Şehirde Yaşam

Şehiri gerimizde bırakıp göç edebilir miyiz?

İnsanlık tarihinde ilk şehir devletleri Mezopotamya'da M.Ö. 4000'li yıllarda kurulmuş olsa da günümüzde algıladığımız biçimde şehirde yaşam insanoğlu için henüz son 300 yıllık zaman dilimini kapsıyor. 19. yy'da sanayileşme ile Avrupa ve Amerika'da köyden şehre göçler hızlanmış olsa da ülkemizde göç hareketi ve şehirleşme Cumhuriyetin kurulmasıyla başlamış ve 1950'lerin sonu ile hızlanmıştır. O dönemlere baktığımızda şehirlere göçün temel nedenlerini kırsaldaki yoksulluk, sanayileşmenin artmasıyla şehirde iş bulma olanaklarının fazlalaşması, artan nüfus baskısı oluşturmakta, kırsaldan şehirlere köy yollarının yapılması hatta radyonun yaygın hale gelmesi ile kentlerin daha cazip ve ulaşılır olduğunu görmekteyiz.

2021 yılı sonu itibariyle TÜİK istatistiklerinden alınan verilere göre Türkiye'de il ve ilçelerde yaşayanların nüfusa oranı %93,2, köy ve beldelerde yaşayanların ise %6,8'dir. Dünya genelinde her hafta kentlere göç eden insan sayısı 1,4 milyon olmakla birlikte dünya nüfusunun %54'ü kentlerde yaşıyor.

Günümüzde bireylerin şehirlerde yaşama nedenlerine baktığımızda önceliği ekonomik fırsatlar almaktadır. Kariyer olanaklarının daha fazla olması, eğitimde ve sağlıkta iyiye ulaşmanın kolaylığı, kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılma arzuları, teknolojik gelişmelerden daha fazla yararlanma isteği hayat standartlarının daha yüksek olması şehirlerde yaşamayı cazip kılıyor. Şehirlerde farklı etnik gruplardan, sosyal sınıflardan, farklı dil ve dinlerden insanlarla daha fazla karşılaşır ve hatta birlikte yaşarız. Mesela başka damak tadlarını, mutfakları deneme imkanı buluruz. Ancak kent yaşamı avantajlarının yanı sıra pek çok problemi de beraberinde getiriyor. Bunları trafik sorunu, geri dönüşüm sıkıntısı, yeşil alan azlığı, gürültü kirliliği, taze gıdaya ulaşım zorluğu, hava kirliliği, global ısınma, güvenlik sıkıntısı ve klişe bir söz öbeği olan; kalabalıklarda yalnız yaşamanın getirdiği zorluklar olarak özetleyebiliriz.

İnsan doğası gereği doğayla bağlantı kurmaya yavaşlamaya ihtiyaç duyuyor. Şehirlerde devamlı bir koşuşturma hali iletişimi zorlaştırıyor. Belirgin hale gelen sosyal sınıflar arasında uçurum olması, güvensizlik nedeniyle izole bir yaşam sürme isteği pek çok psikolojik sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Yapılan araştırmalar kırsalda yaşayan insanların stres seviyelerinin daha düşük olduğunu, şehirde yaşayanlarda anksiyete ve panik atak seviyesinin daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Tüm bunların yanısıra hayatımızı baştan aşağı değiştiren bir pandemi süreci yaşadık. Bu durum şehirdeki yaşamlarımızı yeniden gözden geçirmemize neden oldu. Kent insanı için geniş kişisel alanlara sahip olmak artık fizyolojik sağlığını da ilgilendiriyor. Bu nedenle kentlerdeki fiziksel, ekonomik ve sosyal endişeler tersine göç başlatmış gibi duruyor. İstanbul'un nüfusu son 20 yıldır ilk defa 56.000 kişi azalmıştır.

Doğayla iç içe yaşamak, tarımsal üretimin öneminin artması, uzaktan çalışma ve online eğitim ile bazı şehir koşullarına kırsaldan da ulaşılması kentten köye göçü kolaylaştırıyor. Pandemi ile birlikte dijital emek daha göç edebilir hale geldi. Analog emek ise henüz bu fırsatlardan yararlanamıyor.

Bu yeni durum ile kırsalda oluşan yeni sınıflar farklı standartlar talep ediyor ve yeni yüksek standartlar yaşanılan bölgeyi yoğunlaştırıyor. Daha geniş bakış açısına sahip olan kentli yaşama ve üretme deneyimini kıra katarıyor. Tarımda va hayvancılıkta endüstrileşmeyi, alternatif üretim biçimlerinin ortaya çıkmasını destekliyor.

Tüm bu anlattıklarımla birlikte bizler şehirlerde yaşama alışkanlıklarımızdan ne kadar vazgeçebiliriz? Kaçımız emekli olup Ege Kasabasına yerleşme hayalini bir Ata Demirer filminin içinde yaşamaya daha genç yaşlarda dönüştürebilir?