Sömürgecilik ve Koleksiyonerlik bağlamında Müzecilik: “Beyaz Lale”
Ömer Seyfettin'in Beyaz Lale adlı hikayesini sömürgecilik ve koleksiyonerlik üzerinden bir daha okumaya hazır mısınız?
İnsanlık, var olduğu andan itibaren toplayıcılığa ilgi duymuştur. İlk insanlar toplayıcılıkla varlığını sürdürebilmiş, daha sonraki yüzyıllarında ise avcılık için yine sivri taşları toplamışlardır. Bu toplama ve biriktirme ihtiyacı insanlığın devamlılığı için hayati bir önem taşır. Belki de bu yüzdendir ki genetik kodlarımızdan farklı nesneleri toplamak hiç eksik olmamıştır.
Savaş dönemlerinde de ganimet adı altında yenilen topraklardan nesneler toplanır ve getirilir. Bunlar çoğu zaman kazanan ordu tarafından kendi halkına sergilenir. Bu ganimetler herhangi bir şey olamaz. Gittikleri ve ele geçirdikleri topraklara has, değerli, ilgi çekici ve maddi yönden ağır olması gerekmektedir. Bu kriterleri sağlayan eşyalar ganimet olmaya hak kazanır. İşte bu durum da bir çeşit müzeciliktir. Müzeler de ordu gibi seçilmiş eşyaları sergilemek için kurulmuştur. Ve yine müzeler de her eşyayı sergileyemez. Sergilenecek eşyanın, müzenin konseptine uygun olarak seçilmesi gerekmektedir.
Ömer Seyfettin’in “Beyaz Lale” adlı hikayesi de bu konu bakımından önemli bir örnek teşkil eder. İnsanların ganimet adı altında yaptığı yağmaları şöyle anlatır: “Sonra işte Çin seferi. Oraya hem Alman, hem Fransız, hem İngiliz, hem Rus bölükleri gitmişti. Ne yaptılar? Hep yağma, hep katliam... O kadar ki, resmen ordunun arkasından bir sürü Yahudi geliyor, bu Avrupalıların yağma ettiği şeyleri satın alıyordu, medeni Avrupalılar evleri boşaltıyor, mabetleri yıkıyorlar, binlerce yıl yerlerinde uzun, vakasız asırların geçtiğini görmüş, rahat rahat uyuyan tunç putları kırıyorlar, arkadan gelen Yahudilere satıyorlardı. Bu sefer esnasında Avrupa ipekli kumaşla dolmuştu. Altına, gümüşe dair, yürüdükleri yerde hiçbir şey bırakmadılar (Seyfettin, 2000,18).”
“Beyaz Lale” hikayesi, sömürgeciliğin hikayesidir. Türk Devleti’ne gelen Bulgar kumandanın acımasızlığını anlatır hikâye. Hikâye boyunca da her türlü istismarı yapmaktan çekinmez. Ancak konumuz gereği bu yazıda sadece yapılmış yağmacılık ve toplanmış nesneler üzerine bir okuma yapacağız.
İnsanlar kişisel olarak hoşlarına giden eşyaları biriktirme eğilimi gösterirler. Bu da aslında kişisel müzeleri oluşturur. Çünkü yine seçmece şeklinde nesneler toplanır ve bir şekilde sergilenebilir. “Beyaz Lale” masalında da bir savaş esnasında alınmış ve saklanmış bir eşyadan bahseder yazar: “Ak sakallı Dimço poturunun cebinden, otuz sene evvel pusuya düşürdüğü bir Türk beyinin kuşağından alarak yadigâr sakladığı gümüş tabakayı çıkardı (Seyfettin, 2000, 13).”
Koleksiyonerlik de müzecilik gibidir. Koleksiyoner, belli tarz, durum, materyal, fiyat aralığı gibi benzerlikleri sebebiyle aynı nesneleri toplar. Hatta çoğu koleksiyoner de bu eşyaları sanki bir müzedeymişçesine sergiler. Ancak koleksiyoner olmak için tonlarca eşya biriktirmek gerekmez. Ak Sakallı Dimço gibi önem verdiğiniz ve yıllarca sakladığınız bir eşyanızın olması yeterlidir.
Sonuç olarak “Beyaz Lale” hikayesi sömürgeciliğin birçok kolunu işler. Bu kollardan biri de yağmacılıktır. Yağmacılık etik olarak müzeciliğe uymasa da yıllar boyunca yağmalama şeklinde toplanmış birçok eser farklı ülkelerdeki farklı müzelerde sergilenmektedir.
Kaynakça
Seyfettin, Ö. (2000). Beyaz Lale. İstanbul: Serhat Yayınları.