Sıkıntı
Hava ne güzel bu günlerde.
Duyduğum sıkıntı ile içimden kaşlarımı çatıyorum, yüzümse gülümsemeye devam ediyor.
Olmak istemediğim bir yerde neden durmakta olduğumu kendime izah edemiyorum. Bir borcum yok, bir zorunluluğum yok ama burada sırf teklifi geri çevirmek aklıma gelmediği için oturuyorum, ancak buradan gittikten, kendimi bu saçmalıktan kurtardıktan sonra aklıma gelecek bir bahane bulup kaçmak. Oturduğum tahta merdivende hemen yanımda duran köpeğin iki gözünün arasındaki o ince oyuğu okşuyorum, hiç aldırmadan uyumaya devam ediyor, bazen ona uyanmasını söylüyorum aramızda uzayıp giden sessizlik sürüp giderken.
Burada böyle oturmak sinirimi bozuyor. Buradan kaçtığımda ilk yaptığım şey çok sinirlenmek olacak. Kendime, duruma, ona, beni burada tutup bir şey konuşmayışına, elde tutulan bir işte rağmen asla onu reddedeceğim kadar yaklaşmayışına, ona söylemek için hazırladığım ret etme cümlelerini haklı çıkaracak bir neden vermeyişine. Bir şeye başlamayı bırak, karşı bile koyamıyorum, hayatta kalmak için gerekli her sosyal yetenekten yoksun mu geldim ben?
Günlükteki sayfaya göz devirerek bakıyorum. Abartma konusundaki yeteneğime hayranlık duymanın yakınından bile geçmiyorum. Ah be kızım, diyorum. "Ben seninle aynı şeyleri hissetmiyorum, hoşçakal." diyemedin mi?
Daha yirmili yaşlarının başında olan kendime yine de sinirlenemiyorum. Onun büyüyecek olmasının keyfini çıkarıyorum.