Seyahat Notlarım #5: Kadınların Ülkesi "İspanya"
Tarih,Kültür HEPSİ BİR ARADA! Alhambra (El-Hamra) Sarayına bir bakış...
Herkese kocaman bir merhaba sevgili seyahat severler!
Tekrardan bu hafta da birlikteyiz.
Sizlere uzun bir süredir anlatmaya devam ettiğim İspanya yolculuğumun son Endülüs bölgelerine ulaşmaktayım ve bugün Isabel'in ele geçirmek için çırpındığı, onun şahsi gözdesi olan "Alhambra Sarayı" (El-Hamra Sarayı) nı hep birlikte turlayacağız,keşfedeceğiz.
Başlıktan da gördüğünüz gibi serinin 5. bölümüne gelmiş bulunmaktayız. Eğer okumadıysanız, diğer 4 bölüme de bakmanız naçizane tavsiyemdir.
Kültür-Sanat bölümünde hepsini bulabilirsiniz efenim:)
vee
Alhambra Sarayını (El-Hamra) karış karış gezmeye hazır mısınız?!!
Yolumuz uzun ve anlatılacak çok şey var!
Aracımız ile sabah 8 sularında kaldığımız otelden ayrılıp, yaklaşık yarım saatlik küçük bir yolculuk ile sarayımıza ulaşıyoruz. Öğle saatlerinde fazlasıyla yoğun ve sıcak olma ihtimali yüksek olduğu için bu kadar erken bir saatte sarayı gezmek ve her yeri rahatça görebilmek istedik.
Sizlere de tavsiye olarak buraya da fikrimi iliştirmiş olayım.
Biletlerimizi beklerken sarayın kuşbakışı 3D kabartma bir görüntüsünü inceledik. Nerede ne olduğunu anlayabilmek ve ne kadar geniş bir alanı kaplayan bir yapı olduğunu gördük.
Saraya adını veren Alhambra (El-Hamra), kelime anlamı olarak "Kızıl toprak" demektir. Bunun iki anlamı var: rivayete göre ya bu sarayın bulunduğu topraklar kızılmış ya da buranın ilk padişahı kızıl saçlıymış ve bu sebeplerle bu adı almış.
Sonra hep birlikte rehberimiz ile içeri geçtik. Sarayın iç kısmına girdiğinizde karşınıza iki bölüm çıkıyor. Bunlardan biri sarayın yazlık, diğeri ise kışlık kısmı.
Biz yazlık kısmından yürüyerek tura başlama kararı aldık. Hava bu kısımda oldukça serindi. Sabah saatlerinin serinliği şehrin normal içine göre etkisini kaybetmeye başlasa da sarayın yazlık bölümü serinliğini korudu.
Adım attığımız her bir yerde yürürken düşündükleri ve ortaya çıkardıkları bu yapının varlığına mest olmaya "Vay be o zamanda bunları mı düşünmüşler!" diyorsunuz. Evet düşünmüşler, sadece düşünmekle de kalmamışlar burada çok özenle hazırlanmış mükemmel bir mühendislik işi de ortaya koymuşlar.
Mükemmel bir mühendislik işinin nasıl ortaya çıktığından bahsedecek olursam; bugün buraya konu aldığımız her detayı paha biçilmez, gösterişli saray; Isabele'in hüküm sürdüğü bu topraklarda Müslümanların elindeymiş.
Gel zaman git zaman tabi ki imparatoriçe Isabele, İspanya'nın en güçlü kadını, gözünü buraya dikmiş ve ele geçirebilmek için her türlü askeri gücünden faydalanmış. Sarayın etrafı o dönemde sular ile kaplı olduğu için gemileri ile sarayı aylarca çevrelemiş.
İşte bu sürede sarayda yaşayan Müslümanlar tam 6 ay hiç dışarı çıkmadan sarayda yaşamışlar. Burada önemli olan nokta ise bu süre zarfında hiçbir eksiklerinin olmaması yani dışarıya muhtaç olmadan kendi içlerinde yaşayabilmeleri.
Bunun sebebi ise sarayın içerisinde gizli bölgelere yaptıkları kanallar sayesinde yeterli suya sahip olmaları ve içeride tarım yapıp sebze ve meyve yetiştiriyor olmaları.
Tarihi bilgilere kısa bir ara vererek sizlere sarayın yazlık kısmı için rehberlik yapmaya başlayayım.
Bol yeşillik bir alanların içerisinden yürürken sol aşağı tarafa baktığınızda bu -yukarıda görmüş olduğunuz- tek kuleleri görüyorsunuz. Bu tek kulelerde yaşayanlar padişah ile birlikte olacak gayri müslim kadınlara aitmiş. Bu kadınlar padişaha çocuk verene kadar bu kulelerden çıkamazlarmış. Bir nevi onların sarayı burasıymış.
Burada gördüğümüz evin işlemesinde hep kendi yaptıkları çiniler varmış. Fakat bu sarayın ilerleyen asılarda kıymetini bilinip koruma altına almamışlar ve insanların yağmalamasına, evsizlerin, şarapçıların yaşamasına müsaade etmişler.
Bu görsel ise cennetin anahtarı ve Fatima'nın eli. Anlaşılması biraz güç olsa da at nalı şeklinde görmüş olduğunuz kemerin tam ortasındaki simge.
Aslında sarayın yazlık kısmının en büyük oluşma sebeplerinden biri padişahın fiziken ve ruhen dinlenmesi için oluşmasıdır. "Su terapisi" ile ve belki de bizim şu an kanıtına ulaşamadığımız için bilemediğimiz farklı terapi yöntemleri ile dinleniyormuş.
İşte bunlardan öne çıkanı Su terapisi ve o bölgeye geldiğiniz an zaten etrafta kuş cıvıltısı ve su şırıltısı dışında başka hiçbir sesi duymuyorsunuz. Gerçekten de oldukça sakinleştirici. Zaten bilmeyenler için de bir parantez açmış olalım: su en güçlü dinginleştiricidir. Vücudunuzu, enerjinizi ve zihninizi dengeye sokar.
Günümüzde de terapistlerin uğrak yollarından biridir. Nereden gelmiş olduğunu daha doğrusu ne kadar uzun asırlardır yapılagelmiş bir alternatif tıp örneği olduğunu söyleyebiliriz.
(Bu arada alternatif tıp kelimesini de ne kadar sevmediğimi söylemek isterim. Belki bir gün bunu da konuşuruz.)
Saray yolculuğumuza devam ediyoruz ve karşımıza "kelepçeli bir ağaç" çıkıyor. Kaçıranlar için hâlâ daha yazlık bölümü turlamaktayız ve bu kelepçeli ağaç neden kelepçeli?
Görselde de gördüğünüz gibi padişah tarafından bu ağaç kelepçelenmiş. Sebebi ise birgün sultanın eşi sarayda bu ağacın olduğu bölgede biri ile görülüyor. Padişah da bunun üzerine bir daha böyle bir şey yaşanırsa ya o kişinin kellesini keseceğini ya da herkesin kellesini keseceğini söyleyerek sözünün bir kanıtı olsun diye bu ağacı kelepçelemiş.
Görselde görmüş olduğunuz bu ibadethane kubbelerinden de anlaşılacağı üzere camii, içerisinde neleri barındırdığını tarihi olarak o dönemdeki insanlara ne anlamda hizmet ettiğini bilemiyoruz. Çünkü oradaki İspanyol yetkililer içeri girilmesini ve araştırma yapılmasına izin vermiyorlar. Bu verilmeyen izin ise kafalarda çok soru işareti bırakıyor...
Tarih kısmına tekrar bir dönecek olursak, en son Isabele Sarayı kuşatma altına aldığı halde sahip oldukları sosyal ve jeopolitik avantajlardan dolayı her şey gayet yolundaydı. Isabele bir türlü sarayı fethedemiyordu. Çünkü saraya ulaşılabilen gizli kanalları bilmiyordu.
Burada bir soluklanalım. Alhambra Sarayı savaş ile kazanılmış bir yer değildir. Bunun sebebi ise ortada bir ihanetin olmasıdır.
İhanet, kimilerimizin dizilerden/filmlerden, kimilerimizin ise tarihten bildiği üzere eski zamanlarda çoğunlukla bir saltanat savaşından, taht kavgasından ortaya çıkmıştır. Sultan açıkça oğlunu kendi varisi yapmayacağını söyleyince o andan sonra içeride güzelliğiyle kendinizi kaybettiğiniz sarayın İspanyolların eline geçiş süreci başlamıştır.
Sultanın oğlu Isabele ile bir anlaşma yaparak sarayın yönetiminde görevi olmasına karşı ona tüm bu gizli kanalların bulunduğu haritaları vermiştir. Burada siz sevgili okurların bilmediği bir detay vardır. Bir sonraki bölümde daha detaylı değinecek olsak da,yeri gelmişken bahsedelim. Tüm bu hikayede bahsi geçen kadın Isabele herkesin korktuğu, çok güçlü güçlü olduğu kadar da stratejik hamlelerini, gizli kapaklı işleri çokta iyi yapan bir kraliçedir/yöneticidir. Bu hikayede de istediğini aldıktan sonra padişahın oğluna hiçbir şey vermemiştir. Tüm gizli kanallara sahip olan Isabele hemen harekete geçmiştir ve sarayı ele geçirmiştir. Hazırlıksız yakalanan padişah ise sarayın anahtarını verip orayı terk etmek dışında yapacak bir şeyi kalmamıştır. Sadece Isabele ile bir anlaşma yapmıştır ve hiçbir Müslümana dokunmasını istemez.
Bu şekilde de Müslümanlar buradan sürülmüş ve koca bir hikayenin sonuna gelmişlerdir.
Burayı terk ettikten sonra sarayın eski halkı padişahları ile beraber arkalarında koca bir hayat bırakmak zorunda kaldıkları, terk ettikleri evlerini uzaktan görebilecekleri bir yere taşınırlar. O dönemde orada yaşayan Çingenelerin yanında bir Müslüman mahallesi oluştururlar.
Geride bırakmak zorunda oldukları hayatları, evleri için o kadar üzülürler ve ağıtlar yakarlar ki yaşadıkları o tepe "Müslamanın ağladığı yer" diye tarih sayfalarına yazılır. Hatta taşlarla bile yazmışlardır fakat sonra o yazı oradan kaldırılır.
Isabele ise kendi yaşadığı saraydan buraya taşınır. Müslümanlara karşı öyle farklı bir zaafı vardır ki ben kendi içimde bir çeşit obsesiflik olarak yorumladım. Saplantılı bir hayran oluş ama bunun nefret ile dışavurumu.
Bu sonuca nereden varıyorum derseniz birincisi zaten yılmadan türlü katikullilerle burayı ele geçirmesi. İkincisi Müslüman hiçbir yapıya zarar vermemesi ve şadırvanlarını koydurduğu yerlerin hep Müslüman mahallesine bakmış olması. Son olarak ise ısrarla buraya, Müslüman bir yere gömülmek istemiş olmasıdır.
Tabi Müslümanlar tarafından burası terk edildikten sonra kendi Katolik inançlarını ve inançlarının getirdiği kültüre uygun eserler inşa etmeye başlamışlardır fakat o dönemde Müslümanların yıldızının her türlü şeyde fazlasıyla parlıyor oluşu ve bıraktıkları yapıların çok iyi oluşu Katolikleri daha da perçinleyerek kendilerini "daha iyisini" yapmaya ve üste çıkmaya zorlamıştır.
Bu -yukarıda- gördüğünüz eser de bu söylediklerimin bir simgesi niteliğindedir. Görmüş olduğunuz fotoğraflar (fotoğraf 1,2 ve 3) aynı yapının farklı çekimleridir. Dışarıdan farklı görünse de içeriden oldukça İtalya'daki Collessium'dan ilham alınmış olan bu yapı, "Tamamlanmamış bir eser" olarak bizlere sergileniyor.
(Tamamlanmamış olmasının sebebi ise, tamamlandığında "eşine hediye saray" olarak kullanılacak bu binanın yapım aşamasında, İspanya'da bir iç savaş patlak verir. Bu sebeple yapımı durdurulur.)
Gerçekten de gezdikçe hep daha farklı kapıların açtığı birbirinden farklı hikayelere sürükleniyorsunuz.
Ben artık sizleri de daha fazla yormadan bu sanal gezimizi burada sonlandırayım. Sabredip benimle bu yolculuğa çıktığınız için sonsuz teşekkürler.
Sağlıkla kalın...
Sevgi ile kalın...