Siyasi Partiler ve Parti Sistemleri

Siyasi partilerin türleri, işlevleri ve tarihsel gelişimleri üzerine bir analiz.

Siyasi partiler modern demokrasilerin ayrılmaz bir parçasıdır ve seçmenlerin siyasi tercihlerini ifade etmelerini sağlayan en önemli araçlardan biridir. Bu metin de çeşitli türleriyle siyasi partiler, işlev ve gelişimleri ele alınacaktır. Andrew Heywood tarafından yazılan "Politics" kitabından referans alınarak yazılmıştır.

Siyasi partiler, hayatımıza 19. yy’da temsili hükümetin ortaya çıkması ile girdi. İlk zamanlarda Edmund Burke’n tanımlamasında “a body of men united… upon some particular principle upon which they all agree” olarak tasvir edilen ve Whingler ve Tories örneklerinde gördüğümüz gibi liderler veya aileler etrafında toplanan, benzer düşüncelere sahip gruplardan biraz fazlası olan ve parti veya hizipler olarak adlandırılan yapılardır.

Modern türdeki ilk parti “kurucu babaların (ABD Anayasasının Yaratıcıları)” partilerden nefret etmelerine rağmen 1800’deki ABD Başkanlık seçimlerinde kitle temelli bir parti olarak kurulan, Federal Parti oldu. Daha sonra bazı muhafazakâr ve liberal partiler yasama hizipleri olarak ortaya çıksalar da seçmen kitlesinin genişlemesinden dolayı seçim bölgeleri vs. kurmak zorunda kalarak devam ettiler. Tam tersine din, etnik ve dil gruplarını temsil eden sosyalist partiler ise hükümet dışı faaliyet gösteren toplumsal hareket ve çıkar grupları olarak ortaya çıktılar. Ancak, resmi temsil kazandıktan sonra tam teşekkülü olarak görevlerine başladılar.

1950’lere geldiğimizde Dünya’nın %80’ini siyasi partiler yönetiyordu. Ancak, 1960 ve 70’lerde askeri yönetimlerin yaygınlaşmasıyla siyasi partiler de düşüş yaşandı ama bu pek uzun sürmedi. 1980’lerde demokrasinin yükselmesiyle siyasi partiler yeniden yükselmiş göstermeye başladılar. Bu durumu eski komünist ülkelerde ve Asya, Afrika ülkelerinde görüldü.

20. yy’ın sonunda siyasi parti türlerinde önemli ölçüde değişimler yaşandı ve toplumsal açıdan büyük önem kazandılar.

Parti Türleri

  • Kadro Partileri (Cadre Parties):

Kadro partileri ilk başlarda “seçkinlerin partisi” anlamında gelirdi ve seçme hakkının sınırlı olduğu bir dönemde, çoğu zaman kitle örgütlenmesini önemsemeyen bir lider tarafından oluşur ve parlamenter veya gruplar ile gelişirdi. Şu an ise “kadro” terimi siyasi bağlılık beklenen, eğitimli ve profesyonel parti üyeleri için kullanılır. Kitleler, ideolojik liderlik yapan seçkinlere güvenir, daha yüksek bir konum kazanmak ve hayatlarında kolaylık sağlamak için bu türdeki partilerin üyelik şartlarına bakılmaksızın partiye üye olurlar. Bu bağlamda, Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Almanya’daki Nazi Partisi ve İtalya’daki Faşist Parti, Çin Komünist Partisi ve bazı yönlerden Hindistan Kongre Partisi, örnek olarak verilebilir.

  • Kitle Partileri (Mass Parties):

Bu partiler, ideolojik ve siyasi inanç yerine üye sayısını artırmaya ve geniş bir seçmen tabanı oluşturmaya önem verirler. Aslında bakılınca üyelik ve geniş bir seçmen tabanı oluşturmak istelerse de üyelik, katılım açısında pekte bir şey ifade etmiyor. Çünkü zaten prensipler ve hedefler konusunda genel bir uzlaşı söz konudur. En eski örnekleri seçme hakkının genişlemesiyle kitlelere hitap etmek zorunda olan liberal ve ve muhafazakâr partilerin olduğu düşünülse de işçi sınıfını harekete geçirmek isteyen Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDP) ve İngiltere İşçi Partisi, en eski örneklerdir.

  • Kapsayıcı Partiler (Catch-All Partıes):

Bir diğer tarafta da Otto Kirchheimer’in “herkesi kucaklayan partiler” olarak adlandırdığı kategoriye giren çoğu modern parti ve Alman Sosyal Demokratları ile İngiltere İşçi Partisi gibi modern ideolojik olmayan partiler, en geniş seçmen kitlesine hitap etmek için ideolojik yüklerini ve parti üyelerinin bireysel rolünü azaltarak, belli bir sosyal sınıf veya kesim grubuna dayanmak yerine liderliği ve birliği vurgular ve geniş destek koalisyonları oluşturmayı hedeflerler. Kirchheimer Almanya’daki Hristiyan Demokrat Birliğini örnek vermiş olsa da her şeye uygun partilere en iyi örnekler, Amerika’daki Cumhuriyetçiler ve Demokratlardır.

 Temsilî Partiler Ve Bütünleştirici Partiler (Representative And Integrative Parties)

Sigmund Neumann, partileri “temsili partiler” ve “bütünleştirici partiler” olarak ikiye ayırmıştır.

  • Temsilî Partiler (Parties Of Representation):

Temsili partiler, kamuoyunu şekillendirmek yerine kazanmayı hedefleyerek seçimlerde oy kazanmaya öncelik verir. Pragmatizmi, ilkelere ve bazen araştırmayı popüler seferberliğe tercih eder. Bu anlamda, her şeyi kapsayan bir strateji benimsediklerini söylemek yanlış olmaz. Bu tür partilerin politik davranışları rasyonel seçimlere dayanır ve Joseph Schumpeter ve Antony Downs tarafından tasvir edildiği gibi bu politik davranışları uygulayan politikacılar, seçim başarısı getirecek politikaları benimsemeye istekli, iktidar arayan varlıklardır.

  • Bütünleştirici Partiler (Partıes Of Integratıon):

Bütünleştirici partiler, kitlelerin endişelerine tepki vermek yerine harekete geçirmeyi, eğitmeyi ve ilham vermeyi amaçlayan proaktif bir yaklaşım benimserler. Neumann, bu partileri ideolojik olarak disiplinli kadro partileri olarak tasvir ediyor olsa da kitlesel partiler de aynı eğilimleri sergileyebilir. Örneğin; sosyalist partiler, seçim aksaklıkları yaşayıncaya kadar seçmenleri, kamu mülkiyetinin ve sosyal refahın yararları konusunda ikna etmeye çalışırlar. Şaşırtıcı bir şekilde, 1980’lerde Margaret Thatcher yönetimindeki BK Muhafazakarları da geleneksel ideolojilerden uzaklaşarak, bir takım “mahkûmiyet politikası” izlemişler ve bu seferberlik politikasını benimsemişlerdir.

Anayasal Partiler Ve Devrimci Partiler (Constitutional And Revolutionary Parties)

  • Anayasal Partiler (Constitutional Parties):

Anayasal partiler, özellikle liberal demokrasilerde görülür. Anayasa partileri, diğer partilerin de haklarını ve yetkilerini kabul eder, kurallar ve kısıtlamalar çerçevesinde faaliyet gösterirler. Özellikle resmi bağımsızlığa sahip iktidardaki parti ile tarafsız devlet ve devlet kurumları arasındaki bölünmeyi kabul ederler. Anayasal partiler, seçim rekabetine saygı duyar ve seçilen partinin iktidara gelebildiği gibi iktidardan da düşürülebileceğini kabul ederler.

  • Devrimci Partiler (Revolutionary Parties):

Devrimci partiler, bütün siyasi yapılara karşıdırlar. Nazilerin ve Faşistlerin uyguladığı açık isyan ve halk isyanları gibi yarı-legal taktikleri kullanarak var olan yapıyı devirmeyi hedeflerler. Bazı durumlarda “radikal” veya “anti-demokratik” oldukları için yasaklansalar da bu tür partiler iktidara geldiklerinde devlet aygıtına hükmeder ve muhalefeti bastırırlar. Tek partili sistemlerde parti, devletle etkin bir şekilde birleşir ve yetkili kişiler resmi unvanlar sahibi olmadan hükümette kilit roller üstlenebilirler.

Solcu Ve Sağcı Partiler (Left-Wing And Right-Wing Parties)

Solcu ve sağcı partiler arasındaki ayrım, ideolojik yönelimlere dayanır.

Solcu partiler (ilerici, sosyalist, komünist partiler), sosyal reform ya da ekonomik dönüşüm gibi değişimleri savunur ve yoksul veya dezavantajlı kesimlerden destek alırlar. Sağcı partiler (muhafazakâr veya faşist partiler) ise mevcut sosyal düzeni destekler ve iş çıkarlarından veya orta sınıftan destek alırlar. Bununla birlikte, seçim rekabeti gibi durumlardan ötürü partilerin öncelikleri değişebilir ve bu durum, sağcı ve solcu partiler arasında kesin bir ayrım yapmamızı engeller. Ek olarak, sol ve sağ ayrımı zaman içinde sıkça değişime uğradığı ve neredeyse her siyasi sistemde farklılık gösterebileceği için kesin bir ayrım yapılabilir demek, zaten doğru olmazdı. Ayrıca, çevre, hayvan hakları ve feminizm gibi ortaya çıkan yeni sorunlar, geleneksel anlamdaki sol ve sağ fikirlerini gereksiz kılmıştır.

Partilerin İşlevleri (Functions Of Parties)

*Lider Yetiştirme:
Genellikle politikacılar, parti liderliği gibi görevlerle ön plana çıkarlar. Bu, başkan adaylarının parti liderlerinden seçilmesi veya parlamenter sistemlerde en büyük parti liderinin başbakan olması şeklinde görülebilir. Ancak Silvio Berlusconi'nin Forza Italia'sı ve Vladimir Putin'nin Birleşik Rusya Partisi gibi istisnalar da mevcuttur. Partiler, liderlik havuzunu daraltsa da politikacı yetiştirme konusunda önemli bir rol oynarlar. Özellikle ABD'deki ön seçimler, parti kontrolünü azaltarak lider çeşitliliğini artırabilir.

*Hedef Belirleme:
Partiler, hükümet programları oluşturarak halk desteğini kazanır ve iktidara gelirler. Bu durum, parlamenter sistemlerde daha belirgindir, ancak ABD gibi başkanlık sistemlerinde de partiler politika üzerinde etkili olabilir. Ancak günümüzde ideolojik yaklaşımdan uzaklaşma eğilimi var ve seçim kampanyaları politikalardan çok kişiliklere odaklanıyor. Bürokrasi ve çıkar grupları da politika oluşumunda rol oynar.

*Çıkarların Dile Getirilmesi ve Birleştirilmesi:
Partiler, farklı grupların çıkarlarını dile getirmek ve birleştirmek için önemli bir platformdur. Örneğin, İngiltere İşçi Partisi, işçi sınıfını temsil etmek için ortaya çıkmıştır. Partiler, farklı çıkarları bir araya getirmek zorunda kalsalar da, rekabetçi parti sistemlerinde bile tüm çıkarlar dile getirilemez.

*Siyasallaşma ve Harekete Geçirme:
Partiler, iç tartışmalar, kampanyalar ve seçimler aracılığıyla siyasi eğitimin ve siyasallaşmanın önemli bir aracıdır. Değerleri ve tutumları şekillendirerek siyasi kültürü etkilerler. Ancak, geleneksel partilere olan bağlılığın azalması, bu rollerinin etkinliği konusunda şüphe uyandırmaktadır.

*Hükümet Kurma:
Partiler, hükümetlerin kurulmasında ve yönetimde önemli bir rol oynar. Özellikle tek partili hükümetlerde uyum ve birlik sağlarlar. Aynı zamanda meclis ve yürütme arasındaki işbirliğini kolaylaştırırlar. Rekabetçi sistemlerde ise muhalefet kaynağı olarak siyasi tartışmaları genişletir ve hükümet politikalarını denetlerler.

Oligarşinin Demir Kanunu (the iron law of oligarchy):

Robert Michels'in "Siyasi Partiler" adlı eserinde ortaya attığı "oligarşinin demir kanunu", tüm örgütlenmelerin kaçınılmaz olarak bir azınlık tarafından yönetilmeye meyilli olduğunu öne sürer. Michels'e göre, demokratik yapılar oligarşik eğilimleri engelleyemez, sadece gizleyebilir.

Bu kaçınılmazlığın nedenleri şunlardır:
1.    Uzmanlaşma: Örgütlerde bazı bireyler, bilgi ve becerileriyle öne çıkarak yönetici elitler haline gelirler.
2.    Lider Kohezyonu: Liderler, güçlerini korumak için birbirleriyle dayanışma içinde hareket ederler.
3.    Üye Kayıtsızlığı: Sıradan üyeler örgüt işlerine kayıtsız kalarak liderlere boyun eğerler.
4.    Makine Politikası: Parti liderleri, örgütü kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirirler.

Parti Sistemleri (Party Systems):

Tek parti sistemi, siyasi partilerin siyasi süreci etkileştiği ve etkilediği ilişkiler ağını ifade eder.

Farklı parti sistemi türleri şunlardır:
1.
En çok bilineni ve Duverge tarafından ayrımı yapılan; iktidar için rekabet edden partilerin sayısına dayanan sistemdir. Ancak, parti sistemlerini sadece bir “sayı oyununa” indirgemek doğru olmaz.
2.
İlki kadar önemli olan bir diğer husus ise partilerim hükümet oluşumundaki görece büyüklüğü ve ‘alaka’ düzeyidir. Bu hususta, onlara hükümet gücünü kazanma ya da en azından paylaşabilme olasılıklarının olup olmadığını gösterir. Bu yaklaşım neticesinde hükümet odaklı ‘büyük’ partiler veya daha çevresel olan ‘küçük’ partiler arasında yapılan ayrım belirginleşir.
3.
Bir diğer husus ise bu ‘ilgili’ partilerin ilişkilerinin işbirliği ve uzlaşma ile mi yoksa çatışma ve kutuplaşma ile mi karakterize edilmesiyle ilgilidir)

Aslında, tek başına partilerin varlığı bir sistem oluşturmaya yetmez. Aynı zamanda bir sistem oluşturmak için düzen ve istikrar da çok önemlidir. Heywood’un verdiği örnekteki gibi, komünizm sonrası Rusya’da kitlesel destek veya örgütlenmeden yoksun partilerin çoğalması, rekabetçi bir parti sisteminin ortaya çıkmasını engellemiş ve 1995 parlamento seçimlerine 43 partinin katılmasına ve alınan en yüksek oyun %22 olmasına sebep olmuştur. Daha sonra bu konuyu yönetmek için seçim barajı ve dilekçe esasına dayalı kayıt gibi yöntemlere başvurarak düzeni ve istikrarı sağlamak isteyen Rus yönetimi, 2007’deki seçimlerde bunun meyvesini almıştır. Yine de bazı kesimler tarafından, partizan anlaşmaların ve değişken oylama kalıplarının parti sistemlerini bozduğu ve ulus altı etkilerin parti sistemlerini karmaşıklaştırdığı iddia ediliyor.

Tek Parti Sistemleri (One-Party Systems)

Tek parti sistemi çelişkili bir ifade olsa da tek bir partinin iktidar tekeline sahip olduğu sistem ile rekabetçi sistemler arasındaki farkı belirtmeye yardımcı oluyor. Monopolistik partiler, onları devirebilecek bir yapı olmadığı için (darbe ve devrimler dışında) iktidar partisi ile devlet aygıtı arasında “tek parti devleti” olarak sınıflandırılabilen yerleşik ilişkilere yol açar.

İki ana tek parti sistemi türü vardır:

1. Bu türdeki tek partiler toplumun tüm kurumlarını geleneksel olarak marksizim-leninizm ilkelerine bağlı bir ideoloji ile kontrol eden ve üye alımını siyasi ve ideolojik sebeplerden dolayı kısıtlayan komünist partilerin yarattığı sosyalist rejimlerde görülür. Bu rejimlerde nomenklatura denen bir sistem karşımıza çıkar. Nomenklatura Sisteminde, komünist partilerdeki gücü merkezileştirilir ve parti onaylı adayları devletin kilit pozisyonlara atanılır. Partinin bu sistemi kullanarak hem iktidarı hem de tüm kurumları denetlemesindeki amaç, ‘proletaryanın öncüsü’ olarak hareket ettiği iddiasında yatar. En çokta elitizm ve Stalinizmi teşvik ettiği için eleştirilir. Troçki ise bunun iktidar partisinin devlet bürokrasisindeki artan etkisini maskelediğini öne sürerek alternatif bir yorum sunar

2. Diğer tür ise sömürgecilik karşıtı milliyetçilik ve devlet konsolidasyonu ile ilişkilidir. Örneğin, Gana, Tanzanya ve Zimbabwe gibi ülkelerde tek partili sistemin doğuşu, bağımsızlık hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Afrika ve Asya’da ise tek partili sistemler, karizmatik bir liderin ve o liderin ideolojisi etrafında toplanır. Nadiren de olsa zayıf organizasyona sahip bu partiler, otoriterliğe ve yolsuzluğa neden olabilirler.

İki Partili Sistemler (Two-Party Systems)

İki partili sistem, hükümet gücünü kazanma ihtimali eşit olan iki büyük partiye dayanan bir siyasi sistemdir. Bu sistemde birçok “küçük (minör)” parti bulunabilir ancak sadece iki parti gerçekçi bir beklentiye sahiptir. Büyük parti tek başına iktidar olabilirken diğer parti ise muhalefeti sağlar. İktidar, bu partiler arasında dönüşümlü olarak gerçekleşir. İki partili sistemlerin en iyi örneklerini ABD ve Birleşik Krallık’ta görebiliriz.

Bu sistemin gerçek örnekleri nadir olsa da, İngiltere ve ABD sıklıkla örnek gösterilen ülkelerdir. İki partili sistemde seçmenler için basitlik, istikrar ve koalisyon kurmaya gerek kalmadan kararlı yönetişimin kolaylaştırması yer alıyor. İki büyük parti arasındaki rekabet yoluyla ılımlılığı ve hesap verilebilirliği teşvik etmenin yolu olarak görülüyor. Bunula birlikte, özellikle 1970’lerden bu yana, artan ideolojik kutuplaşma, mali sorumsuzluğa yol açan aşırı seçim vaatleri ve daha büyük bireycilik ve çeşitlilik çağında seçmenler için sınırlı seçimlerle ilgili eleştirilere yol açtı.

Dominant Partili Sistemler (Dominant-Party Systems)

Dominant parti sistemleri, rekabetçi olmalarına rağmen, düzenli ve popüler seçimlerde tek bir büyük partinin uzun süreli egemenliği ile karakterize edilir. Örnekler şunları içerir:

 ·      Japonya’da Liberal Demokratik Parti, ekonomik durgunluk ve parti içi bölünmeler yaşayıncaya kadarki sürede 54 yıl boyunca iktidarda kalmıştır.

·      Hindistan’daki Kongre Partisi, Hindistan’ın bağımsızlığından itibaren 30 yıl boyunca iktidarda kalmıştır.

·      Güney Afrika’da, Afrika Ulusal Kongresi 1993’ten beri iktidarda.

·      Avrupa'da, İsveç Sosyal Demokrat İşçi Partisi (SAP) önceki 74 yılın 65'inde iktidarda kaldı.

Dominant parti sistemlerinde, siyasi odak, partiler arası rekabetten çok hizip çatışmalarıyla ilgilidir. Bu sistemde hizipçilik yaygın bir durumdur. İtalya gibi yerlerde hizipler bir çıkar koalisyonu işlevi görürken, Japonya gibi ülkelerde hizipçilik ideolojik anlaşmazlıklardan çok kişisel farklılıklar etrafında dönüyor.

Dominant parti sistemleri, istikrar sunar ancak yozlaşma tehlikesi taşır:

·      Devlet ve parti arasındaki çizgiyi bulanıklaştırarak kurumların siyasallaşmasına yol açabilir.

·      Uzun süreli egemen parti, İtalya ve Japonya’da görüldüğü gibi rehavet ve yolsuzluk yaratabilir.

·      Zayıf muhalefet hesap verebilirliği ve eleştiriyi bastırabilir.

·      Son olarak, seçmenin değişimden korkmasını ve egemen partinin kalmasını teşvik ederek demokratik ruhu erozyona uğratabilir.

Çok Partili Sistemler (Multiparty Systems)

Çok partili bir sistem, ikiden fazla parti arasındaki rekabet ile karakterize edilir ve genellikle koalisyonlara yol açarak tek partili hükümet olasılığını azaltır. Koalisyonlar, daha büyük partileri hükümetten dışlamayı amaçlayan daha küçük partileri içerebileceğinden, bu tür sistemlerdeki büyük partilerin sayısını belirlemek zordur. Örneğin, Almanya’daki “iki buçuk parti” sisteminden dolayı en güçlü iki parti daha küçük bir parti ile koalisyon yapmak zorunda kalabiliyor. İtalya’da ise çok sayıda küçük partinin oluşu, seçimlerde büyük partilerin tek başına yüksek oy almalarına engel oluyor.

Sartori, ‘ılımlı’ ve ‘kutuplaşmış’ çoğulcu sistemler olarak iki tür çok partili sistem ortaya atmıştır.

 1. ‘Ilımlı’ çoğulcu sistemler, büyük partiler arasındaki ideolojik partilerin az oluşuna dayanıyor.

Örnek: Belçika, Hollanda ve Norveç

2. ‘Kutuplaşmış’ çoğulcu sistemler ise büyük partilerin arasındaki ideolojik partilerin çok oluşuna dayanıyor.

Örnek: Güçlü komünist partiler veya önemli Faşist hareketler.

Çok partili sistemler, iç kontrolleri ve dengeleri teşvik ederek tartışmayı ve uzlaşmayı teşvik eder. Mesela, Almanya’daki Liberal Hür Demokratlar hem muhafazakâr CDU’ya hem de sosyalist SDP’ye ılımlı yaklaşır.

Bazı Eleştiriler:

Koalisyon oluşumu zaman alıcı olabilir ve İtalya ve İsrail'de görüldüğü gibi istikrarsız hükümetlere yol açabilir.

Çok partili sistemlerde aşırı ılımlılık ve uzlaşma, açık ideolojik alternatiflerin sunulmasını engelleyebilir ve merkezci partilerin aşırı temsil edilmesine yol açabilir.

Koalisyon siyaseti, mahkûmiyet yerine müzakereye öncelik verir ve potansiyel olarak iktidarın peşinde politikanın terk edilmesine yol açar.