Türkiye'de Siyasi Partiler ve Oy Verme Davranışı

Türkiye'de siyasi partiler seçmen üzerindeki rolü ve oy verme davranışının tahlili.

Türkiye’de gibi siyasi ve tarihi kırılmanın yaşadığı bir ülkede gelecek seçimlerin tahmin edilmesi çok kolay gözükmemektedir. Seçimlerin tahmin edilmesi esas itibariyle siyaset bilimcilerin işi olmakla birlikte Türkiye’de bu konu üzerine çok düşülmemiştir. Bu nedenle siyasi oy verme davranışı çerçevesinde çok az metodolojik ve teorik veri bulunmaktadır. Bu ise siyasi oy verme bakımından seçimlerin tahmin edilmesini zorlaştırmaktadır. Siyasi parti oy verme davranışını zorlaştıran bir başka etken ise Türk demokrasisinin istikralı bir biçimde seyir seyretmemiş olması yani askeri darbeler ve vesayet odaklarının siyasal sistemde etkili olmasıdır. Ancak kısmen siyasi partilerin yapıları, tarihi, ideolojisi, örgütsel yapıları ile Türkiye bağlamında ortaya atılmış birtakım teori ve çalışmalar bağlamında değerlendirmeler ile seçimlerin tahmin edilmesi mümkün görülebilir. Tabii yapılan çalışmaların yetersizliği nedeniyle siyaset bilimi literatüründe bu konun eksik olduğu açıkça gözükmektedir. Bu nedenle mevcut literatür ve veriler ışığında konu tartışılacaktır.

Türkiye’de Siyasi Partilerin Seçmen Davranışı Üzerindeki Rolü

Türkiye’de siyasi patilerin siyasal sistem içerisinde etkinlik göstermesi her dönem aynı olmamıştır. Siyasi tarihimizde siyasi partilerin etkinlik kazanmaları üç safhada incelenebilmektedir. Türk siyasi hayatına baktığımızda ilk siyasi partiler 20. Yüzyılda birinci meşrutiyet zamanında kurulmuş ancak çeşitli nedenlerden ötürü etkinlik kazanamadan bir yıllık bir süre sonucunda etkinliği sona ermiştir. 

Siyasi partiler açısından ilk safhada incelenebilecek olan ikinci meşrutiyet döneminde kurulan partilerdir. 1908 yıllında ikinci meşrutiyet ile beraber siyasi partilerin artık siyasal bir aktör olarak siyasal sistem içerisinde etkinlik kazandığı gözlemlenebilmektedir. Bu dönemde çeşitli partiler kurulsa da İttihat ve Terakki partisi tüm siyasal sistemi ve siyasal iktidarı ele geçirecek kadar güçlü olmuş ve hakim parti olmuştur. Siyasal oy verme davranışı açısından bu dönemin önemi Türkiye’de siyasi partilerin kırsal kesimde teşkilatlanarak yerel eşraf ile temas kurması ve oy verme, siyasi parti üyeliği gibi karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan bir davranış olgusunun ortaya çıkmasıdır. Böylece bireyler kısmen de olsa bir siyasi partiye üye olmanın ve oy verme davranışında bulunmanın anlam ve önemini kavramaya başlamışlardır.

Siyasi partiler ve oy verme davranışı açısından ikinci safha ise Cumhuriyet rejimi kurulması ve CHP’nin tek parti döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde iki defa çok partili hayata geçiş denemeleri olsa da başarısız olmuştur. Bu dönemin siyasi parti ve oy verme davranışına etkisi TBMM ve yerel yönetimlere katılma açısından CHP’ye üye olmasıdır. Böylece seçmeler bir siyasi aktör olarak bir siyasi partiye üye olmanın sonucunda çeşitli devlet organlarında yer alarak devleti temsil edebilmeye başlanmıştır. Bu dönemde bir davranış olarak siyasi partiye üyeliği bireyler açısından cazip bir seçenek olarak görülmeye başlamıştır. Ancak tek bir partinin bulunmasından dolayı siyasi oy verme davranışının gelişim göstermemiş olduğu söylenebilir. 

Siyasi parti ve oy verme davranışının üçüncü safhası ise çok partili hayatta geçiş ile yaşanır ve hala da devam eder (Sayarı 2016). Bu dönem bireyler kendi fikir, düşünce, çıkar ve ideolojileri çerçevesinde farklı partilere oy verme davranışına yönelerek, siyasete ve yönetime katılma eyleminin gerçekleştirmenin önemini kavramış ve demokrasi rejimini (sandıksal bazda) benimsemiştir.

Çok partili siyasi hayat boyunca oy verme davranışında etkiye sahip olan birçok kural, kurum, olay vardır. Bunlardan ilki devletin örgütlenme modelidir denebilir. Üniter devlet yapısına sahip devletler de genellikle siyasi partiler ulusal düzeyde politika sunarak bireyleri oy verme davranışına itmeye çalışır (Sayarı 2016). Türkiye de katı üniter yapılı bir devlet olmasından dolayı siyasi partiler genellikle ulusal düzeyde politika sunmuş ve bireyleri bu doğrultuda yönlendirmiştir. Ancak 2000’lerden bu yana büyükşehirlerin nüfusunun ve mali gelirlerinin artmasıyla birlikte yerel yönetimlerin önemi de artmıştır. Keza son gelinen kertede 2023 seçimlerine giderken bir cumhurbaşkanı adayının ve iki cumhurbaşkanı adayının büyükşehir belediyelerinden gelmesi tesadüf değildir. Yerel yönetim yöneticiliği artık oy verme davranışın belirleyici bir unsuru olmuştur.

Türkiye’de siyasi partilerin kurulması ve faaliyet göstermiş devletin denetimi altında kontrolü olarak gelişmiştir (Sayarı 2016). Siyasi partiler kanunu ve AYM’nin aktivist tavrı neticesinde özellikle İslamcı, sınıf temeli(komünizm) ve ırk temeli (Kürt milliyetçiliği) yönelik partiler ya kapatılmış ya da yasaklanmıştır. 1961 Anayasası ile siyasi partiler açısından bir özgürleşme yaşansa da bu durum fazla sürmemiştir. 1971 yıllından itibaren devletin bu partilere karşı olan tavrı aynı şekilde devam etmiştir. Bu nedenle siyasi oy verme davranışı merkez sol, merkez sağ ve milliyetçilik(Türk ve Kürt) çerçevesinde yer alan partilere doğrultusunda seyretmiş denebilir.

Türkiye’de seçim sistemi ve seçim barajı da oy verme davranışını etkileyen bir başka etken olmuştur (Sayarı 2016). Çoğunluk seçim sisteminin uygulandığı 1950-1960 arasında seçmenler genel olarak iki partiye yönelmişlerdir. Buna karşın 1960’dan itibaren nispi temsil seçim sisteminin uygulanması ile oy verme davranışı çok partili bir siyasal hayatı dayatmıştır. Yine 1980 rejiminin anayasa mühendislik sonucu %10 barajı anayasal bir zorunluluk olarak ortaya konmuştur. 1982-1990 yılları arasında bu sonuç vererek üç partili bir siyasal hayata sebep olsa da 1990-2000 yılları arasında daha öncesine kıyasla çok partili hayata sebebiyet vermiştir. Bu dönemde siyasi elitlerin uzlaşmaz tavrı ve aşırı uç partilerin siyasi sistemde yükselmesi sonucunda 2000-2017 yılları arasında Türkiye yeniden merkez sol, merkez sağ ve Türk ve Kürt Milliyetçiliğine dayanan siyasi partilerin hakim olduğu siyasal hayata geri dönmüştür. 2017 Anayasa değişikliği ile beraber Cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerinin ayrı ayrı oylanması ve yürütme organın seçimi için %50+1 oy gerektiren seçim sistemi sayesinde küçük partilerin önemi tekrardan artmıştır. Çünkü başkanlık sistemleri seçim sistemi nedeniyle iktidarın elde edilmesi için parlamenter sisteme kıyasla siyasi partilerin çok daha fazla temsiliyet gücüne sahip olmasını dayatır. Şu anda mecliste 14 tane siyasi partinin temsilci olan bir parlamento dağılımı ve temsiliyet söz konusudur. Görüldüğü üzere oy verme davranışı etkileyen temel faktörlerden biri siyasi partilerin siyasal sistem içeresindeki etkisidir. Siyasi partilerin etkinliği ise ülkenin sahip olduğu kurum, kural ve yaşamış olduğu olaylardan bağımsız değildir. Siyasi partilerin siyasal sistem içerisindeki ve bireyler üzerindeki etkisinin tespit ederek geleceğe yönelik seçimler üzerinde analiz ve tahmin yürütülmesi mümkündür.

Türkiye’de Seçmen Davranışını Ölçmenin ve Tahmin Etmenin Dinamikleri

Batıda oy verme davranışlarının analizi niceliksel ağırlıkta olmasından ötürü başarılı tahminler yapılabilmektedir. Buna karşın Türkiye’de batı literatüründen farklı olarak büyük ölçüde yapılan çalışmaların görece olarak betimleyici kalması ve hipotez testlerinden yoksun olması nedeniyle farklılık göstermekte ve bir başarısızlık nedeni olarak sayılmaktadır.

Mekânsal oy verme yaklaşımı seçmen davranışının ölçümünde kullanılan bir modeldir. Bu modelde çeşitli uzmanlar seçmene beklentileri ve bu beklentileri doğrultusunda sorular sorar ve seçmenin siyasi eğilimi ölçülmeye çalışılır. Böylece mekânsal oy verme davranışında birey ile parti arasındaki ideolojik farklılık veya benzerlik ortaya konması için birtakım tespitler yapılır. 

Türkiye’de oy verme davranışının ölçümü için mekânsal oy verme davranışı bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye üzerine Çarkoğlu ve Toprak tarafından yapılan bir mekânsal oy verme davranışı çalışmasında siyasi parti ile seçmen arasındaki ideolojik mesafe ölçülerek ortaya konmuştur. Çarkoğlu ve Hinich tarafından 2002 seçimlerinden önce yapılan mekânsal oy verme davranışına ilişkin çalışmadan hareketle bazı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmaya göre 2002 öncesindeki siyasi pozisyonlar laik ve muhafazakar olarak tespit edilmiş ve aralarında yaşanan çatışmanın kaynağı olarak başörtüsü meselesi ve dindarlık olduğu saptanmıştır. Çalışmanın ikinci sonucu ise Türkiye’nin temel gündemini açıklamaktadır. Buna göre 2002 yıllında seçmenler tarafından kabul gören, Türkiye’nin öncelikli temel gündemi ekonomiden ziyade AB politikalarının benimsenmesi, idamın kaldırılması ve bunlara karşıtlıktır (Çarkoğlu 2016).

Michician’ın oy verme davranışının tespitinde kullanmış olduğu model de Türkiye bağlamında kullanılabilecek bir metot olarak karşımıza çıkar. Bu modelde siyasi parti ile seçmen partizanlığı arasındaki ilişki tespit edilerek oy verme davranışı üzerine birtakım tespitler yapılır. Ancak siyasi partilerin kurumsallaşmış olması ve siyasi hayatlarına devam ediyor olması bu modelde önem arz etmektedir. Buna karşın Türkiye’de kurumsallaşmış tek parti CHP’dir. Ayrıca Türk siyasi hayatımızda sürekli olarak var olabilen bir parti, askeri rejimler, siyasi partilerin yasaklanması ve kapatılması gibi nedenlerden ötürü mümkün olamamıştır (Çarkoğlu 2016).

Michician’ın modeli yukarıdaki nedenlerden ötürü Türkiye’ye uymasa da Şerif Mardin tarafından kültürel-tarihsel bir yaklaşıma dayanan merkez-çevre teorisi çerçevesinde Türk seçmenin oy verme davranışı değerlendirilebilir. Mardin’in çevre-merkez üzerinden açıklamış olduğu toplumsal model Osmanlı’da var olan ve hala da devam eden bir yapıyı ifade etmektedir. Bu tarihsel ve sosyolojik bakış açısında saray ve çevresi merkezi, tebaa ise çevreyi temsil eder. Cumhuriyet ile beraber ise devlete hakim olmuş daha az dindar, bürokratik, orta ve eğitimli kesim merkezi temsil ederken kırsalda yaşayan, dindar, eğitim düzeyi düşük köylüleri temsil etmektedir. Merkez-çevre arasından yapılan bu ayrımın siyasete ve çeşitli çalışmalarda yansıması görülmüştür. Bir araştırmaya göre merkez partilere oy veren seçmenlerin %55’i Türk kökenli olduğunu vurgularken çevre partilere oy veren seçmenin sadece %25’i oranında Türk olduğunu vurgulamıştır. Aynı yönde 1990’da yapılan bir çalışmaya göre sol partilere oy veren seçmen ile sağ partilere oy veren seçmenlerin dini hassasiyeti, eğitim seviyesi ve cinsiyet tutumları arasında çokça fark gözlemlenmiştir. Yine 1977 yılında yapılan bir çalışmaya göre CHP’ye oy verenler memur, işçi ve eğitimli bireyler olurken AP’ye oy verenlerin köylü ağırlıklı olduğu tespit edilmiştir. Aynı çalışmada bu dönemde yüksek eğitim seviyesine sahip gençler arasında CHP’nin popüler olduğu gözlemlenmiştir (Çarkoğlu 2016). Bu durum özellikle CHP’nin 1977 seçimlerinde birinci parti olmasını açıklamaktadır. Sonuç olarak merkez-çevre teorisi, Türkiye’de siyasi parti partizanlığı için kullanılabilecek bir ölçüttür denebilir.

Partizanlık dışında oy verme davranışını etkileyen başka faktörler de bulunmaktadır. Örneğin ailenin oy verme davranışı ile evlatlarının oy verme davranışı arasında doğrusal bir ilişki olduğu geçmişte tespit edilmiştir (Çarkoğlu 2016). Ancak bu durumun geçerliliğini hala koruduğu söylenemez. Çünkü günümüzde gençlerin ebeveynlerinden farklı siyasi oy verme davranışına yöneldiği araştırmalarla ortaya konmaktadır.

Ekonomi faktörünün oy verme davranışına etkisi de ölçümlenmeye çalışılmıştır. 1999 seçimleri üzerine yapılan bir araştırmaya göre oy verme davranışının sağ-sol ideolojisi çerçevesinde şekillendiği, ekonominin ise ikincil nitelikte kaldığı gözlemlenmiştir. Kürt kökenli bireylerin MHP’ye karşı tutum geliştirdiği tespit edilmiştir (Çarkoğlu 2016). 

Kalaycıoğlu tarafından merkez-çevre teorisi çerçevesinde yapılan bir çalışmada dindarlığın ve bireylerin dini rütüelerin uyulması ile çevre partilere oy veren seçmen arasında ilişki olduğu tespit edilmiştir. Buna dayanarak yapılan bir araştırmada da seçmen davranışının temel belirleyici unsurunun ekonomi faktöründen çok tarihsel-kültürel farklılıklar olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak ekonomi faktörünün seçmenler üzerindeki etkisi tespit edilse de hükümete karşı geliştirdikleri tepkiler tespit edilememiştir (Çarkoğlu 2016).

2002 ve 2007 yılları arasında yapılan araştırmalara göre ise ekonomi faktörünün hükümet-seçmen bağlamında etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. 2002 seçimlerinde ekonominin kötü olması seçmenler gözünde yönetimin kötü olduğu algısını yaratırken 2007 seçimlerinde seçmenler gözünde tam tersi bir sonuç doğurmuştur (Çarkoğlu 2016).

Sonuç olarak Türkiye’de gelecek seçimlerin tahminin ve analizinin yapılabilmesi için öncelikle siyasi partilerin tarihinin ve siyasal sistem içerisindeki konumunun tespit edilmesi gerekmektedir. Bu ise Türkiye’nin kendine özgü kurum, kural ve geçirmiş olduğu süreçler ile doğrudan ilgilidir. İlk olarak bunların tespit edilmesi gerekir. İkinci olarak seçmen davranışına yönelik daha önce yapılmış çalışmalara bakılmalı ve birtakım analizler yapılarak sonuç çıkarılmalıdır. Bu kapsamda Türk seçmeni için oy verme davranışında temel belirleyici unsurun tarihsel-kültürel ayrım ve farklılıklar olduğu, ekonomi faktörünün ise sadece belirli seçimlerde etkili olduğu söylenebilir.

Kaynakça

Sayarı, Sabri. 2016. «Siyasi Partiler.» Dünden Bugüne Türkiye içinde, düzenleyen: Sabri Sayarı ve Metin Heper, 239-252. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Çarkoğlu, Ali. 2016. «Oy Verme Davranışı.» Dünden Bugüne Türkiye içinde, düzenleyen: Sabri Sayarı ve Metin Heper, 211-224. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.