Seyahat Notlarım #4 Kadınların Ülkesi "İspanya"

"Eski çağlarda hayat nasıldı acaba?" diyenler! Hadi ekran başına. Sayfayı kaydırmaya doyamayacağınız bir yazı geldi.

Evet sevgili seyahat arkadaşlarım,

Hız kesmeden kaldığımız yerden devam ediyorum.

Geçtiğimiz yazının sonunda da verdiğim küçük bir spoiler ile -okumuş olanlar hatırlayacaktır- bugün Córdoba kentini sizlere kendi izlenimlerimle tanıtacağım.

Öncelikle Córdoba, gezi turlarının literatüründe "Eski Şehir" olarak geçmektedir. Çünkü bu topraklardaki ilk yerleşimlerden biri olduğu için. Burada çokça müslüman ve yahudi mahallelerine de rastlayacağız. Bugünkü, sanılanın aksine uzun yıllar boyunca Müslümanlar, Yahudiler hatta Müslümanlar ve Çingeneler beraber yaşamışlardır. Müslümanlarla geçen bir yaşam sayesinde,İspanyollar kabul etse de etmese de onların kültürlerine Müslüman kültürü fazlasıyla karışmıştır. Bunun etkilerini de bu yazımızda olmak üzere ve gelecek olan diğer yazılarda da çok göreceğiz.


Yukarıda görmüş olduğunuz fotoğraf şehrin girişine aittir. Yani şehrin giriş kapısıdır. Adımınızı attığınızdan itibaren sanki ortaçağ filmlerine karışmışsınız gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Şehrin atmosferi sizi o yöne çekiyor.

Her gittiğim yerde düşündüğüm şeylerden biri, bu yapıları günümüze kadar nasıl bu kadar iyi koruyabilmiş oldukları. Hâlâ daha bir cevap bulabilmiş değilim...

Şehre giden köprünün uzaktan bir görüntüsü (fotoğraf bana ait)


Evet, kapıdan girdikten sonra uzunca bir köprüden yürümeye başlıyorsunuz. Baya geniş ve sağlam bir köprü, araçlar da geçebiliyor fakat şehir, yayalara daha müsait. Neden diyecekseniz, burası eski bir yerleşim olduğu için tüm evler ve meydanlar yayalar için düzenlenmiş. Girişte geniş yollar olsa da kentin içine karıştıkça bolca ara sokaklarla, hatta iki kişinin bile yan yana yürüyemeyeceği kadar darlıkta sokaklar ile de karşılaşacaksınız.

Eski yerleşimlerin en çok hoşuma giden tarafı ara sokaklardan yürüdükçe,yolun sonunda sizi bir meydanın karşılaması. Sizin gelmiş olduğunuz o ara sokak gibi meydanı çevreleyen 3-4 tane daha sokağın var olduğunu, meydana geldiğinizde anlıyorsunuz.
ve

Meydanlar o kadar güzel ki...

Tabi benim görüşüme göre. Ben daha sakinliği, canlılık olacaksa da çok daha sakin daha elegan bir şekilde olmasını tercih ederim.
Çoğunlukla küçük ve orta meydanlar vardı. Aklınızda bizim şehirlerimizdeki gibi büyük meydanlar canlanmasın.. Meydanın boyutuna göre de orada olan kafeler masalarını, sandalyelerini dışarıya meydana doğru yerleştirmişlerdi. Herkes istediğini yiyip, istediğini içiyordu ve bolca sohbet, kahkaha vardı...

Oluşmuş olan bu meydanlar ise Müslüman kültürünün onlara bıraktıkları bir hatıra. Bunun Müslümanlıkla ne alakası olduğunu merak edenler için hemen açıklayayım. Meydanların bu şekilde yani birçok dar sokağın ortada bir alana açılması, aslında müslümanlara ait bir savaş taktiğiymiş. Dışarıdan, çevreden gelen düşmana bu ara sokaklardan kendisini takip ettirerek ortak bir alana yani kapana kıstırırlarmış. Bu şekilde de düşmanların kaçacak bir yerleri olmazmış.

Cebrailin bir tasviri (fotoğraf bana ait)

Bu kadar meydan tasvirinden sonra bakışlarınızı yukarıdaki fotoğrafa ve hayal gücünüzü tekrar köprüdeki yola çevirelim. İspanya'daki her şehrin koruyucu bir meleği olduğuna inanılırmış. Buranın da koruyucu meleği uzunca yolun karşısında gördüğünüz Cebrail'miş.

İbadethanelerin bulunduğunu yol (fotoğraf bana ait)
Endülüs'ün en eski camisi ( fotoğraf bana ait)

Bahsettiğim meydanları ve dar sokakları aşarak bir düzlüğe çıkıyoruz. Geldiğimiz bu yer bir ibadethane yani,cami fakat hatırlatmakta yarar var; İspanyollar'ın artık pek bir dini inancı yok. Bu yüzden gördüğünüz,göreceğiniz her katedral ücretli! Çünkü müze yapmışlar. Burada da görmüş ve size gösterecek olduğum katedrallerin, camilerin sadece %25'lik bir kısmında ibadet ediliyor. Ama inancımızda olan namaz kalmak buna dahil değil.


Fotoğraf bana ait


Yine Müslüman bir kültürün hatırası diyeceğimiz şey ise yapmış oldukları camilerin giriş kısmı at nalı gibi, amaçları bizim sahip olduklarımıza benzetmek.

Ben daha çok bunu bir kültür kaynaşması olarak yorumluyorum. Göçebe bir geçmişe sahip olduğumuzdan kaynaklı bulunduğumuz her ortama kendi varlığımızı kolay adapte ettirebiliyoruz.


Yahudi mahallesi,dar sokaklar (fotoğraf bana ait)

Burada ise başta bahsettiğim gibi en eski Yahudi mahallelerinin içerisinden yürüyoruz. Aslında Yahudi ve Müslüman olarak dediğim gibi ayırmamalıyız. Çünkü tekrar başta da bahsettiğim gibi etnik kökeni ne olursa olsun uzun yıllar boyunca bu farklı inançlardan gelen insanlar birarada yaşamışlardır.

Evlerin avlusu (fotoğraf bana ait)

Ve hâlâ daha bu mahallelerde yaşayan insanlar da vardır. Yukarıda gördüğünüz fotoğrafta bunun küçük bir kanıtı niteliğinde ama aynı zamanda da bu gördüğünüz balkon fotoğrafında niçin böyle süslediklerini merak edip oranın yerel rehberine sorduk. Aldığımız cevap ise, "En güzel avlu kimin?" Yarışması varmış ve bu yüzden yerel halk balkonlarını kendi kültürlerini yansıtacak şekilde süslemiş. Ben favorimi çekmiştim,sizinle onu paylaştım:)

Yerli halk gerçekten de turiste çok alışık olduğu için -bana öyle bir izlenim verdiler- günlük "normal" (artık normal demek her ne ise) hayatlarına devam edip, bizi gayet görmezden gelebiliyorlardı.

Şimdi ise sizleri sokak aralarında kaybolmuş dolaşırken gördüğüm tarihi yapıların hikayeleri ile tanıştırmak istiyorum.


Fotoğraf bana ait

Burada görmüş olduğunuz bu anıt, Muhammed (Mohamed) ibn Aslam Al- Ghafiqi'ya ait. Kendisi yaşadığı dönemde kum tanelerinden cam yapmış ve aynı zamanda döneminin göz doktoruymuş. O dönemde yapılmış ilk göz ameliyatını kendisinin yaptığı söylenir.

Yazmaya başladığım bu serinin ilk bölümünde söylemiştim. Endülüs Devleti belki o zamanlar günümüz çağıdan daha az imkanlarıyla şu an sahip olduğumuz teknolojiden çok daha ileri derecede bir ilmi gelişmişlik içersinde yaşıyordu. Bu karşılaştıklarımız hâlâ daha küçük bir kısmı.
Orada araştırılması gereken çok daha fazla hikayenin var olduğunu düşünüyorum.
Üniversite binası olmuş eski hastane (fotoğraf bana ait)
Binanın yakından çekimi "fen edebiyat fakültesi" yazıyor,(fotoğraf bana ait)


Bu gördüğünüz ise, önceden hastahane olan ve şu anda Fen Edebiyat Fakültesi binası haline getirilmiş bir okul. İçeride öğrenim hâlâ daha devam etmekte.


Çeşme,(fotoğraf bana ait)


Şehrin içerisinde her meydanda bu istiridye kabuğuna benzeyen çeşmelerden bulunuyor. İstiridyenin seçilmesinin sebebi, onların anlayışlarına göre istiridye nin "üretkenlik"i temsil ediyor oluşu.


Matador posterleri (fotoğraf bana ait)


Buradaki fotoğraflarda asılmış olan afişler ise, matodorlara ait. Matador, İspanyol kültürü ile özdeşleşmiş boğa güreşi oyunlarında birçok insanın izlediği arena da boğa ile çarpışan -daha doğrusu eğlence için onu öldürmek isteyen- kişinin genel adıdır.

Matador ile boğa, insanlar önünde arenada çarpışmadan önce boğa birkaç gün karanlık bir alanda hiç ışık görmeden bekletilir. Sonra ise çarpışma günü çıkarılır. E tabi haliyle hayvan o kadar gün ışık görmeden bir anda ışığın ve yüksek gürültünün içerisine girmesiyle bir şok etkisine uğrar. Gördüğü ilk şeye ona karşı da bir tehdit olarak algıladığı için saldırmak ister.
Matador ise atının üstünde ilk önce boğanın dikkatini çekip, onu yormaya çalışır. Sonra ise onu öldürmeye.. buradan sonrasını anlatmaya dilim varmıyor,elim ise duyup öğrendiğim şeyleri sizlere tarif etmek istemiyor. Oldukça zalim ve vicdansızca bir hareket olup bunu kültür olarak benimsemeleri bana utanç verici geldi

ama...

Güzel haber! Artık bu tarz şeyler İspanya'nın birçok eyaletinde hoş karşılanmamaya başlamış. Tabi hâlâ daha burada olduğu gibi benimseyenler olduğunu da unutmamak gerekir.

Neyse biz bu da böyle bir kültür diyip son görsele geçelim.


İlk konservatuvar (fotoğraf bana ait)
Asılı olan notlar,gerçekliğini nasıl da koruyor (fotoğraf bana ait)


Yukarıda gördüğünüz görsel, Dünya'nın ilk konservatuvarı! na ait. Artık bu amaçla kullanılmıyor olsa da eski yapısını kaybetmemesi ve onu görebilmek çok hoşuma gitti.

Bu şekilde de... Córdoba turumuzu da tamamlamış oluyoruz. Benim anlatacaklarım şimdilik bu kadar.

Şimdilik diyorum çünküü, bir sonraki varış noktamız Isabel'in ele geçirebilmek için aylarca ter döktüğü,içinde hem yazı hem de kışı bulunduran..."Alhambra Sarayı"!

Hiçbir yere ayrılmayın!