Sonsuz Olasılıklar Ve Kararlar: Gece Yarısı Kütüphanesi
Hayatta verdiğimiz kararlar ve yaşayabileceğimiz sayısız olasılıklar üzerine.
Gün içinde en basit bir işi yaparken bile zihnimizde sayısız konu, olay, hatta senaryolar döner. Mutfağı temizlerken elimizdeki bulaşık süngeriyle tezgahı köpüklediğimiz sıra gelen o dalgınlık ve ‘hayatım şuan nereye doğru gidiyor acaba?’ diye sorguladığımız o mistik anı bir çoğumuz yaşamışızdır. Ve bununla birlikte gelen bir çok düşünce daha kafanızda çilingir sofrası kurmuşçasına tartışıyorlarken o sarı bezi son bir kez daha sıkar, ve musluğun üzerine asarak gerçekliğinize dönersiniz. Bu sayısız konu arasında ise çoğu insanın devamlı olarak üzerinde kafa yorduğu belirli, değişmeyen birtakım konuların hep var olduğunu düşünüyorum. Bunlardan en yaygını olan ‘başka hayatlara özenmek’ sorununu tutup bu kargaşadan çekmeye ve bu yazıda sizlere sunmaya – belki de daha çok kendi içimdekileri dökmeye mi demeliyim bilemiyorum- karar verdim. Çoğu zaman – kendim de dahil – kendi çevremdeki insanların yaşadıkları hayattan memnun olmadıkları için, farklı hayatlar yaşamak istediklerini ve ‘yapmadıkları ya da yapamadıkları’ şeyler için duydukları pişmanlıklardan bahsettiklerine çok uzunca bir süre şahit oldum. Bu tarz düşüncelere kapılmayan çok az insan tanıyorum diyebilirim ki çoğu zaman benim de kendimi bu düşünceler içerisinde bulduğum oluyor. Peki neden bunu yapıyoruz sevgili okur? Neden hep başka hayatlara açlık duyuyoruz? Neden yapabileceklerimize değil de, pişmanlıklarımıza ya da farklı olasılıklara odaklı bir hayat yaşıyoruz? Size bu konu hakkında yavaş yavaş gelişen düşüncelerimi bu gelişime çok fazla katkısı olmuş, bir kaç sene önce oldukça popüler bir kitap olan Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi'ni örnek vererek anlatmak istiyorum.
Öncelikle kısaca kitabımızın konusundan çok detaya girmeden -henüz okumayanlarınız varsa diye- bahsetmek istiyorum. Baş karakter Nora Seed, birçok kayıp yaşamış, yaşadığı hayatta mutlu olmayan, verdiği kararlardan pişmanlık duyan ve zamanında daha farklı kararlar verseydi daha güzel bir hayat yaşayacak olma ihtimalini sıkça düşünen, diğer herkesin hayatlarının kendisininkinden çok daha iyi olduğunu ve hatta kendisi dışındaki herkesin bunu hak ettiğine inanan genç bir kadındır. Bir gece Nora bu hayatı artık yaşamak istemediğine karar verir ve kendisini yaşam ve ölüm arasındaki Gece Yarısı Kütüphanesinde bulur. Ama Nora’nın bilmediği şey aslında bu kütüphane ona bugüne kadar verilmiş olan en büyük şanstır. Bu kütüphanedeki her bir kitap Nora’nın farklı birer hayatını barındırmaktadır. Mesela sadece kendisine yapılan bir iş teklifine hayır yerine evet deseydi ne olurdu? Ona aşkını ilan eden adama karşılık verseydi ya da gençliğinde müzik tutkusuna devam edip grubunu asla terk etmeseydi? Hayatında sadece bir tek şeyi bile farklı yapsaydı neler olurdu? İşte bu kütüphanede hepsinin cevabı var.
Peki sen 'keşke onu öyle yapmasaydım' dediğin şeyi yapsaydın hayatın ne yöne gidecekti?
Bu kitabı okuduğumda bilmediğim hiçbir şey anlatmadığını fark etmiştim. Matt Haig temelde hepimizin içten içe bildiği ama nedense bilmemezlikten geldiği doğruları anlatıyordu aslında. Haigh, kısaca, bizim geçmişimizde verdiğimiz kararların pişmanlığını, farklı seçimler yapmış olsaydık yaşanabilecek tüm o olasılıkları ve başkalarının hayatlarına olan açlığımızı bırakıp, aslında önümüzde hala sahip olduğumuz yeni ve sayısız olasılıklarımız olduğunu anlatıyor bu kitapta. Asıl sorunun ise bizlerin farklı evrenlerdeki hayatlarımızı hayal etmekten ve bunları düşünmekten içinde bulunduğumuz 'evreni' göremiyor oluşumuz olduğunu vurguluyor. Ve gerçekten dönüp bakınca zamanımızın çoğunda hep sahip olmadığımız hayatların düşlerini kurmuyor muyuz gerçekten? Sıradan bir apartman dairesinde yaşayan biri daha lüks bir evin hayalini kurup kendi evinde mutsuz hisseder. Arabası olmayan biri arabası olan birini gördüğünde kendi hayatındaki noksanlığı hissedip dertlenir. Arabası ve lüks bir evi olan kişi de daha lüks bir ev, daha iyi marka bir araba ister. Gerçekten güzel bir vücuda sahip olan birisi bile kendisinden daha seksi vücudu olan birini gördüğünde çirkin hissedip o kişiye özenir ya da en korkuncu sosyal medyada gördüğü gerçeği yansıtmayan vücutlara inanarak kendine eziyet eder. Hepimiz Instagram’da sabahtan akşama kadar ana sayfamıza düşen iki tıkla ‘like’ attığımız o lüks hayatlara imrenip, hepsinin hayatının bizimkinden daha iyi olduğunu düşünmüyor muyuz? Dürüst olalım, bunu bir çoğumuz yapıyoruz. Ama neden yapıyoruz bunu sevgili okur? Neden kendi hayatımızı kendimize çekilmez kılıyoruz? Neden hayatımızdaki güzellikleri görmeyi reddediyoruz ya da güzelleştirmek için çabalamaktansa sadece şikayet ediyoruz? Veya bu hayatı yaşamamızın suçunu neden verdiğimiz kararlara yüklüyoruz? İşte biz insanların bir diğer sorunu da bu. Yaptığımız seçimleri farklı yapsaydık ne olurdu diye düşünmekten önümüzü göremez olduk. Evet bu sorunun cevabı için aynı kitaptaki gibi sayabileceğimiz binlerce hatta milyonlarca olasılık var. Ama gerçek şu ki, bizim göremediğimiz şey, hayatımızda pişmanlığını yaşadığımız kararlarımız kadar henüz vermediğimiz sayısız karar ve olasılıkların da var olduğu. Verdiğimiz bir karar bizi daha iyiye ya da daha kötüye – biz nasıl olduğunu düşünmek istersek çünkü bunu çoğu zaman kesin olarak bilemeyiz – götürmüş olabilir, ancak bir sonraki kararımızı hala vermedik değil mi? Geçmişte verdiğimiz kararların sonuçlarını görerek o hayatı seçme şansı Nora gibi bize de verileceğini sanmıyorum. Bu konuyla ilgili sizinle düşüncelerine çok önem verdiğim ve bu yazıyı yazmamda bana ilham olan birisinin bana söylediklerini paylaşmak istiyorum. Bir gün beraber otururken ona kendim için doğru kararlar verip vermediğimden emin olmadığımı, ve yanlış karar vermiş olup da pişman olmaktan korktuğumu söylemiştim. Çünkü kendimi yaptığım seçimler doğrultusunda etrafımdakilere kıyasla, henüz bir şeylere ulaşıp başaramadığım bir konumda görüyordum. Bana verdiğim kararlarımın sonuçlarının ve vermediklerimin de ihtimallerini düşünmektense, yaptığım seçimlerin arkasında durup, seçtiğim yolda hayatımı en iyi şekilde yaşamaya çalışmamın kendim için yapacağım en iyi şey olduğunu anlatmıştı. Eğer hala bir şeye ulaşmamışsam, bunu gerçekleştirmek benim elimdeydi. Belki çok büyük bir fırsatı elimin tersiyle ittim çünkü öyle olmasını gerektiğine inandım. O zaman bunun arkasında durup, eğer farklı bir karar verseydim daha iyi mi yoksa daha kötü mü olurdu diye düşünmek yerine, şuan kendim ve hayatım için neler yapabilirim diye düşünmemi ve bunu da elimden gelen en iyi şekilde yapmamı söylemişti. Yani demem o ki kafamızda kurduğumuz ‘eğer şöyle yapsaydım’ adlı düşüncelerimize kapılıp bunun için dertlenmektense ‘tamam, şimdi ne yapabilirim?’ evresine geçip kendi hayatımızı istediğimiz şekle sokmayı ve bu şekilde yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Tabii çok istiyorsak oturup verdiğimiz kararların sonuçlarının ne kadar farklı olabileceğini ve tüm bu olasılıkları düşünerek canımızı sıkabiliriz. Belki de kolay olanı budur. Ama unutmayın ki bunu yaparken aslında her zaman atabileceğimiz yeni bir adımın ve yaşayabileceğimiz milyonlarca olasılığın daha olduğunu hiçbir zaman göremeyiz.
Bu aşırı içten ve fazla samimi olduğumuz yazımı beni bu noktaya getiren Gece Yarısı Kütüphanesinden bir alıntıyla bitirmek istiyorum:
“…Çünkü hayat yalnızca yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da oluşur. Ve yaşadığımız her an… bir çeşit dönemeçtir.” ( Haig 109)
Verdiğin her kararın arkasında dur, çünkü girmeyi seçtiğin her dönemeci kendin için en iyisi yapmak ve yeni dönemeçleri keşfetmek yalnızca senin elinde sevgili okur.