Rus Biçimciliği

Rus Biçimciliği'ne kısa bir giriş.

"Çünkü bu dil alıştığımız kullanmalık dilden farklıdır."

Edebiyat incelemesinin kendine özgü bir yönteme dayandırılması gerektiğini düşünen Rus Biçimcileri, 19. yüzyıl eleştiri yaklaşımlarındaki gibi ne sanatı duygu anlatımı olarak ele alıyor ne de sanatın bir başka meseleyi anlatma derdinde olan bir uğraş olduğu düşüncesiyle farklı disiplinlere başvuruyorlardı. Bu doğrultuda onlar, salt eserden hareket ederek biçimsel özelliğe odaklanıp, yazınsallığın ne olduğu sorusunu sordukları zeminde kuramlarını oluşturdular.

Rus Biçimcileri, günlük dil bir şey bildirmeye, anlatmaya, betimlemeye yarayan bir araçtır der ve bizim bu dili kullanırken dilin bilincine varamadığımızı; bu dilin kendisini değil işaretlediği öteki göstersel, duygusal ve buna benzer diğer işaretlenenleri algıladığımızı söylerler. Öte yandan sanatçının bu dili bozarak şeklini değiştirdiğini, alışılmışın dışında bir biçime soktuğunu; baktığımızın, dilin işaretlediği değil bizzat kendisi (oluşturulan özgün biçimi) olduğunu ve bununla beraber günlük dilin alışılan otomat özelliğinden uzaklaşıp bizi dilin kendisiyle bir deneyimin içine soktuğunu ileri sürerler.

“Biz dış dünyaya, nesnelere, davranış ve düşünüş biçimlerine baka baka bunları kanıksarız. Şiir ise kendine özgü dili sayesinde bu kanıksamayı sarsarak, nesneleri, davranışları, düşünceleri ve duyguları taze bir bakışla yeniden görmemizi, yeniden algılamamızı sağlar."

Bu yaklaşımının kuramsal çerçevesini görmek ve daha iyi anlamak adına Berna Moran’dan alıntılayacağımız, Roman Jakobson’ın ortaya koyduğu iletişim dili öğeleri şöyledir:

“Jakobson bir iletişim eyleminde altı öğenin yer aldığını söyler. Bir kere bir “gönderici” vardır. Karşısındaki ile konuşurken sözü söyleyen ya da dersi anlatan ya da mektubu, raporu, romanı vb. yazan kişidir. Göndericinin söylediği veya yazdığına “bildiri” diyoruz. Bu bildirinin bir “alıcı”sı var tabii. Bu üç öğenin dışında, bildirimde anlamın oluşması için başka öğelere de gereksinme var. Bildirinin aktarılması için bir “iletici” gerekir. Bu iletici elektronik olur, yazı olur, söz olur vb. Bildirinin alıcı tarafından anlaşılabilmesi için ortak bir kod ile (ortak bir dil, örneğin) ifade edilmesi gerekir. Altıncı öğe ise bildirinin göndergesini oluşturan “bağlam”dır.” (Moran: 2018)

Jakobson’ın formüle ettiği bu iletişim dili öğelerinde bildiri kendisi dışında diğer beş öğeye ya da kendisine işaret edebilir. Gündelik dilde bildiri genelde kendisi dışında bir öğeye işaret eder. Örneğin “Dersler çok ağır, çalışıyorum ama beceremiyorum” gibi bir cümlede bildiri, göndericinin kendisine yöneliktir. Bu bildiri söyleyen kişinin duygusunu, bu durum karşısındaki tutumunu gösterir. Öte yandan “Kalk, ders çalış” gibi bir cümlede bildiri, alıcıya yönelik harekete geçirici bir emirdir. Bir diğer örnekte ise “Kars, Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan bir ilimizdir” cümlesinde bildiri, göstersel bir anlam taşır. Ancak bildiri, bu verdiğimiz örneklerdeki gibi kendisi dışında diğer beş öğeden birine değil de kendisine yönelik olursa işte o zaman işlevi şiirsel olur. Bu durumda bildiri artık yukarıdaki gündelik işlevi dışına çıkar ve dikkati kendi üstüne çekecek biçimde malzemesi olan dil ile kendine yönelik olur. Buna Melih Cevdet Anday’ın "Gelinlik Kızın Ölümü" adlı şiirinden aşağıdaki dizeleri örnek olarak verebiliriz.

“Yemeni gibi üstünde tabutun,

Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü.”

Burada şair, “Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü” diyerek, “alışılmamış bağdaştırma”ya başvurup ağaçsız olabilecek toprak yerine gökyüzünün ağaçsız ve bununla beraber gölge veren bir şey olduğunu söylüyor. Sonra onu, bir nevi tülbent olan “yemeni”nin işlevselliğine benzetip hem gölge veren hem ağaçsız bir gökyüzünden ve onun hiç de alışık olmadığımız “yemeni”ye benzeyen varlığından bahsederek alışıklığı altüst ediyor, gündelik tecrübelerimiz ve tanımlarımız dışında bir şeyi oluşturup gözlerimizi üstüne dikkatle dikmemiz gereken dille bizi karşı karşıya bırakıyor.

Şiirde bahsettiğimiz, şairin dili düzenleyip kendisinin dışını işaretlemeyi bırakarak kendine yönelişine karşın yazar da romanda yaşamla ilgili olanı doğrudan yansıtmaz, onu oluşturduğu zamansal çizginin üstünde özel bir sırayla ortaya koyar. Hepimizin okuduktan sonra zihninde gerçek yaşamdaki gibi zamansallığa tâbi kıldığımız eser, yazarın elinde kronolojik bir anlatıya değil, kendi sırasında “öykü”ye dönüşür. Kendi deneyimimizin ve gerçekte bütün deneyimlerimizin kırıldığı yer de bu düzenleniştir. Sanatçı alışıklığı bu şekilde altüst eder.

Bitirirken şimdiye kadar anlattıklarımızı kısaca özetleyecek olursak, şiir, dilin gündelikle olan ilişkisinden kendisini ayırıp kendisine yönelebildiğinde (gündelik dilin diğer bütün duygusal ve işlevselliğini de üstünde taşımaya devam etmiş olsa bile) tüm dikkati üzerine çeken dilsel bir biçimle; Roman ise sanatçının düzenleyerek zamanı ve sırayı eğip bükmesiyle, gerçek zamandizinsel yapıyı bozmasıyla iddia edilen biçime erişir.

KAYNAKÇA

Eichenbaum, B. (1994). Edebiyat Kuramı: Rus Biçimciliği, (Çev. Sedat Umran), Yaba Yayınları, Ankara.

Jakobson, Roman, (1990), “Two Aspects of Language and Two Types of Aphasic Disturbances”. On Language, Ed. Linda R. Waugh-Monica Monvile-Burston. Massachusetts: Harward University Press.

Jameson, Fredric, (2002), Dil Hapishanesi, (Çev. Mehmet H. Doğan), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Moran, B. (2018). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul

Todorov, Tzvetan (2005), Yazın Kuramı. (Çev. Mehmet Rifat ve Sema Rifat), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.