Son İslam Halifesi, Ressam, Çelist ve Bestekar: Şehzade Abdülmecid Efendi
Şehzade, hanedanın son veliahtı ve halifesi olarak Osmanlı aydınlanmasının ve modernleşmesinin simgelerinden biridir.
Kültürel ve sosyal yaşamda etkin rol oynamış olan ressam Abdülmecid Efendi, Sultan Abdülaziz’in oğludur. Şehzade, hanedanın son veliahtı ve halifesi olarak Osmanlı aydınlanmasının ve modernleşmesinin simgelerinden biridir.
Abdülmecid Efendi Tablolarıyla
29 Mayıs 1868, İstanbul'da gözlerini açtığında bir şekilde o doğduğu topraklardan sürüleceği bir daha adım atamadan 20 yıl sürgün hayatından sonra gözlerini II. Dünya Savaşı bitmeden son bir gün önce yumacağını ve Paris'te naaşının 10 yıl beklemesinin ardından Türkiye'ye defnetme noktasında siyasi birliktelik sağlanamayınca neticesinde Mısır ve Hindistan devlet büyüklerinin araya girerek Medine'ye defnedileceğini kimse tahmin edemezdi.
Kendisi siyasi, dini kişiliğinden ziyade önemli bir ressamdı ve resimlerinde siyasi, kültürel, otobiyografik unsurların dışında nü çalışmalar da yapmaktaydı. Üstelik akademik anlamda bir resim eğitimine sahip olmadığı önemli bir ayrıntıdır.
Avludaki Kadınlar,1899
Şimdilerde Sakıp Sabancı Müzesi'nde 1 temmuz 2022 tarihine kadar sürecek olan "Şehzade'nin Sıradışı Dünyası: Abdülmecid Efendi" başlıklı sergisinde yer alıyor bazı eserleri. Kendisinin diğer önemli eserlerinin bir kısmını yine İstanbul'daki Milli Saraylar Müzesi'nde bulabileceğiniz gibi Ankara Resim Heykel Müzesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi ve diğer özel sergilerde de doyasıya inceleyebilirsiniz.
Otoportre, 1922-24
Kendisinin eserlerinde en çok dikkat kesilip beğendiğim otoportleri oldu. Ancak beni etkileyen diğer bir resim türü ise kendisinin hiç gitmeden elçiler yoluyla eline geçen kartpostlar ile birlikte hayal gücünü kullanan bu şehzadenin elinden çıkan, baktıkça Emevi camilerini bulduğunuz, bir yanıyla El-Hamra motiflerine aklınızın gittiği, kendi açısıyla gördüğü kitabelerde okuduğunuz nice ayetler, dualar zihninizde oryantalist bir yorumun güçlü bir temsilcisi olduğunu söylüyor.
Cami Kapısı, 1920
Eserleri ve hayatı belki de tek tek incelenmeden geçilmeyecek olan bu zat-ı muhteremin her şeyi bir yana en sevdiğim eseri bir yana: "Siste Kalyon". Bu eser, dönemin padişahı Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı askıya almasıyla birlikte başlayan istimdad döneminde yapılıyor. Sis kelimesinin önemli ölçüde bir metafor bir imge olması, ilk Tevfik Fikret'in şiirinde kullanılmasıyla ortaya çıkıyor.
Tevfik Fikret, Şair
“Sarmış yine ufuklarını inatçı bir sis,
Bir akça karanlık ki bu gitgide artan.
Basıncının altında silinmiş gibi her şey,
Bir tozlu ve görkemli yoğunluk ki bakışlar
Dikkatle işleyemez derinliğine, korkar;
Ama layık sana bu karanlık, derin örtü,
Layık bu örtünüş sana, ey sahnesi zulmün!”…
Şairin bu şiiri üzerine dönemin siyasi gidişatından oldukça rahatsız olan Şehzade Abdülmecid, "Siste Kalyon" tablosunu yapıyor. Ve tabloyu bitirdikten sonra şair Tevfik Fikret'e hediye ediyor. Hediye edilişini tablonun kendisi itiraf etmekte çünkü eserde arap harfleriyle “Tevfik Fikret Beye” ve şehzadenin imzası bulunmaktadır. Tablonun üst kısmında yer alan metal plakada yine arap harfleri ile "Sis: Rübab-ı Şikeste" yazmaktadır.
Kanyonda Sis
Tabloya ilk baktığımızda gri ve derinliksiz, küçük bir sandaldan başka bir şey seçilmiyor gibi gelse de tabloya yandan bakınca sisin ardında minareli siluetiyle İstanbul’u görürüz. Nasıl bir bilinmezliğin içinde kaldığınızı, güvertenin üzerinde bir sağa bir sola dönüp bir şeye çarpmaksızın, bir düşmana rastlamaksızın üç direkli, yelkenli, büyük savaş gemisini ilerletmeye çalışmanın güçlüğünü duyarsınız. Belki de o dönemde Osmanlı'da yaşamak, yaşananlara şahit olmak böyle bir hissiyat peyda ediyordu insanda. Kim bilir?