Seyahat Notlarım #6: Kadınların Ülkesi "İspanya!"
Ne? Madrid'in bulunduğu topraklara mı geldim?!
Merhaba seyahat severler!
Yine ama YEPYENİ bir İspanya turuna hoşgeldiniz! Yepyeni diyorum çünkü, artık Endülüs bölgesinden tamamen çıkıp bir diğer önemli ve herkesin bildiği şehirlere ev sahipliği yapan Casstiano (Kastilya) bölgesine varmış bulunuyoruz.
Başkentliğini otantik havasını oldukça koruyan Toledo isimli bir şehir yapmaktadır. Başkentin burasının olmasının sebebi, biliyorsunuz ki bir ülke işgal altına girdiğinde başkent olan şehrin devrilmemesi yani kaybedilmemesi gerekir. Onun varlığı, bir ülkenin var olduğunu, kalbinin attığının resmî kanıtıdır. Bu sebeple işgale karşı çok korunaklı ve dirençli olması gerekmektedir. Toledo da yüksek yamaçları ve dağların arasında kalan bir bölge olduğundan oldukça korunaklı, coğrafi olarakta avantajlı bir bölgedir.
Sokakları hâlâ daha eski zaman izlerini taşır. Her yapı çoğunlukla taştır. Bunun da sebebi öğrendiğim bilgiye göre o dönemde her bölgenin/ülkenin kendine has bir mimarisi var oluşu ve bu mimariyi ortaya koydukları malzemelerin de kendilerine has oluşu. Demem o ki Hristiyanlar taşı daha çok kullanırlarmış. Birazdan ileride görselde de göreceğiniz üzere orada yaşayan Müslümanlar ise (kahverengi) tuğlayı tercih ederlermiş.
Toledo şu an günümüzde dini bir simge olarak - her ne kadar inançları eskisi kadar güçlü değilse de- o bölgeyi temsil etmektedir.
Bu arada şahsi fikrim; dini inançları hakkında bahsettiğim yerleri -geçmiş yazılarda da okurken neler hissettiniz bilmiyorum ama- inançlarına bu kadar bağlı ol(a)mamalarına mantık çerçevesinden bakamaya çalışınca çok şaşır(a)mıyorum.
Bunun için biraz genel kültür, tarih yeterli..
Tüm Avrupa, özgür bir inanca sahip olabilmek için dile kolay 300 yıl boyunca kendi içlerinde kırılmalar yaşamışlar, canlar vermişler, savaşmışlar.
Neden mi?
"Her şeyi" bildiğini savunan, Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi olduğunu söyleyen Papa'nın, tüm kontrolü ele geçirmesi yüzünden. Her şey kelimesini vurgulamak istedim çünkü ekonomiden tutun da devlet yönetimi hatta halkın malı mülkü, tüm özel hayatı dahil gücü elinde toplayıp,insanların uyanışa geçmemesi için elinden geleni yapmış. Bu arada bu "Papa" olarak tek bir kişiymiş gibi bahsediyorum sanılmasın, düşüncelerim bu zamana kadarki insanların yoluna taş koyan hepsini içeriyor.
Velhasıl insanlar bir şeylere sahip olabilmek için birlikte ve birbirlerine karşı savaşmışlar. Bence en yıkıcı olan şeylerden bir tanesi aynı vatanın altında birleştiğin kişilere karşı savaşmak.
Kişiye özel kalması gereken şeylere karşı saygı duymak, hoşgörülü olmak...Bunlar sanılmasın ki günümüzde bir anda ortaya çıkıp moda oldu.
Hayır, hep vardı. Geldiğimiz yere, tarihimize bakın. Bunlar bize uzak şeyler değil. Nerede görülmüş Selçuklu'da, Osmanlı'da aynı şekilde Atamızın ve halkımızın armağanı vatanımızda farklı bir inanca sahip diye bir kişinin dışlandığı, hor görüldüğü,yakıldığı...
Bir kadının kocası vefat ettiğinde ömür boyu siyah giyinmek zorunda kaldığı, herkesin girebildiği yerlere sırf kadın diye "kirlenmesi kolay" diye giremediği.
Bu anlattıklarım bizim kültürümüzde nerede görülmüş. Ama Avrupa için uzak şeyler değil. Bunları burada yazıya geçirme ve daha kalıcı yapma amacım "Onlar çok kötü, biz çok iyiyiz." Gibi analitik düşünceden ve bilinçli eğitimli bakıştan yoksun fikirleri daha da yayalım diye değil, dahası Osmanlısı, Türkiyesi ayırmadan sahip olduğumuz tüm tarihe bizim diye bakıp,ona sarılalım diye.
Haklarımıza daha sıkı sarılalım diye!
Avrupa'nın acı çeke çeke uğruna birçok neslini kaybettiği şeylere ufku açık bir önderin sayesinde daha az kayıplarla sahip olduğumuz için.
Fikri ve vicdanı özgür olmamıza izin verildiği için gurur duyalım aynı zamanda da sahip çıkalım diye.
Ve tabii ki "Sezar'ın hakkı Sezar'a diyerek" Avrupa ülkelerinin geçirmiş oldukları bu zorlu süreçten tırnaklarını kazıyarak kendilerine yeni ve evrensel bir dünya yaratmalarını da tebrik edelim.
Bu söylediklerim tartışmaya açık şeyler olmakla birlikte sahip olduklarımızın elimizden gitmeden kıymetini bilebilmek için düşüncelerimi buraya yer vermek istedim.
Şimdi ise rotamıza geri dönebiliriz. Bizi yoğun bir tarih bekliyorr!
Çünküü nihayet o meşhur Isabel ile tanışıyoruz. Onun ve onun gibi orada doğan, ilk modern roman olan "Don Kişot'un" Yazarı, Cervantes'in doğduğu topraklara varmış bulunuyoruz!
Neresi mi burası?
SEGOVIA'YA HOŞ GELDİNİZ
Öncelikle burada Roma tarihine bir bakış yapacağız. Endülüs'te yoğunlukta Müslüman dokunuşları görmüştük. Burada da göreceğiz fakat artık çoğunlukla daha farklı kültürlerin karışmasına şahit olacağız.
Buranın birkaç tane tarihi açıdan önemli özelliklerinin var olduğunu söyleyelim.
Bunlardan birincisi, Segovia hakiki (safkan) İspanyolların yaşadığı yerdir. Bir diğeri ise Isabel ve ileride kocası olacak olan II.Fernando'nun evlenerek stratejik olarak krallıklarını birleştirdikleri yer oluşu ve bu şekilde de bir ulus devleti hâlini almaları. Üçüncü ve sonuncusu ise üst üste taşları koyarak yapılan ve 2000 yıldır hiçbir sallantı hatta taş düşmesi dahi yaşamayan,şehrin girişini kaplayan su kemerlerine sahip oluşları.
Yukarıda görmüş olduğunuz bu su kemerleri inanılmaz derecede büyük ve oldukça da enine doğru uzun. Bu şekilde eskiden şehrin girişinin olduğu bu bölgeyi tamamen (çoğunlukla) kapladığı çıkarımını yapabiliriz. Hatta şu anda oradaki yerel rehberlerin bize söylediğine göre Segovia bölgesi herhangi bir olası susuzluk durumu ile karşı karşıya kalırsa, bu su kemerleri çok uzun bir süre rahatlıkla orada yaşayanları idare edebilirmiş.
Bir de sizin de hiç dikkatini çekti mi, bilmiyorum ama ben ne zaman böyle eskiye ait devasa gösterişli yapılar görsem -özellikle bu seyahatte- hep bu yapıları o zamanın şartlarına göre nasıl inşa ettiklerini düşünürüm.
Şu an ve bu yazının ilerleyen bölümlerinde de görmeye devam edeceğimiz gibi birçok yapı "insan eli" ile nasıl bu kadar kalıcı ve muhteşem olmayı başarmış benim aklım almıyor,alamıyor doğrusu.
Yapımının 4. yy'ın sonlarına doğru tamamlandığı ve Romalılar tarafından İspanyollar'a miras bırakılan bu su kemerlerini de görünce bilmediğimiz hangi teknoloji ile bunu ortaya çıkardılar merak ettim.
Buradaki evleri de yukarıda bahsettiğim ayrımları görelim diye eklemek istedim. Evlerdeki çiçek figürü (demir tellerde görüyorsunuz) Hristiyanlara ait olmakla birlikte kahverengi tuğla da Müslüman soylulara aitmiş.
Buradaki birçok evin mimari yapısından Müslüman'a mı yoksa Romalılara ait bir ev mi olduğu çıkarımını yapabiliriz.
Bu görselde de bir kemer görüyorsunuz. Bir önceki yazımda okuyup dikkat edenler hemen anlayacaklardır! Gördüğümüz bu kemer açıkça Müslümanlar'ın çok benzeri. O da at nalı şeklinde dizayn edilmiş sadece TEK bir farkı var.
O da üzerinde küçük çiçek desenlerine sahip oluşu.
Bir de Roma evlerinin kapısında 2 adet tokmak vardır. Bu tokmaklar gelen kişinin atı ile gelip gelmediğini anlamamızı sağlar. Eğer gelen kişi atlı değil ise alt tokmağı çalar, atlıysa üstü çalar ve atını alt tokmağa bağlar. Zaten tokmağın şekli de at nalını andırır.
Bu gördüğünüz ev ise "360 gagalı" bir Yahudi evi. Şu an müze olarak kullanılıyor.
Birbirine açılan sokaklardan dolaşa dolaşa son rotamıza doğru ilerliyoruz.
İlerlerken...
Karşımıza bu heykel çıkıyor. Görselde görmüş olduğunuz kişi, o dönemde yaşanan çeşitli ekonomik,sosyal sıkıntılardan dolayı dayanamaz ve bir cesaretle krala karşı isyan başlatır. Halktan da -büyük çoğunlukta- herkesi arkasında toplar.
Fakat iş sırada kral ile yüz yüze gelmek ve çarpışmak olunca bu tabiri caizse "gariban" adam arkasına dönüp bir bakar ki..
Kimsecikler orada yok!
O esnada kimse ona destek çıkmamış. E tabiki de idam cezası ile kendi sonunu hazırlamış. O ölünce de halk kendisini "kahraman" ilan ederek böyle bir heykelini yapmış.
Hayat, ne garip değil mi?
Belki zamanında destek olsalardı her şey daha farklı olabilirdi.
Düşünceler bir diğer düşünceyi kovalarken bu sefer geniş bir meydanda buluyoruz kendimizi.
Bir tarafımızda 16. yy'da yapılmış "son gotik eser" olma özelliği taşıyan "Hanımefendi Katedrali", bir diğer tarafımızda ise 17. yy'da Isabel ve II.Fernando'nun evlenerek daha da kutsadığı katedrali görüyoruz.
Capcanlı görünce gerçekten de sağa mı baksanız sola mı baksanız, neyi hangi detayı inceleseniz şaşırıyorsunuz.
Kafamda hep "acaba ne kaçırdım?" Diye düşünmekten kendimi alamadım.
Evet.. çok yoğun bir yazı oldu farkındayım...fakat daha Segovia maceramız bitmedi! Sizlere ve kendime bir mola vererek, bir sonraki yazıda Disneyland'ın ilk versiyonuna benzeyen Isabel ve Fernando'nun evi olan bu şatoya ve arkasındaki o görkemli hayata bakış atacağız.
Sevgiyle kalın...