Selçuk Baran: Yelkovan Yokuşu'ndan Alıntılar

Satır aralarında kendinizden bir şeyler bulacağınız isimden alıntılar.

Selçuk Baran, varlığından bir haber olduğum bir yazardı son birkaç aya kadar. Şimdi ise, satırlarının arasına kendimi bırakmaktan çokça keyif aldığım bir yazar. Hüznü, yalnızlığı, umutsuzluğu, yaşanmış ve yaşanamamış hayatların burukluğunu ele alan öyküleri ve romanlarıyla eminim pek çok kişinin de ruhuna dokunacak bir isim.

Yelkovan Yokuşu da insanın dimağında tatlı bir iz bırakan, 1989 yılında yayımlanan, içerisinde kişiye altını çizme ihtiyacı duydurtacak pek çok cümlenin yer aldığı, birbirinden farklı yaşanmışlıkların ve hayatların kesişimiyle kurgulanan, yedi hikâyeden oluşan bir öykü kitabı.

Ruha dokunan cümlelerden birkaçı:

Kırk yaşına geldim ama hayatta o kadar az şey keşfettim ki. Oysa görülecek, bilinecek neler neler var. Kitaplarda bile yazmayan şeyler… Yani sizin bile bilmediğiniz şeyler demek istiyorum. İçimde dinmeyen susuzluk var. Keşfetmek, hayatı, dünyayı keşfetmek, bunun için yaşamak. Ne güzel olurdu değil mi? (Sayfa 95)


Bazıları kolaylıkla bütün denklemleri çözebiliyorlar. Ben ne denklemleri çözebiliyorum ne de fizik kimya problemlerini. (Sayfa 50)


Bir sokağa sapması gerekiyordu ama sokağın başını göremedi. Belki dönmesi gereken köşeyi çoktan geçmişti. Geri dönmeyi aklından geçirmiyordu. Hep ileri doğru yürüdü. Yüzünü, ellerini, sis dalgalarından inen serin damlacıklara bıraktı. (Sayfa 52)


Birbiriyle ilgi olmayan özlemlerinin, tutkularının kokusuydu bu; hiçbir zaman giderilmezdi. Böyle olması güzeldi. Gizemli bir duygu, bir kendinden geçiş, yaşam ötesi bir güzellikti. (Sayfa 37)


Konuşmadık, konuşamadık. Bu yüzden yüreklerimiz yüklüydü belki. (Sayfa 87)


Dünyaya gelmek, doğmak, yaşamak öyle basit bir iş değil bence. İşte bu yüzden kendi kendimi sevindirmek istedim.  (Sayfa 42)


Zaman dursun öyleyleyse, dedim, hayat ertelensin. Coşkular ve kederler içinde doya doya çırpınsın yüreğim. (Sayfa 80)


Gelecek yalızca bir bahaneydi; bugünden kaçmak için bahane. Yargıcı ilgilendiren, sevindiren yalnızca geçmişti. Çünkü geçmiş yaşanmış, denenmiş, bitmişti. Gelecekse…korku vericiydi. (Sayfa 98)


Düşünsene bir, ne güzel olurdu birlikte yaşamak… Dünya bizi kendine benzetinceye kadar. Çünkü aslında zayıf, hatta korkak bir insanım ben. Biliyorum günün birinde ben de yaşama sevincimi katlar, arabalar, koltuklar, tiksindirici reklamlarla bize sunulanlar üzerine kuracağım... Ama o zamana kadar hiç değilse o zamana kadar, elimdeki fırsattan yararlanmalıyım. (Sayfa 32)


Gene de onlarla konuşurken yaşadığını anlıyordu genç adam. Tamamlanmış bir yaşamın; zamana, geçişlere, değişimlere, dönüşümlere karşı koyarak ayakta duranların dirimi, gücü… Ancak onlarla birlikteyken hayat, hayata benziyordu. O küçücük kafaları, iri gövdeleriyle gençliğine saygı duyup, “yaşam serüveni” sandıkları şeyi anlatırken ki içtenlikleri, sevecenlikleri ve tabii gülünçlükleri, beceriksizlikleri… (Sayfa 8)


Evet, acılar, düş kırıklıkları da vardı bozanın tadında. Hayatı oluşturan her şeyin kokusu gizliydi onda. (Sayfa 51)


Ses geçirmez duvarlar ardında ne vaatler ne umutlar!... Sessizlik her şeyi ağırlaştırıyor, çekilmez yükler oluşturuyor. Biz de oturup birtakım gereksiz düşler kuruyoruz; dünyadan gerçek hayattan haberimiz yok. (Sayfa 92)