Romantizmin İlkeleri Nelerdir?
Dünya edebiyatında farklı rotalar belirleyen ve etkisini hala sürdüren romantizmin ilkelerine bir bakış atalım.
‘’Ben, Doğa, Düş, Aşk ve Din romantizmin beş ana yönüdür. Devrimden sonra Fransa gücünü yitirir: Toplum bedelini çok ağır ödediği, kahramansı ülkülerden vazgeçer ve yararcılığın etkisi altına girer. Geçirilen büyük değişimler sonucu, çağdaş insan, coşkulu ve hüzünlü bir niteliğe bürünmüş, acılı bir yetersizlik ve eksiklik duygusu içinde kıvranır olmuştur. Romantizm, doğduğu çağın akılcılığına ve maddeciliğine bir tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe yani sınırları aşmaya önem verir.’’ ( Çılgı, 2007, s.30-32.)
Romantiklerde tabiat en önemli özelliklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Geniş tabiat tabloları edebi eserlere Rousseau ile girer. Tabiat duygusu romantiklerde ayrıntılı tabiat tasvirlerinin yanı sıra medeni dünyadan, şehir hayatından kaçarak tabiata sığınma, içinde yaşadığı dünyadan memnun olmayıp ideal alem tasavvuru şeklinde belirir.
Yeni dünyalar arama ve hayali dünyalar inşa ederek bu yeni ortamlara sığınma arzusu romantik eserlerin belirgin özellikleri arasındadır. Bu kaçış, kır hayatına sığınma ya da uzak ülkelere, özellikle de doğuya yapılan yolculuklar olarak görülür.Tabiat bütün romantiklerin ve romantik edebiyatın ortak ve temel konularından birisi olarak kabul edilir. Onlar, usanmadan tabiata yönelir; kırları, ormanları, ağaçları, çiçekleri, hayvanları eserlerinde tasvir ederler. Onlar için tabiat eşsiz güzellikleri ile bulunmaz bir ilham kaynağı oluşturur. (Ünsal, 2015, ss.15)
Fert, romantik akımda kendisini diğer insanlarla birleştiren hususlarından çok kendisini başkalarından ayıran özellikleri ile işlenir. Klasik anlayışın ön plana aldığı genel insan anlayışını reddeder. Duygular ön plana alındığında ruh da söz konusudur. Aklın açık seçik gösterdikleri, duyguların bulanık dünyasına girer. Aklın netliği yerini duyguların değişkenliği ve belirsizliğine bırakır. Romantik sanat, temel gücü ve kaynağını sanatkarının ferdi duygu, heyecan, haya, ümit ve dış dünya karşısındaki intiba ve tepkilerden, yani zihninden ziyade duygularından alır. Merkez, sanatkârın kendi benidir.
Birey romantizm akımı ile ilk kez evrenin merkezine yerleştirilir. Sanatçı olağanüstü yeteneklere sahip bireysel bir yaratıcı olarak yeni bir açıdan değerlendirilir. Sanatçının ruhu, biçimsel kurallara ve geleneksel uygulamalara sıkı sıkıya bağlılıktan çok daha önemlidir. Onun birey olarak yaşadığı toplum ve bahsettiğimiz beniyle algıladığı bir dünya vardır. Romantizmin diğer özellikleri olan yalnızlık, melankoli, toplumdan kaçış, aşk gibi duygular hep benin içinde gerçekleşir. İşte bu bakımdan tek başına ferd olgusu romantikler için büyük bir önem taşır. (Ünsal, 2015, ss.16)
Din duygusu romantikler için dogmatik özellik taşımaz, bunun yerine insanın iç dünyasında mistik bir hava yaratan bir kavram olarak karşımıza çıkar. Burada din olgusu ile kastedilen Hıristiyanlıktır. Romantikler dinlerin özünü anlamaya, gerçeği bulmaya çalışmışlardır. Onlara göre dünyadaki bütün dinlerin, inanışların kaynağı doğadır. Romantikler insan doğasındaki mistik ve hayalin rolüne çok önem verirler. Romantikler, Hıristiyanlığın şiirsel bir din olduğuna ve insanların kalbine hitap ettiğine inanırlar.
Lirizm, romantizm akımın vazgeçilmez unsurlarından birisidir. Romantiklere göre, sanatkâr öznel olduğu ölçüde nesnel olabilecektir. Ancak romantiklerin çoğu, iddia ettikleri gibi, insanın ferdi ruh tecrübesinden evrensel ruh tecrübesine ulaşamamış, kendileri ile sınırlı kalmışlardır. Böylece romantizmle birlikte, klasik dönemin “epik şiiri” önemini yitirir ve “lirik şiir” ön plana çıkar
Romantizmdeki melankoli ve hüznün temel nedeni, insanın tutunduğu tüm sosyal, ahlaki, tarihi ve manevi değerlerini ihtilalde kendi eliyle yıkması; ihtilalin sarhoşluğu geçtikten sonra derin bir boşluğa ve yalnızlığa düşmesindedir. Her şeyin sonsuz bir yokluğa doğru gittiğini gören ve inanan sanatkâr, büsbütün şaşırarak çaresiz bir şekilde kendi iç dünyasına sığınarak, içindeki sızıyı dindirerek kendisini mutlu edecek hayali yerler arar. Romantiklerin eserlerinde sıkça rastladığımız hüzün duygusuna “mal du siecle” (asrın hastalığı) adı verilir. Nasıl mutlu olacağını bilemeyen, kendine dertlerini zevk edinen, acı çekmekten hoşlanan hasta bir duyuş tarzı gelişir. Romantikler eserlerindeki hüznü genel olarak kullandıkları bazı motifler aracılığı ile yansıtırlar. Bunlar: karanlık, gece, ay ışığı, sonbahar mevsimi, kasvetli doğa tasvirleri, mezarlık, yalnızlık, vb.dir.
Tasvir romantiklerin vazgeçemediği unsurların başında gelir. Ayrıntılı doğa ve insan tasvirleri dikkat çeken en önemli unsurlardır. Bunun nedenleri başında elbette ki romantiklerin insana ve tabiata verdikleri önem gelmektedir. Romantikler insanın hüzünlü iç dünyasını anlatırken romantizmin kendilerine sundukları bütün imkanlardan yararlanırlar. Onlara göre bir insanın ruh halini ya da tabiatı anlatırken, tasvir özelliğinden geniş ölçüde yararlanmak önemlidir. Romantiklerin kullandığı tasvir kişinin ruh hâli ve tabiatla iç içedir. Kişinin melankoli içindeki ruh hali, doğa tasvirleri ile pekiştirilir. Klasisizm akımına bir tepki olarak yeşeren romantizmin savunucuları, klasiklerin kullandığı dil ve üsluptan bir hayli bunalmışlardır. Öyle ki klasiklerin kullandığı dil doğallıktan oldukça uzak, üslupları ise fazla gösterişlidir. Romantikler, sanatçının özgürlüğünü kısıtlayan kural ve kaideleri reddederler. Eğer bir kelime ya da bir ifade, sanatçı tarafından eserde kullanılmışsa o güzeldir. Romantiklerin kullandıkları dil ve üslup, klasiklerinkine nazaran daha doğal ve daha ferdidir.