Randevu (II)

Hayatında başkalarına ayıp etmemek için çabaladığından, aslında en büyük ayıpları hep kendisine etmişti. Haberi yoktu.

Kafayı yemek üzereydi. Aklındaki sorulara hala bir cevap bulamamıştı. Ve telefondaki gizemli kişiyle buluşmasına bir saatten az kalmıştı. En son çaresizlik içinde hazırlanmaya başlaması gerektiğine karar vererek banyoya gitti. Aynada kendine baktı. Sakallarının uzunluğuna şaşırmıştı. Sakallarını hiç bu kadar uzatmamıştı daha önce. Çekince boynunun yarısına kadar uzanan bu sıkı, kıvırcık sakallar ne ara bu hale gelmişlerdi. Bu halde bunca zamandır nasıl insan arasına çıkıp gezmişti? Daha fazla, sakallarıyla yaşayamazdı. Hele bir kadınla bu sakallar o yüzdeyken buluşamazdı. Hemen tıraş makinesini eline alıp sakallarının yüzündeki egemenliğine son vermeye başladı. Çok uzun ve sık oldukları için bu işlem normalden uzun ve zaman zaman can yakıcı olsa da beklediğinden daha çabuk bir şekilde sakallarından kurtulmuştu. Tıraş losyonunu sürdükten ve iyi bir görünüme kavuştuktan sonra saçlarını jöleledi ve banyodan çıktı. Hemen, yatak odasına hızlı adımlara gitti. Daha yarım saati olmasına rağmen nedense içinde bir geç kalmışlık hissi vardı. Bundan dolayı hızlı hareketlerle gardırobunun kapağını açtı. Ama gördükleri karşısında hayal kırıklığına uğradı. Giyimine özen gösteren biri olmasına rağmen gardırobu neredeyse bomboştu. Gardırobun içindeki birkaç kıyafet vardı ve onlar da oldukça kokuşmuştu. Bu kadar kıyafet nereye kayboldu diye sordu kendi kendine. Tam o sırada odasının karşısında bulunan ve ağzına kadar dolu olan kirli sepetini gördü. Üstelik sepetin etrafı kirli çamaşırlardan oluşan bir tepecikle çevrelenmişti. Gördükleri karşısında kendinden nefret ederek, kendisine birkaç küfür savurdu. Nasıl olur da bu kadar pasaklı olabilirdi? Aklı almıyordu ama bu durumu kabullenememeye de zamanı yoktu. Neyse ki özel günlerde giydiği takım elbiseleri dolabındaki özel köşelerinde temiz bir vaziyette asılmaktaydılar. Onlardan en sevdiği, papyonlu tek takım elbisesini alıp hemen üzerine giydi. Hazırlanması bittikten sonra aynanın karşısına geçip kendini baştan aşağıya süzdü. Damat gibi olmuştu.  Kombini kafede bir hanımefendi ile buluşmak için fazla abartılıydı ama başka şansı da yoktu. Aynada uzun uzun kendisiyle bakışırken telefonu çaldı. Arayan yine aynı bilinmeyen on bir haneli numaraydı.

-       Vedat ben gelmek üzereyim. Sen ne yaptın?

-       Hazırlandım. Şimdi çıkıyorum evden.

-       Tamam canım. Her zamanki masamıza otur. Ben beş dakikaya yanındayım.

-       Ta… ta… tamam.

-       Bye bye!

 

 “Her zamanki masamız” bu cümle Vedat’ın şaşkınlıktan kaskatı kesilmesine sebep olmuştu. Kim olduğunu bilmediği bu esrarengiz kadınla bir de Sis’te düzenli oturdukları bir masaları mı vardı? Çıldırmak üzereydi. Bu nasıl olabilirdi? Acaba birileri ona kötü bir şaka mı yapıyordu? Dayanamadı. Anahtarını alır almaz evden hızlıca çıktı. Asansörü beklemeden koşar adım merdivenleri indi ve oturduğu apartmanın hemen altında bulunan Sis isimli kafeye girdi. Kafenin kapısından içeri girdiğinde hangi masanın, kendi masaları olduğunu bulmak için etrafına bakındı. Ne yazık ki koca kafede sadece tek bir masa boştu. Mecburen gidip o masaya oturdu. Bu duruma içten içe sevinmişti. Çünkü mecburiyetten bu masaya oturmuştu ve yanlış masaya oturmuş olsa bile elinde kendisini savunabilecek çok sağlam bir argümanı vardı. Çok geçmeden kafenin kapısından içeri uzun boylu, kaküllü, güzel bir kadın girdi. Vedat’ı görür görmez onun yanına geldi ve sarıldılar. Ardından Vedat’ın karşısındaki sandalyeye oturdu. Kadının adeta gözlerinin içi gülüyordu. Vedat gördüğü manzara karşısında çok etkilenmişti. Ama kadını tanımıyordu. Hatta kadını ilk defa gördüğüne yemin bile edebilirdi. Hayranlığını ve şaşkınlığını gizlemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Vedat mimikleriyle savaşırken garson masalarına geldi ve ne istersiniz diye sordu. Vedat iki tane amerikano istediklerini söyledi ve garson yüzündeki ufak bir şaşkınlık ifadesiyle siparişleri kasaya söylemeye gitti.

-       Vedat nasılsın?

-       İyiyim, sen?

-       Ben de iyiyim. Hayat nasıl gidiyor? Neler yapıyorsun görüşmeli?

 Vedat, tanımadığı ama sesinden ve görünüşünden etkilenmeye sürekli devam ettiği kadınla yaklaşık bir saat sohbet etti.  Sohbetleri esnasında sürekli kadının kim olduğunu belli etmesi için ipuçları aradı: Adının ne olduğunu, nereli olduğunu, kadının kendisini nereden tanıdığını… ama bulamıyordu. İşin tuhafı kadının anlattıkları Vedat’a oldukça tanıdık geliyordu. Kadının her cümlesinde adına dejavu denen hadiseyi yaşıyordu. Sohbet esnasında beynindeki kancalar azalmaktan ziyade artıyordu. O her ne kadar kadınla görüşünce kafasındaki soru işaretlerinin silineceğini zannetse de öyle olmuyordu. Soru işaretleri artmaya, kancalar batmaya devam ediyor, Vedat ilk telefon konuşmasındaki gibi cesur olamadığı ve “ayıp etmeme” düsturunu devam ettirdiği için Vedat’ın canı yanmaya devam ediyor; üstelik, bu sefer acının dozu gittikçe artıyordu. Vedat çektiği acılara daha fazla dayanamayınca ve kadının kim olduğunu bulmak için girdiği iç mücadelesinde pes edince, kadına bir işinin olduğunu ve gitmesi gerektiği yalanını söyleyerek, kadınla vedalaştı ve masadan kalktı. Kasaya giderek hesabı ödedi ve ardından yaşadığı bu tuhaf günün etkisinden kurtulmak için evine gitti. Vedat’ın gidişinin ardından boşları toplamak için masaya gelen garson, masadaki iki bardaktan birine hiç dokunulmamış olduğunu fark etti.