Room 8 Film Analizi

Ya kendimizi sıkışıp kalmış hissettiğimiz anlarda tahmin edemediğimiz kadar rahat ve özgürsek?

Rusya’da İngiliz bir adam hapishaneye atılır. Getirildiği nezarethanede bir adam vardır. Odaya giren adam etrafı ve yatağın üzerinde bulunan kitabı inceler. Sonra oturduğu yatağın yanında ilgi çekici kırmızı bir kutu vardır. Adam, kutuyu diğer adamın uyarısına rağmen merakına yenilerek kutuyu açar. Kutuyu açtığında sıra dışı durumla karşılaşan karakterimiz hapishaneden kaçabilmenin bir yolunu bulduğunu düşünür fakat olaylar hiç de düşündüğü gibi değildir.

Bilinmezliğe karşı duyulan arzu ve insanların acizliği çoğu zaman onları kötü durumlara ve olaylara sürükler. Bu kısa filmde seyircinin anlamlandırılmasına ve çözümlemesine sunulan pek çok gönderme var. Her biri farklı anlam ve mesaj taşıyor. Çözümleme kısmına baktığımız üzerine sayfalarca söz söylenebilecek detayları 7 dakika içine sığdırabilen muazzam bir kısa film. Oda numarasının 8 olması yedi kat olan gökyüzünün bir üst kademesi olarak yaratıcının bulunduğu yeri temsil ediyor olabilirken, oda içinde bulunan kutuya ithafen 8 rakamı yan çevrilince sonsuzluğu temsil eden bir sembol olduğu için de kullanılmış olabilir. Göndermelerden bir diğeri de İngiliz yazar Agatha Christie'nin "Nil'de Ölüm" kitabıdır. Yönetmen, Agatha'nın yapıtını göstererek zaten merak unsurunu, romanın gözükmesiyle bir çıta daha yükseltmiştir. Kırmızı kutunun yapılan tüm uyarılara rağmen açılmasından sonra olaylar başlar. Mekânın ve boyutların iç içe geçtiği ve paradoks oluşturulan bu sahnelerde toplumsal psikoloji, tabular, kurallar silsilesi gibi mesajları alt metinde gizlemişler. Sistemin dışına çıkmak isteyen, kurallara uymayı reddeden ve yaptıklarının cezasını çekmek istemeyip sisteme baş kaldırmaya çalışan hükümlülerin, hapis içinde hapis mantığı ile kibrit kutusuna hapsedilmelerini fakat hala kaçmaya çalışan, son ana kadar da kaçınca kurtulacağını sanan insanların yaşadığı hayal kırıklığı ve o son umutlarını gözler önüne seriyor. Merak duygusu ile başlayan yolculuk kötü bir halde sonlanıyor. Aslında özgür olmadığını düşünürken, önüne sunulan o kutuyu yapılan ikazları dinlemesine rağmen açmasaydı o küçücük kibrit kutusuna sıkışıp kalmazdı. Ya kendimizi sıkışıp kalmış hissettiğimiz anlarda tahmin edemediğimiz kadar rahat ve özgürsek ve bir kaçış yolu arayıp bulduğumuzda eskisinden daha da kısıtlanmış bir hale geliyorsak? Sonsuzluk hayallerinin yerini kibrit kutusu içerisinde hapsolmaya mahkûm kalan insana bırakması hayatı en iyi şekilde ifade ediyor. Kutuyu açmasındaki tek sorun merakına ve özgürlük hislerine karşı gelemeyip olduğu duruma aykırı davranışlar sergilemesi. Fakat insan denen yapı da hep böyledir zaten. İçimizde bulunan o merak duygusuna en ufak bir hamle ile yenik düşünce her şey daha da kötüye gidiyor. Sadece kutunun içindeki o mucizevi olayı görüp kutuyu bir daha açmamak üzere kapatabilir miydi? Sanmıyorum. İnsanlar hep daha fazlasını isteyerek bulundukları durumdan kendilerini kurtarmaya odaklılar.

Belki de kutu, diğer insanların veya toplumun yarattığı dünyanın zihinsel temsilidir ve biz onun içinde doğarız. Onunla uğraşmamamız için sürekli olarak uyarılırız. Karakterimiz kutunun dışında yani farklı bir şekilde düşünmeye çalışır. Ona ulaşır ve bu düşünce hali onu aynı zamanda kendi benliğine de ulaştırır. Düşünen bireylerin doğa ve toplum tarafından kendileri için belirlenmiş sınırların ötesine geçmek istedikleri gibi, kendilerini hapishaneden kurtarmak isterler. Fakat çok uzağa gidemezler ve bu hiç bitmeyen döngüdür. Bir şekilde hepsi benzer bir kadere sahip olan diğer insanlarda da sonsuza dek devam eder. Bu kısa film o kadar çok yönlü ki barındırdığı ve vermek istediği bir sürü mesaj var ve farklı farklı yorumlanabilir.