"Seyirci"

Sezen Ünlüönen'in romanı İmtiyaz yahut Cici Kızlara Bir Roman'ın sade bir incelemesi.

İmtiyaz romanını okuduğumda aklımda kalan kelimelerden biri bu oldu. Aslında aklımda birkaç tane kelime daha var. “Yabancı” ya da “silik” gibi. Bunu romanı bitirmeme elli sayfa kala düşündüm ve “silik” kelimesinin düşündüğüm kadar uygun olmadığına karar verdim.

Öncelikle romanın ikincil başlığını çok itici buldum. “Cici kız” söyleminden hiç hoşlanmam ayrıca kitabın tanıtımında vaat edilen hiçbir şey romanda çözüm bulmuyor. Toplumsal cinsiyet rollerini kırdığını zanneden bir romanın arkasında “oturmasını kalkmasını bilen bir kız” ibaresinin olması da gülünç. Kitap tanıtımlarını yazarın yapmadığının farkındayım ama yine de.

Çağdaş Türk Edebiyatında sıkıntı çektiğim ve okumamı zorlaştıran şey şu: hep toplum spektrumunun en zıt noktaları seçiliyor. Ya karakter ve çevresindekiler aşırı “yöresel, kırsal,” veya “Anadolulu” oluyor ya da aşırı burjuva ve jet sosyete ekibinden oluyor. Bu romanda da bunu görmek mümkün. Nergis’in arkadaş grubunu fazlasıyla zorlama buldum.

Nergis başlarda itilip kakılan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Kendi fikirlerini belirtmekten veya konuşmaktan çok çekinen bir karakter değil, hayır. Fakat daha çok oradan oraya sürüklenen, teşvik edilmedikçe susan ve “hayır” demeyi çok iyi bilmeyen biri gibi. Nergis’in arkadaş grubu özellikle yukarıda bahsettiğim burjuva insanlardan oluşuyor. Aslında dolu gibi gözüken ama ezberlenmiş sözlerden oluşan “yüksek kültür” sohbetleri sürdürüyorlar sürekli.

Seyirci kelimesini seçmemin sebeplerinden biri, romanın sonuna kadar Nergis’in iç dünyasını pek bilmememiz ve onun gözleri sanki kameraymış gibi etrafımızdakileri izlememiz. Köşemizde oturmuş kimler neler yapıyor neler konuşuyor onu gözlemliyoruz sadece.

Nergis bir doktora öğrencisi. Daha sonraları benim sahip olduğum korkuların aynısına sahip olduğunu, öğreniyoruz, yani, öğrenciliğin bitişinin hayata atılmanın zorunluluğunu simgelemesi ve Nergis’in kendini buna hazır hissetmemesi. Öğrenciliğini doktora seviyesine çıkarmasını ve çeşitli sebeplerle uzatmasının bu yüzden olduğunu fark ediyoruz.

Nergis’in arkadaş ortamını çekilmez buldum. Ev arkadaşları fena değil ama Lale, Ela ve belgesel ekibini okurken gerçekten göz devirmeden duramadım. Nergis’in de gözlemlediği gibi arkadaş grubunda evli iki çift var ve bu arkadaş grubu ne kadar modern olduğunu iddia etseler de (ve öyle gözükseler de) Türkiye’de evlilikteki kadın-erkek rollerinin beklentilerini birebir karşılıyor. (Kadının evi çekip çevirmesi ve erkeğe hizmet etmesi gibi.)

Kitapta beni en çok rahatsız eden şey ekibin BDSM denilen cinsel fantezinin üzerine yaptığı yorumlardı. Dilruba bu fantezinin gereksiz olduğunu, insanların bu fanteziye sahiplerse sokağa çıkmamalarını zaten “adamların” en büyük hayalinin “Sus lan orospu.” diyerek iki tokat çakmak isteği olduğunu söylüyor. Yanlış bir gözlem diyemeyeceğim, yalnız Nergis konunun geldiği yerden rahatsız olduğu hâlde sesini çıkartmıyor.

Ekin -ki bu karakteri hiç sevmedim ve çok banel buldum, derinleştirmek istenildikçe sığlaşan biri- başka bir kadınla beraber olmasına rağmen Nergis’le bariz bir biçimde flörtleşiyor, Nergis de bu durumdan çok rahatsız ama sesini çıkartmıyor.

Nergis, ev arkadaşı istemiyor. Sonradan öğrendiğimize göre yalnız başına yaşamayı karşılayacak kadar parası da var ama Eylem teklif ettiğinde "Hayır." demiyor ve yine sessiz kalmayı tercih ediyor.

Belgeselin bir yere varmayacağını hatta çekilmeyeceğini bildiği hâlde çok da sevmediği bir ekiple takılmaya devam ediyor, annesinin yaptığı ve söylediği çoğu şeyden rahatsız ama bir şey demiyor, Ekin’e bu flört konusunda biraz çıkışıyor ama biraz karşı konulduğunda hemen siniyor, babasının kendiyle yaşıt biriyle evlenmesini yanlış buluyor ama dile getirmiyor. Başarı yakaladığı alanda, resim çizmekte herhangi bir heves ve atılım göstermiyor. Kendisi için gelen fırsatları değerlendirmiyor ve hep olduğu yerde kalıyor.

Dediğim gibi, son yirmi sayfaya kadar Nergis hep seyirci konumunda. Hayatının akışını değiştirmek için pek bir şey yapmıyor, etkin biri değil de edilgen biri gibi. Hayatı öylesine yaşıyormuş havası var. Depresyonu güzel yansıtılmış ama bazen Nergis depresyonun bile hakkını veremiyor.

Genelde gözlemci bakış açısı romanlarda anlatıcının iç dünyasına ve fikirlerine dair daha çok bilgimiz olur fakat bu Nergis için geçerli değil. O yüzden kitabı okurken hep Nergis’in yanında oturmuş, onun etrafında gelişen ama onu içermeyen hayatını izler gibiydim.

Keşke kitabın sonunda gördüğümüz biraz daha açılmış ve atılımlar yapan, arkadaşlarıyla sohbet eden, eğlenen ve kendi sergisini açan Nergis’i tüm kitap boyunca görebilseydik. Eminim, söyleyecekleri (özellikle arkadaş grubunun tartışmalarında) çok yerinde ve önemli olurdu. Fakat hayat. Kendimizi ifade etmek için sadece çok az bir şansımız var ve bu şansı yakaladığımızda bunu değerlendirmemiz gerekiyor. Yoksa Nergis gibi, kendi hayatımızda bile her daim “seyirci” konumunda kalmaya mahkumuz.