Sırça Fanus İçinde Dokuz Canlı Kedi
Ölmeye çalıştıkça ölümsüzlüğe yelken açmış şair: Sylvia Plath.
Değerli Okur; her yaşantı yıpranmışlık taşır, ancak bazıları biraz fazla hırpalanır. Ve öyleleri vardır ki, yıpranmışlığını anlatmaya değer kılarak belki de acı içinde ölümsüzlüğe terk eder.
“Sadece içimde susmak istemeyen bir ses olduğu için yazıyorum”
Sylvia Plath
Evden çıkıp markete gidip gelmek kadar olağan, duru ve doğal bir üslup, akıl sağlığınızı kaybetmenin, diş ağrısının, hissizliğin, kadınsı duyguların ve intihara sürüklenmenin ne demek olduğunu derinden hissettirebilir mi?
Sylvia Plath, yirminci yüzyılın en etkileyici ve trajik edebi figürlerinden biri olarak, hem edebiyat dünyasında derin izler bırakmış hem de yaşamıyla sanatını sürekli bir şekilde iç içe geçirmiştir. Şiirleri, bir yandan karanlık bir yandan da ışığa yönelen bir arayışın sonucu olarak yorumlanabilir. Plath’ın edebiyatı, sıradan bir yaşamın ötesinde, acı, kimlik arayışı, ölüm ve yeniden doğuş gibi temalarla şekillenen bir içsel fırtınayı yansıtır. Kendi yaşamını ve duygusal çöküşünü eserlerine dönüştürerek, edebiyat dünyasına son derece özgün bir bakış açısı sunmuştur.
Sadece eserleri ile değil yaşantısı ile de dikkat çekmiş olan Plath, yazmaya küçük yaşlarda ilgi duymaya başlamıştır. Yaşantısı, kendi iç dünyasındaki çatışmaları dışa vurduğu bir arenaya dönüşmüştür ve Plath, eserleri ile bunu gözler önüne sermiştir. İntihar girişimleri, depresyonu, aşk hayatının yarattığı hüsranlar ve daha nice karmaşaları eserlerine ilham kaynağı olmuştur.
En bilinen şiir kitabı Ariel’de hem duygusal hem de fiziksel anlamda ölüm ve yeniden doğuş, içsel bir dönüşüm süreci olarak betimlenir. Kitaba ismini veren Ariel şiiri, hareket ve dönüşüm fikri ile doludur. Kitabın en bilinenlerinden olan “Lady Lazarus” adlı şiirinde, ölümün ötesine geçme çabası ve varoluşsal bir başkaldırı adeta bir dirilişi müjdeleme amacını hissettirir. Hayatındaki zorluklar ve intihar girişimleri bir tür sahnelenmiş olay olarak simgelenir iken “Ben bir kediyim, dokuz canım var.” ifadesi defalarca kez ölümden dönüşünü temsil eder. Şiirinde, “Ölmek. Bir sanattır, her şey gibi.” diyen Plath’ in, intiharın ve ölümün arkasında bir anlam arayışı edebiyatını güçlendiren bir katalizör haline gelmiştir.
Ariel şiirlerinden bir diğeri “Daddy”, Plath’ in babasına açıkça sergilediği öfkeyi gizliden gizliye duyduğu sevgiyle çatıştırması, hayal kırıklığının bir ifadesidir. Bu şiir aynı zamanda kişisel yaşamındaki trajedilerin ve kendi kadın kimliğinin bir psikolojik bir çözümlemesidir. Yahudi soykırımı imgeleri ile duygularını ve bireysel acılarını tarihsel çağrışımlarla yansıtır. Şiir, kişisel geçmişinin zincirlerinden kurtularak özgürlüğü bulma arayışını simgeler. Ancak bu arayış hep bir mücadele olarak kalır ve bu mücadelenin verdiği ağırlık gitgide kendisinin de tabiriyle “O’nu bir Sırça Fanus içine hapseder."
1963' te Victoria Lucas takma adıyla yayımlanan ve ölümünden sonra kendi ismi yeniden basılan ünlü ve tek romanı “The Bell Jar (Sırça Fanus)", kendi ruhsal durumunun derinliklerine inen bir sorgulamadır. Otobiyografik nitelikler taşıyan bu roman, adeta bir içsel çöküşün anlatıcısıdır ve Plath’ın yaşamındaki travmalarla birebir örtüşür. Romanda içsel savaşını edebi bir dille aktarırken onun kadın kimliği, toplumsal baskılar ve psikolojik rahatsızlıklar karşısındaki mücadelesini de gözler önüne serer. Akıcılığı, açıklığı, doğal üslubu ve sembolik anlatımı ile yazarı kendi duygularını okuruna derinden hissettirmesi şüphesiz alkışlanır bir başarı. Ve kendisini böylesi açıklıkla ifade edebilme yeteneğine sahip bir kadının, hayatının travmalarla dolu olması insana maruz kaldığı toplumsal baskının boyutlarını ve belki de hayatındakiler tarafından anlaşılamamanın ağır etkilerini sorgulatıyor.
“Her kadının kalbinde bir faşist yatar.” demişti babasına, Daddy şiirinde. 1956' da Cambridge’de bir partide Ted Hughes ile tanıştı. Ve işte günün birinde babasına benzeteceği adama aşık olmuştu.
Plath, kendisi gibi şair olan Hughes ile evlendi ve evliliğinden iki çocuk sahibi oldu. Ancak iniş ve çıkışlarla dolu, mutlu gitmeyen bu evillik Sylvia' nın bu kez başarılı olacak olan son intihar girişimine zemin hazırlamıştı. Hughes’un sadakatsizlikleri, evliliğine olan ilgisizliği, Plath’ i daha da yalnızlaştırdı. Bu yalnızlık ruhsal sağlığını derinden etkilerken yaratıcı enerjisini de tetiklemiş olsa gerek ki yaşamının bu döneminde yazdığı şiirleri acısının izlerini taşıyordu.
Hughes’ un Assia Wevill ile ilişkisi Plath için büyük bir yıkım oldu. Bu ihanet onun duygusal kırılma noktalarından biriydi. Evliliğini sona erdirerek Londra’da iki çocuğu ile birlikte yaşamaya başladı. Bu dönemde, kış aylarında soğuk bir evde maddi sıkıntılarla ve yalnızlık içinde depresyonla mücadele etti. The Bell Jar kitabının bir bölümünde “Bir gün bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim? O sırça fanus ki, içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür.” diye yazmıştı. Ve bu fanusun içine yeniden düştüğü dönemde Plath, en önemli eserlerinden bazılarını yazdı. Ariel şiirleri ile yaratıcılığının zirvesini ve ruhsal buhranlarının derinliklerini yansıttı. En güzel örneklerden olan Daddy şiirinde babasına “Senin bir modelini çıkardım. Hitler görünümlü karlara bürünmüş bir adam.” dedi ve “Yedi yıl boyunca kanımı içen vampir.” diye betimledi Hughes‘u.
11 Şubat 1963 sabahı Londra’daki evinde çocuklarına kahvaltılarını verip mutfağa gitti. Çocuklarını korumak için mutfak kapısını kapatıp, kapının duvarla olan boşluklarını bantladı. Gaz fırınını açtı ve başını fırının içine koyarak karbonmonoksit zehirlenmesi ile intihar etti.
Dokuz canlı kedinin canı tükenmişti. “Ölmek, bir sanattır her şey gibi. Öyle ustaca yaparım ki, cehennem gibi gelir.” demişti; ve yapmıştı da. Sanatında kullandığı imgeleri şimdi yeni bir anlam kazanmıştı.
Hughes ise Plath' in günlüklerini düzenledi ve bazı bölümleri yok ettiği söylendi. Bu durum, Plath’ in hayatındaki rolüne dair spekülasyonları artırdı. Ölümüne başta sessiz kalmayı tercih etse 1998 yılında yayımladığı “Birthday Letters” adlı şiir koleksiyonunda, suçluluk hissini açıkça dile getirdi. Bazı eleştirmenler tarafından Hughes, Plath’in ölümünden dolaylı olarak sorumlu tutulurken, Plath ise ölümünden sonra bile Hughes' un edebiyatını beslemiş, adeta gölgesinden dahi etkileyerek mirasını yaşatmaya devam etmiştir.
Dibe battıkça yükselmiş şairdir Sylvia Plath. Bana sorarsanız, kendini anlatmak için gösterdiği çaba onun yaşamaya olan belki tek arzusuydu ve yaşantısını da ölümünü de sanatının bir parçası olarak ardında bırakmıştı. Ölmeye çabaladıkça ölümsüzlüğe yelken açmış ve dünya edebiyatına bıraktıklarıyla sanatın ifade gücünü bir kez daha herkese ispatlamıştır.