vageçerek yaşamak zorunda kalan Prenses üzerinden, toplumsal bir eleştiri yapmaktadır. 1100 yıl önce yazılmış bilim kurgunun atası diyebileceğimiz bu eser, hem kitap severleri hem de sinema severleri ortak bir paydada buluşturmayı başarmıştır. Eğer sizler de 10. yüzyıldan günümüze kadar gelmiş bu Japon hayalgücünü keşfetmek istiyorsanız Prenses Kaguya masalını okuyabilirsiniz veya görsel olarak şölen sunan filmini izleyebilirsiniz.