Seyahat Notlarım #3 Kadınların Ülkesi "İspanya"
Endülüs'ün başkenti SEVILLA'dayız. Yiyelim, içelim, gezelim, görelim!
Evet,sevgili okurlarım kaldığımız yerden duraksamadan devam ediyoruz!
En son sizlere biraz Granada'dan bahsetmiş ve yurt dışı seyahatleri hakkında olan görüşlerimi içtenlikle paylaşmıştım.
Umarım anlaşılabilmişimdir...samimiyetinize güveniyorum:)
Şimdi de İspanya'mızın diğer bir güzel şehri olan Sevilla'dan devam ediyoruz. Bu arada hâlâ daha Endülüs Bölgesi'nin toprakları içerisindeyiz. Yani bu demek oluyor ki her yerde bolca tarih kokusu alacağız.
Sevilla şehri 800-900 bin civarı insana ev sahipliği yapmaktadır. Şehre ilk giriş yaptığımda araç ile ulaşmak istediğimiz konuma doğru yol alırken,bakışlarımı etrafta gezdirdim ve hemen gözüme çarpan ilk detaylardan biri evlerin, apartmanların bana güzel İzmirimizin tipik komunizimvari evlerini anımsatıyor oluşuydu.
Mahalleler, bahçeler çok düzenliydi ve özellikle apartmanlar az katlıydı. Emin olmamakla birlikte sanıyorum ki İspanya'da yüksek katlı binaları önlemek için yürürlükte olan bir kanun da var.
Yukarıdaki fotoğrafta göreceğiniz üzere; 1929 yılında İspanyollara para gelince demişler ki
"Biz buraya bir meydan yapalım."
"Bütün Avrupalıları da çağıralım."
Yapmış oldukları meydan da gördüğünüz üzere -ne kadar geniş- her bir ülke için de ayrı bir köşk vermişler. Bu köşklere "pavyon" denir. Ülkemizde bu kelime yanlış anlaşılmakla birlikte bu küçük odacıkları ifade etmek için kullanılır.
Karşılıklı olarak gelenlere selam vermek üzere Kral Fernando ve Kraliçe Isabel'e ithafen yapılmış iki kule vardır. ( Fernando ve Isabel'in hikayesine de sonraki yazılarda değineceğiz. Enterasan yaşantıları vardır.)
Bu iki kuleyi de birleştiren 4 tane köprü bulunmaktadır. Her bir ülkeye ithafen 52 tane vilayet vardır ve bu vilayetler tüm meydanı çevreler. Bu vilayetlerin altında da kendi tarihlerini anlattıkları mozaikler vardır. (Bakınız fotoğraf 2)
-Ekstra bir bilgi olarakta burada Star Wars ve Indiana Jones filmleri de çekilmiştir.-
Sevilla sokaklarında dolaşmaya devam ediyoruz.
Ve bir opera binasına rastlıyoruz. Dünyadaki yapılmış birçok opera, Sevilla şehrinin yaşamından esinlenilmiş olduğu söylenir.
Burada ise görmüş olduğunuz bina bir denizcilik binasıdır. Gördüğünüz ve göreceğiniz her bir bina kendi içinde ayrı bir tarihi geçmişe de ev sahipliği yapmaktadır. Hepsi adeta ayrı bir sanat eseri.
Restorasyon ile tüm yapıları itinayla koruyorlar. Bu eski otantik yapıların şehrin tüm atmosferini oldukça değiştirdiğini düşünüyorum.
Buradan sokaklarda dolana dolana kibirin nehri olan Quadala'ya varıyoruz. Önceden stratejik olarak önemli konumu olan nehirlerden biri olsa da günümüzde şu an su sporları yapmak için kullanılıyor.
Bu arada hava da şansımıza inanılmaz güzeldi. Tüm seyahatim boyunca sanıyorum ki en sıcak şehir Sevillaydı ve buna rağmen boğucu bir havası yoktu.
(Gitmek, görmek,yaşamak isteyenlere duyrulur!)
Nehrin hizasında yürümeye devam ederken ileride karşınıza "Altın kule" adlı o dönemde nehirde yapılan ticareti denetlemek için inşa edilmiş bu yerine göre gösterişli, iyi muhafaza edilmiş kule çıkıyor.
Tüm kuleyi sarı taşlar ile yapmış oldukları için kulenin adına bu ismi vermişler.
Şimdi ise bugünün son tarihi rotası olan yere
"Dünya'daki en büyük 3.Gotik mimarisi olan eski Ulucamii'ye" götürüyorum sizleri.
Evet, bilerek eski Ulucamii dedim. Çünkü ilk yazıda da dediğim gibi şu an tarihine şahitlik ettiğimiz bu topraklar Endülüs Bölgesi'nin topraklarıydı. Endülüs dediğimiz bu bölge ise 8 asır boyunca müslümanlara ev sahipliği yapmıştı. Dolayısıyla müslümanların ibadethanesi olan camiiler ile bolca karşılaştık.
Tabi ki de Müslümanlar bu bölgeyi terk ettikten sonra Katolikler camiilerin hepsini katedrallere, kiliselere çevirmişler fakat kubbelerin şekiline dokunmamışlar. Bu şekilde de bizler oranın eskiden camii olduğunu anlayabiliyoruz.
İşte bu eserde de enteresandır tüm camiiyi yıkmışlar fakat bir tek minareye dokunmamışlar. Ben oradayken de minare bir restorasyon sürecindeydi.
E bu kadar gezdik dolaştık,tüm gün yürüdük. Acıktık tabii:)
Sokak aralarına dalıp ilk önce gözümüze hitap edecek bir yer aramaya başladık. Gerçekten de sokak aralarına girince şehir,çok daha canlı ve çok daha güzel kafeler, restoranlar var!
Biz acıkmış bir şekilde dolaşırken çok tatlı bir restorana rastladık. Buralara kadar gelmişken meşhur deniz ürünleri gerçekten de meşhur olduğu kadar güzel mi diye test edelim dedik ve kalamar ile paella söyledik.
Fotoğrafta görmüş olduğunuz Paella, domates soslu bir pirinç pilavı aslında. Sadece içerisine ekstra olarak deniz ürünleri ekliyorlar, bu da tadını değiştirmekte etkili oluyor tabi ki. Bizim yediğimizde midye ve karides vardı.
Bir de ekstra olarak içerisine bezelye ve havuçta ilave etmiş olmaları yemeği daha da lezzetlendirmişti.
Fiyatlar gerçekten de bir turist için bile uygundu. Gördüğünüz tüm her şey çok çok lezzetliydi. Galiba yediğim en iyi kalamar ve paellaydı. Çok mu acıkmış olduğumdan mıdır bilmem bir daha sipariş edip yediğim hiçbir yerde buradaki iki tadı bulamadım.
Bunu Biliyor Musunuz?
Oturduğunuz restorantlarda müzik çalınmıyor. Eğer arzu ederseniz kendiniz açabilirsiniz ya da kulaklığınızla dinleyebilirsiniz. Bu otobüslerde hatta kendi özel araçlarınızda bile geçerli olan bir kural. Cezası var...bu yapmış oldukları hareketin 'kişisel saygı' olduğunu düşünüyorlar.
Sizleri bugün Endülüs'ün başkenti Sevilla'nın sokaklarında kendimce bir tura çıkardım.
Umarım beğenmişsinizdir.
Hazır olun çünkü bir sonraki rotamız "Eski şehir Córdoba"!