Püritenizmin İki Yüzlülüğü

Avrupa'nın Karanlık Geçmişi: Püritenizm

Püriten, 16. ve 17. yüzyıllarda I. Elizabeth'in İngiliz Kilisesi'nde başlattığı reformist harekete karşı çıkan, kendisini saflığı aramak olarak tanımlayan bir Protestan doktrin ve ibadet şeklidir. Protestan teolojide, özellikle de Kalvinist kollarında daha "püriten" bir ahlak vardır ve bu ahlak anlayışında dünyanın tamamı bir manastıra dönüşür. Ancak bu ahlak anlayışı, mükafatın ve cezanın bu dünyada, kişinin çalışması sonucu karşılığının verileceği inancına dayanır. Kişinin bu dünyadaki hayatının Tanrı tarafından ondan beklenen bir "çağrı" olarak kavrandığına ve bütün hayatının bu çağrıya karşılık gelen bir "ödev" ile yükümlü olduğuna inanan Püritenler, bir tür kaderin önceden belirlendiği bir ruh haliyle yaşarlar. Kimse kurtuluşa ereceğinden ve çağrıya kurtuluş için gerekli ödevleri yaparak karşılık verip veremediğinden emin değildir.

Gutzon Borglum, Amerikan sanatı ile ilgili olarak püritenizmden bahsederken şunları söylüyordu: "Püritenizm bizi çok uzun süredir benmerkezci ve ikiyüzlü hale getirmiştir; dürtülerimizin doğal yanlarına duyduğumuz saygı ve içtenlik elimizden koparılıp alındığı için, bizim sanatımızda ne hakikate rastlayabilirsiniz ne de bireyselliğe."

Püritenizm, sabit ve değişmez bir hayat anlayışına dayanır; hayatın insana Tanrı’nın gazabıyla dayatılan bir lanet olduğu şeklindeki Kalvinist fikir ile temellenir. İnsan, kefaretini ödemek için sürekli nedamet getirmeli, doğal ve sağlıklı olan her türlü dürtüsünü bastırmalı ve güzelliğe sırtını çevirmelidir. Bunları yaparken büyük bir neşe duymaya da devam etmelidir.

Püritenizm, İngiltere’deki dehşet egemenliğini on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda, sanatın ve kültürün her türlü tezahürünü yok ederek kurmuştur. Kültür şehri olan Boston, püritenizm yıllıklarına ismini 'Kanlı Şehir' olarak kazımıştır. O kadar ki caiz görülmeyen dinsel fikirleri zalimce cezalandırışında Salem’e rakip çıktığı bile söylenebilir. Commons’ta bir kadın, düşüncesini özgürce ifade ettiği için kollarında bebeği ile halkın ortasında kırbaçlanmıştır; 1659’da aynı direkte başka bir Quaker (mevcut Hristiyan mezheplerinden ve tarikatlarından memnun olmayanlar) kadın olan Mary Dyer asılarak idam edilmiştir.

Yirminci yüzyılda püritenizm, özgürlüğün ve güzelliğin düşmanıdır. Sinsi tarafıyla en derin duygularımızı çiğnemeye kalkar fakat insan duygularının gerçek işlevlerinden tamamen bihaber olduğu için en dile getirilmez alçaklıkların doğrudan yaratıcısı haline gelir.

Çileciliğin tarihi bu gerçeğin doğrulanmasından başka bir şey değildir. Püritenizm gibi kilise de teni kötü saymıştır; ten, ne pahasına olursa olsun gizlenmeli ve nefis boyunduruk altında tutulmalıdır. Püritenizmin ruhu insan zihnini o denli saptırmış ve iffetli olmaya zorlamıştır ki insanlık çıplaklığın güzelliğini takdir etme yetisini çoktan kaybetmiştir. Oysa iffet, insan formunun sahte bir utanç ifadesi olarak, doğaya yapay olarak giydirilen bir örtüden başka bir şey değildir.

Püritenizm, evli olmayan kadınları doğal cinsel dürtülerini bastırmaya zorlarken, evli 'kız kardeşini' kutsar. Bu kız kardeşini, geniş bir aileye bakabilecek imkanı olup olmamasına aldırış etmeden sürekli çocuk doğurmaya zorlar. Bilimsel yolla saptanmış en emin yöntemlerle bile korunma kesinlikle yasaklanmıştır; bu konunun bahsinin geçmesi bile suçlu ilan edilmeye, ceza almaya yeterlidir. Püritenizmin bu zorbaca egemenliğinden dolayı kadınların çoğunluğu kendilerini fiziksel kaynaklarının tükenmesinin eşiğinde bulurlar. Hasta ve yıpranmış bir bedenle her şeyden önce kendilerinin en temel bakımını bile sağlayamaz hale gelirler. Ekonomik baskılara ek olarak bu durum pek çok kadını iyi yaşamayı gözetmek yerine, azami tehlikeleri göze almaya iter.

Püritenizmin neredeyse sınırsız olan kötülük yeteneğinin ana kaynağı, siperlerini devletin ve yasaların arkasına kazımasıdır. Bütün sahtekarlığıyla halkı 'ahlaksızlığa karşı kollama' rolünü oynayarak, yönetim aygıtını ele geçirmiş ve ahlak bekçiliğini zorla üstlenme işlevine, insanların görüşlerini, duygularını ve davranışlarını hukuksal yollarla sansürleme rolü de eklenmiştir.

Aslında en değerli zevkler arasında yer alan sanat, edebiyat, tiyatro ve mektup mahremiyeti, tamamen bu insafsız tiranın mahremiyetine kalmıştır. Hayatlarımızın en temel meselelerine eğilen ve gözlerden saklanmış problemlere ışık tutmaya çalışan kitaplar, yasal zeminde suçlu sayılmışlar ve bu eserlerin yazarları ya hapse atılmış ya ölüme mahkûm edilmişlerdir.

Hippolyte Taine’nin dediği gibi her gerçek özgür ruh, "püritenizmin kültürün, felsefenin, mizahın ve iyi insanlığın ölümü olduğu"nun farkına varmaya başlamıştır.

Kaynak:

If I Can't Dance I Don't Want To Be Part Of Your Revolution, Emma Goldman

The Psychology of Sex, Havelock Ellis