Seyahatname Örnekleriyle İslam Ve Folklorde Tılsım Kavramı
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde tılsımların rolü.
Tılsım, Arapça'ya Grekçe'den geçmiş bir kavram olup, sözlükte “tabiat üstü güçlere, birtakım sırlara sahip olan nesne, çözülemeyen düğüm, anlamı gizli ve kapalı söz” anlamına gelmektedir. Anadolu folklorunda ise bütünü etkileyen araç, gizli şeyleri açmaya yarayan söz, korunmak için takılan takı gibi anlamlara gelmektedir. Tılsım olgusunun sözlüklerdeki anlamlarının ötesinde Seyahatname’de daha geniş bir anlam çerçevesine sahip olduğu görülmektedir. Burada tılsımın anlam evreninin yedi başlık altında toplandığı tespit edilmiştir. Bunlar: koruyuculuk, hüküm vericilik, arıtıcılık, bereket, kural, şifa, gösterge veya bir durumu nitelemenin işareti ve acayipliktir.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî’ye göre mıknatısın demiri, kehribarın saman çöpünü çekmesi, sirkenin taşı eritmesi ve Türkler arasında bilinen yağmur çeken taş örneklerinde görüldüğü gibi semavî kuvvetlerle yer güçleri arasındaki denge doğru biçimde kurulduğunda tılsım gibi garip hadiselerin meydana gelmesi muhtemeldir. Bu tanımla, insanların metafizik durumlarla karşılaştıklarında durumu açıklamak için tılsım olgusunu ortaya koyduklarını görebilmekteyiz. Büyüsel ve mistik zihniyetin hâkim olduğu çağlarda ortaya çıkan bu olgu, büyü kavramıyla bir tutulsa da Seyahatname örneklerinde birbirinden farklı oldukları görülmektedir.
Tılsımın İslam dünyasındaki yerine de bakacak olursak, Müslümanların zihin dünyalarında var olan tılsımların, hurafe dairesi içinde sıklıkla karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. İslam kültüründe en sık karşılaşılan hurafe örneklerinden biri muskadır. Özellikle bebeklerin üzerine takılan, deri ya da metale sargılı birtakım ayetlerin üzerinde taşınarak koruyuculuğuna inanılır. Ayrıca suya birtakım ayetlerin okunup içilmesi, kutsallık atfedilen taşların üzerine sarılması, bedende rahatsız bölgeye kutsallık atfedilen toprağın sürülmesi gibi örneklerle günlük hayatta sıkça karşılaşılmaktadır.
Tabii bunlar tılsım olgusunu çağrıştırsa da muska ve tılsım kavramları birbirine çok benzer görülmesine rağmen bazı ayrımları mevcuttur. Christiane Gruber, İslam Dünyasında Muskalar ve Tılsımlar adlı eserinde bu ayrımı şöyle ifade eder: Muska (amulet) genellikle metal veya kemik gibi dayanıklı bir malzemeden yapılan küçük bir nesne olarak tanımlanır. Tılsım ise kâğıt ve parşömen gibi daha az dayanıklı malzemelerden oluşur. Muska da çoğu kez korunma amaçlı olarak vücut üzerinde taşınır, fakat tılsım (tilsam) deyince akla genellikle sihirli yazı, işaret ve sembollerin daha büyük bir yoğunlukta yer aldığı nesneler gelir. Bu nedenle muskadan, çoğu zaman kötücül güçlere karşı hem bir engel veya perde (hicab) hem de bir sığınak veya korunak (hırz) olarak bahsedilir. Muska bir tür savunma sistemi, beden ve ruh için sembolik bir siper işlevi görür. Allah’ın yol göstericiliğini ve koruyuculuğunu elde etme yönündeki manevi arayışı somutlaştırırken, arzulanan sığınağın bir nesne formu altında da olsa tecessüm etmesini sağlar.
Ek olarak tılsım, sadece yazılı bir kaynak değildir; mekân, şifa, bereket ve çeşitli nesneler de tılsım görevi üstlenmektedir. İslam dünyasında kimi nesneler tılsım olarak kabul edilebilir. Hz. Muhammed’in hırkası ve Hz. Süleyman’ın mührü bunlara örnektir. Tılsım kavramı sadece İslam dininde yoktur, dört kutsal dinde de örneklerine rastlanmaktadır. Örneğin, Süleyman Mührü, sadece İslam dünyası için değil Yahudiler için de önem arz etmektedir. Christiane Gruber, Her Derde Deva: Lilly Kütüphanesindeki Osmanlı Resimli Dua Kitabı adlı eserinde Süleyman Mührü’nü şöyle açıklar: Farklı nesne ve yüzeyler üzerinde görülen bu mühür, tıpkı Süleyman’ın yaptığı gibi ruhlara hükmederek ve bir olan Allah’a tevekkül, itaat ve dua ederek korunma dilemenin ‘övgüye değer’ bir yolu olarak kullanılmıştır. Bu kullanım, mühür benzeri şekillerin bir büyü aracından ziyade, Allah’tan yardım dilemeye yarayan grafik bir vasıta işlevi gördüğü bir tür ‘meşru’ veya ‘ak’ büyü meydana getiriyordu. Dolayısıyla Süleyman’ın yıldızı, kara büyü yapmak için kullanılan bir araç değil, ilahi takdire mazhar olmak amacıyla başvurulan görsel-metinsel bir vesile olarak anlaşılmalıdır.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’de verdiği örneklere bakacak olursak, tılsım kavramını daha farklı ve detaylı bir boyutta görebilmekteyiz. Evliya Çelebi, Mısır’da Elvahat vilayetindeyken özetle şöyle bir hikâye anlatır: Nuh peygamberin torunları, babaları öldükten sonra çok ağlarlar. Ağlamaktan neredeyse kör olacaklardır. Şeyh suretinde iblis gelir ve onların acısını dindirmek için Kenan’ın sandukasından bir levha koparıp üzerine bir Kenan sureti yapar. Kızlara buna tapınmalarını öğretir. Kızlar bunu eve götürüp ölünceye kadar taparlar. Oğulları da bu durumu analarından görüp putperest olurlar. Evliya Çelebi, bu tahtanın bir kilisede Kıptî rahiplerin elinde olduğunu ve rahiplerin ona taptığını söyler. Ayrıca, Evliya Çelebi, cahil kâfirler zamanında putların gövdesinin ağaçtan ve taştan yapıldığını, bu Kenan suretinden sonra kâfirlerin tahtaya tapmaya başladıklarını ifade eder.
Seyahatname’nin İstanbul cildinde, Ayasofya’daki melek heykellerinin Peygamber Efendimizin dünyaya gelmesiyle yıkıldığını belirttikten sonra denizle ilgili tılsımlardan birini şöyle anlatır: Erbain 40 gün türlü türlü balık, deniz dalgası olmadan tılsımların etkisi ile bütün balıklar kıyıya vurup İstanbul halkı bolluğa kavuşurdu. Daha sonra bu tılsımlar, Hz. Peygamber’in doğum gecesi büyük depremle yıkılıp (…) Gerçi sütunlar yıkılıp deniz içinde yatar ama tılsımlı olan suretleri denize dair olup yine denize düşmek ile hâlâ tesirli olup her sene nice bin tür balık kıyıya çıkınca avlarlar.
Seyahatname’de tılsım heykeli olarak kullanılan hayvanlara da sıklıkla yer verilmiştir. İlgili örnekler şu şekildedir: Kaçan Budin üzerine bir yağı ve eşkıya düşman gelir olsa bu tunç horoz kanat çırpıp ötmeye başlar. Ondan bilirlermiş ki kale üzerine bir düşman gelir, diye hazırlık görürlermiş ve her saatte üçer kere ötermiş.
Estergon Kalesi’ndeki anlatımında ise şu ifadelere yer verir: Ve bu kapının eşiğinin dış iki tarafında, somaki kırmızı mermerden bu kapının sağında ve solunda birer heybetli aslan tasvirleri var. Kale sahibi İrşek adlı ünlü kâfir kâhin olduğundan bu acayip kilisenin eşiğine mal gömüp bu arslanları o gömülü malı beklemeleri için tılsım etmiş.
Akrep, yılan, çıyan, sıçan, sivrisinek, sümüklüböcek, pire ve timsah heykelleri veya timsalleri, bu hayvanların o bölgeye gelmemesi, onları uzaklaştırmak ve böylece onlardan korunmak maksadıyla yapılmıştır. Tımaşvar’da sivrisineklerden koruyan tunç sivrisinek heykeli, Kûs şehrinde akrepten koruyan, üzerine akrep timsali kazınmış yıkık sütun, Hamamü’l-Kelb adlı hamamda tunçtan köpek heykelleri dolayısıyla kuduz köpek vakasının Mısır’da olmaması, Budin’de hamamda sümüklüböcek tılsımı, Sultan Gavri türbesinde sivrisinek ve pire engelleyen tılsım gibi benzeri örneklerin sayısı daha da artırılabilir.
Bir başka örnekte ise Evliya Çelebi, Sığacık’taki Karagöl’ün tılsımını anlatır: Halk tarafından tılsımlı kabul edilen göle birçok defineci giremeyip helak olurken, bir derviş 40 gün erbain çıkarıp ilim kuvveti ile gölün suyunu ortadan kaldırır, yerine bir çukur meydana getirir. Mağaradan derviş, ihtiyacı kadar defineyi alıp gider. Aynı şeyi ahali yapmaya kalktığında mağaradan su çıkar, böylece kimi insanlar boğulur. Dervişi Sultan Ahmet’e götürürler, derviş sultana macerasını anlatır. Derviş, Kapucubaşı ile Karagöl’e gelir, aynı ritüelleri uygular ama bu sefer ahalinin başına gelen akıbet derviş ile yanındakilerin başına gelir ve boğulurlar.
Tılsım kavramı, insanlık tarihinin mistik ve büyüsel düşüncelerle şekillendiği dönemlerden günümüze kadar varlığını sürdüren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde geniş bir anlam yelpazesiyle ele alınmıştır. Seyahatname'de tılsımların sadece bireysel kullanımlarla sınırlı kalmadığını, bazen toplumların ve şehirlerin korunması veya refahı için de kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıca, Evliya Çelebi’nin anlatıları, tılsımın sadece basit bir inanç unsuru değil, aynı zamanda yerel halkların yaşamında derin bir yer edinmiş, gizemli bir olgu olduğunu açığa çıkarmıştır. Sonuç olarak, tılsım ve benzeri inançlar, insanlığın doğaüstü güçlere ve bilinmezliklere karşı duyduğu merakın, korkunun ve korunma ihtiyacının bir ifadesi olarak hem folklorda hem de dini ritüellerde kendine güçlü bir yer bulmuştur.