Salem Cadı Mahkemeleri: Her Cadı Kadın Doğar
Salem Cadı Mahkemeleri: Kadının Yeri
Milyon yıllık varoluş hikayemizde her zaman roller ve rollere adanmış bazı görevler mevcuttur. Roller kimi zaman başka varlıklar ile mücadele halinde olmamazı neden olurken, kimi zaman da kendi türümüz içinde çekişmelere sebebiyet veriyordu. Öyle ki insanoğlu en başta leşçi-toplayıcı bir roldeydi. Yırtıcı ve büyük boyutlardaki hayvanları yalnızca öldüğünde tüketebiliyor, hatta onların ana menüsünde yerini almış zavallı bir figüran olarak görünüyordu. Ancak uzun bir soluğun ardından roller değişti. İnsan aklı gelişti ve artık zavallı rolünden çıktık. Artık doğa karşısında en üstün varlık, insanlar. Doğayı kendine adapte ediyor, sonuçları kendi belirleyibiliyordu. Artık insanın en büyük dostu ve düşmanı aynıydı; kendileri.
İnsan kavgasında birçok olay kendini gösterir. Bunlar; cinsiyet rollerinin üstünlüğü, toprak kavgaları, sınıfsal durumlara karşı anarşizm ve benzeri gibi konu başlıklarına ayrılır. Bu yazımızda ise 'cinsiyet rollerinin üstünlüğü' ana temel başlığı altında, Salem Cadı Mahkemeleri konusunun üstünde duracağız.
Geçmişten günümüze doğru küçük bir yolculuğa çıkalım. Bizi ilk başlarda kadının üstün olduğu dönemin karşıladığını görmekteyiz. Çünkü o, yoktan bir varlık elde edebiliyordu. Bunun imkansızlığı hakkında kafanızda sorular ve cevaplar dönebilir. Ancak ilk başlarda kadının bir bebek dünyaya getirmesi onu günümüz litaretürü ile bir 'Tanrıça' yapıyordu. Tıpkı bir ağacın meyve vermesi gibi kutsal ve beraketliydi. Öyle ki, sanatın ilk ürünlerinden Venüs heykelciklerini size tanıtmak isterim.
Ana Tanrıça kültü bilinen en eski kültlerden biridir. İnsanoğlunun doğa ile kadınlar arasında yaptığı gözlem sonucunda bu inanış ortaya çıkmıştır. Öyle ki, doğurganlığı yani bereketi sembolize eden şişkin bir karın ve büyük memeler ile tasvir edilir. Kadın üstünlüğünün olduğu tek döneme, tarih öncesine aittir. İnsanlığın gelişmesiyle kadınların toplumdaki rolü arasında ters bir orantı söz konusudur. İnsanlık geliştikçe kadınlara zulmetmek hak sayılmış ve istismarlara açık bir cinsiyet haline gelmiştir.
Şimdi de aydınlanma yolundaki, yaratıcılığın bize kapılarını açan o döneme, Rönesans'a gidelim. Rönesans, bilinen ilk cadı avcılığının başladığı zamana tekabül etmektedir. İnsanlık bir yandan gelişmeye devam etmekte bir yandan da kıyıcı güçlere hala sahip olduğunu hatırlatmaktaydı. O dönemde Avrupa'da on binlerce kadın, cadı olduğu iddiası ile idam edilmişti.
Cadı deyince aklımıza yaşlı, yüzünde siğilleri olan ve dağınık saçlara sahip bir kadın geliyor, değil mi? Cadı kelimesi birçok dilde kendi artikeline sahip. Kadına. Öyle ki bir kız çocuğu yaramazlık yaptı mı ona 'cadı' deriz. Ancak bu kelime bir oğlan için nadiren kullanılmaktadır. Tabii ki bunun nedeninin tarihi bir açıklamsı da mevcuttur. Tarihin en eski cadılarına mitolojilerden rastlamaktayız. Cadılar, kötü emelleri olan, kılık değiştirebilen ve korkunç bir gülüşe sahip kadınlardır. Çoğu kişi ilk cadıyı Lilith ya da Tevrat'tan önce Sümer ve Babil mitolojosindeki Lilitu olarak tanımaktadır. Kendi yazgısından kaçıp, çocuklarının ölümüyle cezalandırılan kadın artık insanlara dehşet saçan bir cadıdır. İlk cadı figürlerinin kadın bedeniyle ilişkilendirilmesi sonraki dönemlerde de devam edecektir.
Şimdiki durağımız ise Massachusetts. 1692 yılının şubat ayında, Salem kentinde bir cadılık vakası kendini gösterdi. Kayıtlara göre, birbirleriyle akrabalık ilişkileri olan 9 yaşındaki Elizabeth ve 11 yaşındaki bir diğer kız çocuğu Abigail garip davranışlar sergilemekteydi. Bu anormal davranışlar, kendini yerlerde sürükleme ve gerekmeksiz çığlık atmalarıydı. Kendileri o dönemin koşullarına uygun bir muayeneden geçmiş ve hiçbir sağlık problemi ile karşılaşılmamıştı. O dönemde Avrupa'da kendini göstermiş olan cadılık furyası buralarda da duyulmuştu. Bunun üzerine kenttekiler bu iki küçük kızın cadı olabileceği iddiası ile mahkemeler kurmuştu. Kim bilir belki de bunun nedeni Elizabeth'in babası olan Papaz Samuel Parris'in kötü bir namı olmasıdır. Belki de Tanrı'nın onu kızlarıyla cezalandırıyor olabileceği düşüncesidir. Bu dönemde, Salem ve çevresindeki pek çok kadın birçok sebep ile cadılıkla suçlanmıştır. Örneğin, Sarah Osbourne kilise toplantılarına nadiren katılmasından dolayı suçlu görülürken, Tituba ise kenttekilerden farklı bir etnik görüşe sahip olması yüzünden suçlanıyordu. Mahkemede kişiler ve aileleri zorla yalan beyanlarda bulunmuştu. Sarah Osbourne'un hizmetçiliğini yapan Sarah Good da bu mahkemede cadılık ile suçlanan biriydi. Kızı, Dorothy Good, 4 yaşında olmasına rağmen annesinin aleyhine, cadılık yaptığına dair yalan itiraflarda bulundu. Tituba, Şeytan'ın ona geldiğini ve ona hizmet etmeye başladığını söylemek zorunda kaldı.
Tüm bu kişilerin suçlanması yetmiyormuş gibi, kilisenin en sadık üyelerinden ve yaptıkları iyiliklerle bilinin Martha Corey de cadılıkla suçlanmıştı. Mahkemeye göre Martha melek formunda bir şeytandı. Böyle bir kişinin bile cadı olabilme ihtimali, halkı daha da germişti. Mahkeme herkesi yargılama gücüne sahipti. Bunun için nedenlerin mantıklı olması gibi bir koşul yoktu.
Yukarıdaki görselde yerde yatan kişi Mary Walcott. Kendisi, kadınların cadı olup olmadığını belirleyen, 'cadı pastası' diye anılan bir iddianın yaratıcısı. Cadı pastası, cadı olduğundan şüphelenen kişinin idrarı ve çavdardan oluşan bir karışım. Bu karışım bir köpeğe yediriliyor ve köpeğin tuhaf tavırlar gösterip göstermemesi ile kişi cadılık ile suçlanıyordu.
Bu mahkemede Avrupa'nın aksine erkekler de cadılık ile suçlanıyordu. Erkeklerin cadılık ile suçlanmalarına vesile olan olay ise mahkemeye çıkan kadınların cadı olmadığını savunmasıyla gelişmişti. Otorite her zaman haklıdır ve asla yanılmaz (!). 150 kişiden fazla insanın suçlu bulunup tutuklandığı bu mahkemede, 29 kişi idam edilmiştir.
Tüm bu olaylar süregelirken, şahitler ve hakimler suçlarını itiraf etmişti. Giden canların bedelini ceplerindeki madenlerle ödediler. Ölenlerin ruhuna kentte bir gün boyunca oruç tutuldu.
Güç ve iktidar arasında bir bağlantı olmasının çok rahatsız edici yanları olabiliyor. Din adı altında zamanın başından beri toplayıcı rolleri ile bilinen kadınların, şifa için topladıkları bitkiler bir gün gelir büyü yapmakla itham ettiriliyordu. Kadının kadın olmak dışında bir suçu yoktu. Onlar toplumda dönem dönem değişen rollerin kurbanı olabiliyordu. Ya da sara gibi rahatsızlıklara sahip olmaları onları daha az insan yapabiliyordu. Güçlü güçsüzü ezdi. Şahlanan yine baştakiler oldu. Toplumun en üstündekiler, hiçbir sebep gözetmeksizin istediğini aldı. Yazıya, cinsel arzuları yüzünden ahlaksız kadın diye mahkemeye çıkarılan Bridget Bishop'un "Doğmamış bir bebek kadar masumum" sözü ile bitiriyorum. Çünkü o dönemde ölüme terk edilen her kadın ve destekçileri doğmamış bir bebek kadar masumdu.