Shakespeare'in Venedik Taciri'ndeki Eleştrileri
Shakespeare'in ölümsüz eseri Venedik Taciri'ni gelin beraber inceleyelim
Venedik Taciri Shakespeare' in en ünlü komedi oyunlarından biridir. İçerisinde birçok "Shakespearean komedi" özellikleri barındırmakla birlikte, kendi dönemine damgasını vuran toplumsal olaylara dikkat çekmeyi başarmış ve tabiki eleştirilerini Kraliçe Elizabeth'in gözüne batmadan yapabilmiştir. Hadi gelin bu eleştirilere beraber bakalım.
Çağlar boyunda insanlar farklı farklı konularda ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalmıştır. Bu sebeple Venedik Taciri'nden bahsederken mutlaka konusu geçen antisemitizm'den yani Yahudi ayrımcılığından bahsetmek gerekir. O dönem İngilteresinde halk Hristiyan ve Yahudi çatışmasıyla karşı karşıya gelmiştir. Venedik Taciri'nde ise bahsi geçen Yahudi, Shylock adında bir tefecidir. Tabi o dönemlerde tefeci dendiğinde de akıllara Yahudiler gelirdi çünkü bu işle fazlasıyla meşgul olurlardı. Gelelim Shakespeare Venedik Taciri'nde bize ne anlatmak istemiş.
Aslında bu oyun Shakespeare'in komedi unsurlarını barındıran bir komedi oyunudur. Fakat bu unsurlardan bağımsız değerlendirdiğimizde içerisinde birçok eleştiri ve giydirme bulunmaktadır. İlk eleştiriyi Portia adında soylu bir kadın ana karakterimiz yapıyor. Ölen babasının vasiyeti üzerine Portia'nın babasının belirlediği şekilde izdivaç yapması gerekiyor. Vasiyette, üzerinde notlar yazan altın, gümüş ve kurşundan üç tane kutu var. Bu kutulardan doğru olanı seçen soylu talip ise Portia ile evlenme şansına erişiyor. Portia-" İşte yaşayan bir kızın iradesi, ölmüş bir babanın istek ve vasiyetiyle kıskıvrak bağlanmış." diyerek bir sitemde bulunuyor. Daha sonra önceden gelmiş olan talipleri tekrardan değerlendirmeye alarak, Shakespeare farklı ırk ve kültürlere olan eleştirisini Portia üzerinden izleyiciye aktarıyor.
İlk gelen talip Napolili bir prens. -" İşte sana zekasız, donuk, dikkafalı bir genç. Atlardan başka bir konusu yok. Marifetmiş gibi atlarını kendi nalladığı için övünüp duruyor. Korkarım anası bir nalbantla işi pişirmiştir."
Sırada hükümdar yetkisine sahip saraylı bir Kont var.-"Onun da somurtmaktan başka bir şey bildiği yok. Sanki "İster beni kabul et, ister etme." der gibi bir ifadesi var. En komik fıkraya bile gülmüyor; gençliğinde bu kadar görgüsüz ve uygunsuz kederler içinde olursa, korkarım yaşlanınca ağlayan filozofa dönüşebilir. Bunlardan biriyle evleneceğime ağzında kemik tutan bir kurukafayla evlenirim daha iyi. İkisinden de beni Tanrı korusun!"
Fransız Mösyö Le Bon hakkında ise -"Napolili prensten daha iyi bir atı var, Konttan daha iyi surat atmasını biliyor. Adam hiçkimsenin içinde herkes. Ardıç kuşu ötse, kalkıp oynamaya başlar. Kendi gölgesiyle kılıç tokuşturur bu. Onunla evlenmeye kalksam, yirmi kocayla evlenmiş olurum. Benden nefret etse onu bağışlarım, ama bana çılgınca tutulursa asla karşılık veremem." diye belirterek Fransızların birden fazla kişiliğe sahip oldugunu eleştiriyor.
Ama asıl eleştiriyi İngiliz Baronu Falconbridge'e yapıyor.-" Sen de biliyorsun,onunla hiçbir şey konuşamıyorum, ne o beni anlıyor ne de ben onu. Ne Latince, ne Fransızca ne de İtalyanca biliyor. Benim üç kuruşluk İngilizcem için de mahkemede yemin etsem başın ağrımaz. Yakışıklı bir adam, ama bir sözsüz oyun gösterisinde kim konuşabilir ki? Giyinişi de bir acayip! Bence cepkenini İtaya'dan, dizliği Fransa'dan, şapkası Almanya'dan... Davranışını da her bir yerden almış." Aslında burada İngiltere, Elizabeth dönemiyle en parlak dönemini yaşıyor ve dünya üzerinde bir çok sömürgesi var. Ama Shakespeare bu eleştiride İngilizlerin birçok yere hakim olmasına rağmen, kendilerine ait hiçbir şeyleri bile yok, sadece kıyafetleri oradan buradan toplama değil davranışları bile başkasının demeye getiriyor.
Sonraki gelen İskoç Lordu için -" Şevkatli, yardımsever bir komşu: İngilizden kulak tozuna bir tokat ödünç almış, sonra imkan bulunca bunu geri ödeyeceğine yemin etmiş. Sanırım Fransız kefil olunca, bir şaplak daha yemeyi garantilemiş." diyerek Kraliçe Elizabeth ve İskoç Kralı James arasındaki anlaşmazlığa dikkat çekiyor.
Alman talibi hakkında ise -" Sabahları ayıkken bayağı, akşamüstü sarhoşken bayağının bayağısı. En iyi haliyle insanın biraz daha altında, en kötü haliyle hayvanın biraz daha üstünde. Başa gelen belaların en kötüsü." olduğunu söyleyerek Almanların çok fazla alkol tükettiğini eleştiriyor.
Oyunun ilerleyen sahnelerinde Portia'nın iki talibi daha oluyor. Taliplerden biri olan Fas Emiri aşağılık kompleksine sahip. Kendisi bu durumu şöyle ifade ediyor.-"Tenimin rengi için beğenmezlik etmeyin beni; Yan yana yaşadığım, birlikte yetiştiğim, yanıp tutuşan güneşin verdiği gölgeli giysim o benim...Kuzeyde doğan en ak pak yaratığı getirin bana, aşkınız uğruna ikimiz de kesik atalım elimize, görelim hangimizin kanı daha kırmızı." Fas Emiri ,yani Shakespeare, bu sözleriyle önemli olanın ten rengi değil insanın kendisi olduğunu vurgulamaya çalışmış.
Gelelim Shylock'a. Shylock, oyunumuzun içeriğini oluşturan antisemitizmin ana karakterini temsil ediyor. Shylock aldığı yüksek faizler sayesinde tefecilik yaparak zengin olan Yahudi bir adamdır. Bir gün paraya ihtiyacı olan Bassanio adındaki genç, sevgili arkadaşı Antonio'dan ona kefil olmasını ister. Shylock ile Antonio arasında bulunan hali hazırdaki gerginlik ve karşılıklı nefret bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Antonio, Shylock'un yüksek faizlerle iş yapmasına her zaman karşı çıkmış ve bu sebeple ona engel olmaya çalışmıştır. Aralarında hem iş hem de din çatışması var. Antonio bir Hristiyan ve fırsatını bulduğu her yerde Shylock'u türlü türlü ırkçılığa maruz bırakmıştır. Bu durumu Shylock şöyle açıklıyor:
"Sinyor Antonio, Rialto'da, herkesin içinde, param ve faizciliğim yüzünden hep aşağılayıp durdunuz beni. Ama ben omuz silkip sabırla katlandım bu hareketinize, Çünkü acı da duysa sabretmek kavmimizin özelliği. Bana inançsız, boğazı kesilesice, köpek dediniz, ve tükürdünüz Yahudi giysilerime. hepsi de kendi işimi yürüttüğüm için. Ama görüyorum ki, bana muhtaçsınız simdi. Her neyse, şimdi bana gelip diyorsunuz ki " Shylock, bizim paraya ihtiyacımız var." Sakalıma tüküren, kapınıza kadar gelen bir sokak köpeği gibi bana tekme atan siz, şimdi benden para istiyorsunuz. Bilmem ki, şimdi ne söyleyeyim ben size? "bir kopekte para ne arar?" Bir köpek üç bin düka verebilir mi? demem gerekmez mi? Ya da bir köle gibi titrek bir sesle "Yüce efendim, son çarşamba günü bana tükürmüş, bir gün tekmelemiş, başka bir gün de bana köpek demiştiniz. Gösterdiğiniz bu nezaket karşılığında, şu kadar borç verebilirim size."
Shylock ise tüm bu sözlerine rağmen Antonio'ya borç vermeyi kabul etmiştir çünkü söylentilerden duyduklarına göre Antonio iflas etmek üzere. Bunu fırsat bilen Shylock da ben borç vereyim de nasıl olsa geri ödeyemez, ben de intikamımı alırım keyfimce diye düşünerek anlaşmayı kabul ediyor.
"İyilik severliğimi göstereceğim size. Birlikte notere gidelim, orada bir borç senedi imzalayıp mühürleyin bana. Sırf eğlencesine, diyelim ki: Filan yerde, filan günde, Şartlarda belirtilen miktarı ödeyemezseniz eğer, karşılığında vücudunuzun istediğim yerinden yarım kilo etinizin kesilerek alınması bana yeter."
Daha sonralarda Shylock Antonio'nun arkadaşlarına rastlıyor ve aralarında yaptıkları anlaşmayla ilgili bir konuşma geçiyor:
Salarino-" Söylesene, Antonio'nun denizde hiç kaybı olmuş mu, olmamış mı?
Shylock-" Hah işte, yanlış bir pazarlık da orada yaptım. Rialto borsasında kafasını nadiren çıkarmaya cesaret edebilen batakçı, savurgan herifin teki; borsaya gelirken şık giyinmeyi ihmal etmeyen bir dilenci. Sözleşmesine baksın o. Bana tefeci demeyi hiç ihmal etmez: Ama sözleşmesine dikkat etsin. Sırf Hristiyan cömertliğini göstermek için borç vermesini bilir: Sözleşmesine iyice baksın."
Salarino-"Ne olmuş yani, borcunu zamanında ödeyemezse, etini kesecek değilsin ya. Hem ne işine yarar ki bu?"
Shylock-" Balık yemi olarak kullanılır. Hiçkimseyi doyurmasa bile intikamımı besler. Beni aşağıladı, yarım milyondan etti, kaybettiklerime güldü, kazancımla alay etti, halkımı hor gördü, işlerimi engelledi, dostlarımı benden uzaklaştırdı, düşmanlarımı kışkırttı. Peki, bütün bunlara sebep neydi? Ben Yahudiyim de ondan. Yahudinin gözleri yok mu? Yahudinin elleri, organları, bedeni, duyguları, sevgileri, tutkuları yok mu? Aynı yiyeceklerle beslenmiyor mu? Silahla yaralanınca aynı acıyı duymuyor mu? Aynı hastalıklara yakalanmıyor mu? Aynı ilaçlarla iyileşmiyor mu? Kışın soğuğunu, yazın sıcağını bir Hristiyan gibi duymaz mıyız? Etimizi kesseniz bizim de kanımız akmaz mı?Gıdıklarsanız gülmez miyiz? Bizi zehirlerseniz ölmez miyiz? Bize haksızlık etseniz öcümüzü alamayacak mıyız? Her şeyde benzediğimize göre, bunda da benzeyeceğiz elbette. Bir Yahudi, bir Hristiyana haksızlık ederse, karşısında göreceği hoşgörü ne?İntikam. Bir hristiyan bir Yahudiye haksızlılk ederse, Hristiyan töresine göre karşılığı ne olmalı? Elbette intikam! Bunu sizlerden öğrendim, sizlere uygulayacağım."
Shakespeare daha önce oyunun başlarında yaptığı gibi burada da Shylock üzerinden Yahudileri sempatik göstermiş. Burada vermeye çalıştığı mesaj ise insanlara ayrımcılık yapmayın, onları yargılamayın. O zamanların en büyük toplumsal olaylarından olan ırkçılığı böyle eleştirmiştir.
Oyunu ilerleyen sahnelerinde Shylock!un başına gelmeyen kalmıyor tabii. Sevgili kızı Jessica Bassanio'nun arkadaşı olan Lorenzo ile sevgili oluyorlar. Kendisinin de Yahudi olmasına rağmen Yahudi babasından haz etmeyen Jessica, Lorenzo ile birlikte kaçıyorlar ve tabiki kaçarlarken Shylock'u soymayı da ihmal etmiyor ve giderken yanında ne kadar para ve mücevher alabilirse alıyor. Bunu duyan Shylock ise kızının gittiğine mi yoksa paracıklarının gittiğine mi yansa bilemiyor.
"Ya işte işte gördün mü bak. Frankfurtta bana iki bin dükaya mal olan elmaslarım gitti. Yalnız o iki bin düka, ya o değerli mücevherler. Keşke kızımın ölüsü ayaklarımın dibinde yatıyor olsaydı, mücevherler de kulaklarında olsaydı! Keşke ayaklarımın dibinde tabutta yatsaydı da, dükalarım da tabutun içinde olsaydı!"
Oyunun başlarında izleyiciye iyilik timsali gibi yansıtılan Shylock'un gerçek yüzü oyun ilerledikçe ortaya çıkıyor. Yahudilerin aslında insandan, insan canından çok paraya kıymet verdiği, kendi çıkarları ve kazançlarının onlar için daha ön planda olduğunu vurgulamıştır Shakespeare.
Artık oyunun sonlarına doğru geldiğimizde, Antonionun iflas ettiği ve Shylock'a olan borcunu ödeyemez duruma geldiğini öğreniyoruz. Yaptıkları senede göre Antonio'nun borcunu ödeyememe halinde Shylock'un, Antonio üzerinde istediği bir yeriden yarım kilo et kesmeye hakkı var. Ticaret merkezi olan Venedik'in adaleti yasalarla korunduğundan, " Adalet yerine getirilmezse, nerede kalır devletin bağımsızlığı" diyerek tehditler savuran Shylock'u yirmi tüccar, devletin ileri gelenleri ve bizzat Dük'ün kendisi bile onu bu cani isteğinden vazgeçiremiyor ve senedim de senedim diye tutturuyor. Fakat Shylock'un hakkından da Portia geliyor. Bu olayları duyan Portia avukat kılığına girerek Venedik'e gidiyor. Antonio, Bassanio, avukat kılığındakı Portia ve Venedik Dük'ü Shylock'a merhamet etmesi için dil dökseler de başarısız oluyorlar. Avukat, yani Portia anlaşma yaptıkları senedi incelediğinde artık Shylock'un hakkını alabileceğini söylüyor. Bu güzel haberi duyan Shylock seviniyor ve tam Antonio'nun etinden yarım kilo et kesecekken Portia onu durduruyor.
"Bekle biraz; bir şey daha var. Bu anlaşma sana bir damla kan bile vermiyor; Burada sadece " yarım kilo et" ifadesi görülüyor. Sadece hakkın olan yarım kilo etini al. Ama keserken bir damla bile Hristiyan kanı dökersen, Venedik yasaları uyarınca, malın mülkün ne varsa el konulur, hepsi Venedik devletine aktarılır."
Bu durum işine gelmeyen Shylock Bassanio'nun daha önce yapmış olduğu, borcun üç katı geri ödemeyi kabul etmeye kalksa da, avukat daha önceleri defalarca kez reddetiği ve senedinin yerine getirilmesinde ısrarcı olan Syhlock'a müsaade etmiyor. Defalarca kez merhamet etmesi istenen Shylock ne teklif edildiyse reddettiği ve senette yazılı olan hakkını almak istediği konusunda direttiği için avukat kılığındaki Portia'da artık geri dönüşün çok geç olduğunu söylüyor. Madem hakkını istiyorsun diye inat ediyorsun o zaman senette yazılandan ne eksik ne fazla bir sey alamazsın diye hatırlatma yaoıyor.
Parasına ve malına, hakkından daha fazla kıymet veren Shylock duruma sinirleniyor ve tam gidecekken Portia tekrar müdahale ediyor.
"Dur bakalım Yahudi, yasaların seni bağlayan başka bir yönü daha var. Venedik yasalarına göre, bir yabancının dolaylı veya dolaysız herhangi bir vatandaşın canına kastettiği kanıtlanırsa, mal ile mülkün yarısı mağdura verilir; öteki yarısı da devlet hazinesine aktarılır. Suçlunun hayatı yalnızca Dük'ün merhametine kalır; bu duruma göre, dolaylı, aynı zamanda dolaysız yollardan davalının canına kastetmiş bulunuyorsun. Sonra az önce bahsettiğim maddenin de kapsamına giriyorsun. Bu yüzden diz çök ve Dükten merhamet dile."
Dük bu kararla Shylock'a merhamet göstermeyi seçiyor ve bu yolla Hristiyan ve Yahudi arasındaki farkı ortaya koyuyor. Burada Hristiyanların merhametli, Yahudilerin ise merhametsiz olduğu eleştiriliyor. Antonio ise verilen kararla Shylock'un ona aktarılan mirasını istemediğini belirtiyor ve buna karşılık iki şart koşuyor.
"Bunların ilki: ona yapılan bu iyiliğin karşılığında
1- Derhal Hristiyan olmalı; öteki:
Bu mahkeme tarafından yasal bir belge düzenlenmeli
2- Öldüğünde bütün varı yoğu damadı Lorenzo ve kızı Jessica'ya kalmalı."
Yahudi shylock bu karara razı geliyor ve artık bu onu son görüşümüz oluyor.
Shakespeare oyunun başlarında yahudilere giydirmiş olduğu iyiliksever, sempatik, acınası ve empati duyulası karakter giysisinin altında yatan gaddar, merhametsiz ve paragöz kişiliği gözler önüne seriyor. Yahudilerin yere göğe sığdıramadıkları dinlerini, şartlar değiştiğinde, işlerine gelmediğinde değiştirebileceklerini, aslında merhametsiz olduklarını ve mala mülke daha çok kıymet verdiğini bu şekilde eleştiriyor.