Salıncak

Salıncak filminin içimi parçalayan seslerini duydum, kan kustum çığlıkların faillerine.

Sular taşıyorum kova kova sular. Bilmediğim yangınlara koşuyorum. Ansızın insanlardan kaçıyorum. Bazense geri dönmek istemiyorum ellerimde kova kova sular.

Gözlerimi kapatıyorum aynı düş. Uyanıyorum aynı kabus. Kendime bakınıyorum, bulamyorum koyduğum yerde. Öyle çok şey koymuşum ki yerlere yalnızca yansımamı görüyorum, ellerimde kova kova sular.

Değişmesini umamıyorum bile, nerede olduğumu ne yaptığımı inanın bilmiyorum. Bir döngü var canımı yakan, kemiklerimi kıran ve ağzımdan oluk oluk kanlar akıtan; ben sıkışmışım, kovalarım sıkışmış.

Zaman geçmiyor, kimse gelmiyor, bense gidemiyorum. Rüyalar göremiyorum çoğu zaman, acılarımdan uyuyamıyorum. Her sabah gözlerimi açıyorum, hareket edemiyorum, ellerimde kova kova sular.

Her şeyi hatırlıyorum, binlerce parçası eksik zamanın. Yıllar geçiyor, ben kırık pencereli buz gibi odada onları izliyorum.

Göremiyorum ve de görmek istemiyorum. Çenem acıyor, saçlarım kopuyor tel tel. Konuşamıyorum. Ama her gün sular taşıyorum odama, ellerimde kova kova sular. Tertemiz yapıyorum kan kırmızısı duvarlarımı. Gözlerime dokunuyorum, şişmişler.

Kendime sarılıyorum bazen, ürküyorum omuzlarıma dokunan ellerimden. Canımın yandığı yerleri artık biliyorum, uzak duruyorum hepsinden. Uzak duruyorum bildiğim ne varsa.

Divanda cam kırıkları. Ne işi var onların orda?

Toparlayayım hemen, örtüyü bir düzelteyim. Kuytuya köşeye kaçmıştır belki birkaç parça, iyice bakayım. Batmasın ayaklarıma, ayaklarım çok acıyor. Sürüyorum kendimi divanın köşesine. Ağlamak istemiyorum, bağırmak istemiyorum. Sesim öyle kaçmış ki uzaklara, dönüp geri gel diyemiyorum ve burda olmamasıyla bir parçamın içten içe gurur duyuyorum. Ben gitmek istemiyorum, ben burada kalamıyorum.

Hayaller kuramıyorum, zihnimde sadece korku. Kendime kızamıyorum, kendimi tanımıyorum ve bilmiyorum nasıl gülünür aslında. Çocuk muydum bir zamanlar yoksa bu odada, bu hâlimle mi belirdim birden ellerimde kova kova sular?

Uyanıyorum, ne zaman uzandım ben duvarın dibine? Kollarım acıyor, eşarbım kaymış başımdan ve bulamıyorum televizyonun kumandasını bağırıyor kelli felli adamlar. Kalkmaya çalışıyorum, düşürmüşüm kovalarımı düşerken. Kendimi uzandım diye kandırdığım duvarın dibinde ağlayamıyorum, üzülemiyorum olanlara ve acıyamıyor canım artık. Çenem acıyor, saçlarım kopuyor tel tel. Konuşamıyorum.

Çok zaman geçmiş ben hâlâ duvarın dibindeyim ve aslında yalnızca beş dakika olmuş buralarda. Ben zamanı bilmiyorum.

Yere bırakıyorum kovalarımı, belki de yıllardır ilk defa. Garip geliyor onlarsız ve hafif kalmak. Bundan sonra ellerim boş olacak. Buna gülümsemeye çalışıyorum, beceremiyorum. Hazırlanıyorum, eşarbımı bulup düzeltiyorum, saçlarım ağarmış. İlk defa basıyorum üstüne yüklerimin ve yükseliyorum biraz olsun, aralarında sıkışıp kaldığım rutubetli duvarların yanında bir dostmuş gibi. Yıllarca saklamamışlar ve de örtmemişler üstümü gibi. Arkadaş gibi, sırdaş gibi. Sonra hafifliyorum daha da ve bakmıyorum ardıma. Son çaremi yaşıyorum, arkamdan duyduğum sessizlik gömüyor beni lekesiz kan kırmızısı beyaz duvarlarıma.