Sonun Başlangıcı - 10

Sona iki kala...

Pencereden odanın içine giren güneş ışınları Sarmaşık’ın yüzünü okşuyordu. Alarma gerek kalmadan uyanmıştı. Gerçi uyuyabilmiş miydi? Orası tartışılırdı. Büyük gün gelmişti. Kabul mektupları e-posta olarak gelecekti. 

Bugün işlenecek olan dersler önemli olsa bile öğrencilerin kafası yerinde olmayacağından hocalar da onları rahat bırakacaktı. Her sene aynı şey oluyordu. Kabul mektupları herkese aynı anda atılmıyordu. Sırayla geliyordu. Aşırı gergin bir hava oluşacaktı okulda. Birisi mutluluktan sevinç nidalarını haykırırken, başkaları hayal ettikleri okula girememiş olacaktı. 

Sarmaşık kabul almış mıydı acaba? Yazdıkları essaylar çok önemliydi. Sizden hayatınızı anlatmanızı istiyordu ama bunu düzgün bir şekilde yapmalıydınız. Yaşadığınız kötü olayları da yazmalıydınız ama bunu acındırıcı bir şekilde yazmamalıydınız.

Sarmaşık essayine şöyle bir cümle yazmıştı; Herkesin hayatında dönüm noktası vardır. Ben henüz benimkini yaşamadım. İnanıyorum ki bu, kabul mektubumu aldığım anda gerçekleşecek.

Kahvaltıda babası da vardı. “Bugün kabuller gelmeye başlayacak. Akşam yemek yemeğe gidelim.” Bunları babası mı söylemişti? O kadar emindi ki, olumsuz bir şey olacağını düşünmüyordu bile. Eli kolu uzun bir adam olmasına rağmen Amerika’daki köklü bir üniversiteye kızını sokacak kadar uzun değildi kolları. 

“Sen nasıl istersen.”

“Bugün sizi ben bırakayım okula. Çantalarınızı alın da çıkalım artık.”

“Tamam.” Garipti bugün. Davranışları çok garipti. Bir şey vardı ama neydi bunu kestiremedi. Akşam güzel bir sürpriz onu bekliyordu. Bakalım buna hazır mıydı?

Okula gelirken arabada kimseden ses çıkmadı. Arabadan inerken “Çıkışta şoför almaya gelecek.” Dedi Ekrem Bey. Sadece kafasını sallamakla yetindi. İyi olana bu bile fazlaydı. 

Bahçe kapısından ilerlerken Can birden ablasına dönüp “Ben inanıyorum, kabul edilmişsindir. Endişelenme.” Dedikten sonra ablasına eğilmesini işaret etti. Eğilen abalsının yanağına bir buse kondurduktan sonra koşarak uzaklaştı. Şaşkınlıkla olduğu yerde dondu kaldı. Sonrasında akşam olabileceklerden dolayı Can için üzüldü.

“Ben de öpsem böyle donup kalır mısın?” sesin sahibi Efe’ydi. 

“Denemeden bilemeyiz.” İkisi de mutlu bir şekilde dersliklerine doğru ilerlediler. 

“Dün akşam Duke üniversitesinden kabulüm gelmiş.” 

“Bu harika. NYU ne zaman gelir?”

“Yarın sanırım. Heyecanlı mısın?”

“Biraz.”

“Bence kabul aldın. Endişelenme. Stanford’dan gelen mektup olumlu muydu?” dün Sarmaşık’ın Stanford Üniversitesi’nden mektubu gelmişti. "Evet, ama bunu bir tek siz biliyorsunuz.” Babasının haberi yoktu. Kabul almayı geçti, başvurudan haberi yoktu.

“Benden sır çıkmaz.” Dedi göz kırparak.  

Uzaktan bir yerden Sarmaşık diye bir ses yankılanıyordu. Nereden geldiğini anlamamıştı. Etrafına bakınırken ona doğru koşan Kaan’ı gördü. 

“Ne oldu?” diye sordu endişeli bir sesle. Karşısındaki oğlan neredeyse ağlayacak durumdaydı. Kabul alamadığını düşündü. Bu yüzden hemen teselli etmek için “Sorun etme. Daha bir sürü mektup gelecek.”

“Brown beni kabul etmiş.” Dedi bağırarak. Anlamamıştı. Kabul aldığı için mi üzgündü. Yanlarına gelen Eylül’e baktı ve “Anlamadım.” Dedi.

“Bu, salak, bak sinirlendim tekrardan. Brown’dan kabul almış. Ama beyefendi babası ile anlaşma yapmış. Eğer Brown’dan kabul alırsa, gidecek. Alamazsa UCLA için babası bir şey demeyecekmiş. Tabi UCLA küçümsediğinden değil. Bu, film okuluna gitmek istiyormuş orada. Babası da izin vermediğinden dolayı kabul aldığı için ağlıyor. Aptal. Ben, bekleme listesine alındım, üzülmüyorum.”

“Ama beni kabul etmezler sandım. Senin hayalindeki okul bile değil Brown. Neden üzülesin ki?”

“Sus. Beni daha çok sinirlendiriyorsun.” Ardından Sarmaşık’a döndü. “Harvard mektupları bugün gelmeye başlıyormuş. Buraya gelirken Mert’i gördüm. Bekleme listesine alınmış.”

“Bana daha gelmedi. Efe sana geldi mi?”

“Hayır. Bekliyoruz, bakalım.”

Türkiye-Amerika arasındaki saat farkından dolayı tam olarak ne zaman e-posta atarlar kestiremiyorlardı. Arda geçen sene gecenin bir yarısı kabul mektubunu almıştı. Belki Sarmaşık’ın da öyle olurdu. 

İlk derslerine girdiler. Dersi dinleyen kimse yoktu. Hoca da ders anlatmıyordu. Karşısındaki gençlerin yaşadıkları stresi tahmin edebiliyordu. Diğer öğrenciler onlar kadar şanslı değillerdi. Sınıftaki her bir öğrenci Türkiye’den gidecekti. Hiçbiri burada okumayacaktı. Aileleri onlar için her şeyi planlamıştı çoktan. Kimisi mezun olduktan sonra babasının şirketinde işe başlayacaktı kimisi ise kendi küçük şirketini kuracaktı. 

Klasik bir durumdu bu. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin benzerleri yaşanıyordu. Karşısındaki çocuklardan hiçbiri istediklerinden dolayı kabul aldıkları bölümde okumayacaklardı. Onlar gelecek nesilleri için birer piyondu. Soy isimleri her şeyden önde gelen çocuklardı onlar. Üzülüyordu onlar adına. Zevk içinde yaşamıyorlardı ve bunun farkına varan nadir insanlardan biriydi. Bazı öğretmenler burada okuyan çocuklara “şanslı piçler” diyorlardı. Halbuki yaşadıkları sadece kadehin görünen yüzüydü.

Saatler ilerliyordu. Koridora her çıkışlarında ya ağlayan ya da sevinen kişileri görüyorlardı. Hayallerindeki okullardan ret alanların üzüntülü hali Sarmaşık’ı çok etkilemişti. Daha fazla dayanamayan kız kendini bahçeye attı. Yavaş yavaş futbol sahasına doğru yürüdü. Tribünlere oturarak derin derin nefes almaya başladı.

Gördüğü manzara içler acısıydı. Kimse için elinden bir şey gelmezdi. Kendisine yardım edemiyorken zaten bir başkasına hiç edemezdi. Gözünün önüne derste tahtaya telefon fırlatan çocuk geldi. İki ret, bir bekleme listesi cevabı gelmişti. Evet, belki üç üniversiteye başvurmamıştı ama bu hiç hayra alamet değildi. Çocuk da bunun farkında olacak ki sinirden telefonunu tahtaya fırlatmıştı. 

Bu dönemin ardından okul bitmiyordu. Hâlâ bitirmeleri gereken bir dönem vardı. İnsanlar şu an bulundukları ortamı dünyanın sonu gibi değerlendiriyordu. Bu çok üzücüydü. Hiçbir zaman son böyle olamazdı. İstediğin üniversite seni kabul etmemiş olabilirdi ama bu dünyanın sonu demek değildi. Yine başvurabilir ve kabul alabilirsin. Bir sene ara vermekten bir zarar gelmez. Sadece kendine zaman ayırdığın bir sene o kadar harika olabilir ki. Belki şu an doğru zaman değildir. Eğer ara verirsen gerçekten ne istediğini bile bulabilirsin. 

Hep kötüyü düşünmek daha kötüyü hayatına çekmekten başka bir işe yaramaz. Sen iyi düşünmelisin ki iyi şeyler başına gelsin. Beyin de böyle çalışır. Gün içerisinde kafandan tek bir araba modelini geçirirsen, sokakta göreceğin en fazla model o olur.

En kötü ne olabilir ki? Tekrardan başlarsın. Yorulursun, sıkılırsın, üzülürsün ama en sonunda amacına ulaştığında buna değer. Sevmediğin bir yerde, bir bölümde, bir okulda, bir mekanda ya da bir insanla hayatına devam etmektense bir sene ara vermek dünyanın en doğru kararı olabilir. Hayatına bir sene ara vermiyorsun. Kendine zaman ayırıyorsun, kendini tanıyorsun.

Diğer tüm herkesten çok Sarmaşık gelecek olan e-postayı bekliyordu. Belki başka bir yerden kabul almış olabilirdi ama bunu babasının gözüne sokmak istiyordu. Sen ne kadar bana baskı yaptıysan bile ben bunu seçtim diyebilmek istiyordu. Gelecek olan e-postayı babasına gösterdiği anda ki yüz ifadesini, sinirlenince gözündeki ateşi görmek istiyordu. Sen, bana acı çektirdin ama ben, sana cehennemi yaşatacağım demek istiyordu. Bir an önce gelmeliydi o e-posta.

“Kara kara ne düşünüyorsun?” 

“Hiçbir şey.” Dedi Efe’ye dönüp.

“Biliyorum, düşüncelerini paylaşmaktan hoşlanmıyorsun ama içinde tutmaktan daha iyidir. Emin olabilirsin.”

“Biliyorum ama… Sadece eve gitmek istiyorum. Okuldakilerin tepkilerinden sıkıldım. Derste birisi telefonunu fırlattı. Bunları daha fazla görmek istemiyorum.”

“Aynı tepkiyi vermekten mi korkuyorsun?”

“Hayır. Sadece eve gidip babamın vereceği tepkiyi merak ediyorum.” 

“O zaman kafanı dağıtayım. Bana bekle demiştin. Peki daha ne kadar beklemem gerek?” dedi sırıtarak.

“Bilmem. Beklemek istemiyorsan sıkıntı değil.” Dedi hüzünlenerek. Efe’nin amacı Sarmaşık’ı güldürmekti. Sanırım yanlış anlamıştı. 

“Hayır, öyle değil. Elbette beklerim. Beklemeyecek kadar sabırsız değilim. Ben…”

Sözlerini kesen Sarmaşık’ın öpücüğüydü. Efe donmuştu. Tepki veremiyordu. Düşünemiyordu. Beyni olanı algılamaya çalışırken karşılık vermediği için Sarmaşık geri çekildi. 

“Sanırım donup kalan sen oldun.” Dedi kahkaha atarak. 

“Sen… Beni… Öptün…”

“Evet…” her kelimeden sonra uzun bir sessizlik oluşuyordu. Efe sevdiği kızdan böyle bir hareket beklememişti. Kendisinin ilk öpücüğüydü. Genelde kızların ilk öpücüğü abarttıkları konuşulurdu ama Efe hep hayal etmişti. 

Kalp atışlarını hızlandıracak, nerede olduğunu merak edecek, yaptığı hareketleri ezberleyecek bir kişiden ilk öpücüğünü bahşetme hayali. Tam da öyle olmuştu. Sevdiği kız belki atakta bulunmuştu. Şikayetçi miydi? Asla. 

“İlk öpüşmemi böyle hayal etmemiştim.” Dedi tüm dürüstlüğü ile. Buna çok şaşırmıştı Sarmaşık. Gerçekten Efe’nin ilki miydi?

“Dalga geçiyorsun değil mi? Bu, senin ilkin falan değil.”

“Dalga geçmiyorum. Beni ilk defa öpen kişi sensin. Nasıl olduğunun bir önemi yok. Sadece ben seni öperim diye düşünmüştüm.”

Birbirlerine baktılar. Sonrasında ikisi de utanarak kafalarını çevirdiler ve gülmeye başladılar. Bu defa Sarmaşık’ın hamle yapmasına izin vermeden o öptü. 

“Sanırım ben bunu çok sevdim.” Dedi sırıtarak. Üzerine doğru gelen Efe’yi ittirdi. Tribünden inmeye başladı. 

“Kaçamazsın ki! Sen nereye gidersen git. Ben, seni asla bırakmam!” dedi bağırarak Efe. Tam cevap verecekti ki telefonuna bildirim geldi. Eli titremeye başlamıştı. E-postasını açtı. Gelen ileti Harvard’dandı. Sakinliğini korumaya çalıyordu. “Hadi aç.” Dedi Efe. Hangi ara yanına geldiğini anlamamıştı. İletiye tıkladı. Sayfayı aşağı kaydırdı ve o yazıyı gördü. TEBRİKLER!

Sonunda kabul mektubu gelmişti. Artık o da bir Harvard öğrencisi idi. Sevincini paylaşmak için Efe’ye sarıldı. “Gördün mü? Korktuğun gibi olmadı.”

“Ben kabulden korkmuyorum ki! Akşam olacaklardan çekiniyorum.” Demişti. Neden böyle demişti ki? Anladığı kadarıyla babası Harvard’ı kazanmasını istiyordu. Kazanmıştı da. Bunda ne gibi bir olumsuzluk olabilirdi?  Efe, anlamamış olacak ki kaşlarını çatmış, aval aval bakıyordu. 

“Hadi Eylül ve Kaan’ı bulalım.” Dedi ve Efe’nin kolundan çekip koşmaya başladı.

Eylül’ü heykel yaparken buldu. “Michelangelo, karşında Harvard öğrencisi var ona göre bir başyapıt yap.” Dedi gülerek.

“CİDDİ MİSİN?” diyerek elindeki çamurları umursamadan Sarmaşık’ın üstüne atladı. Arkadaşı için o kadar mutluydu ki. Sonunda başarmıştı. 

Kaan’ı bulmak için okulda dolanmaya başladı Sarmaşık. Derse girmemişti. Basketbol sahasında da yoktu. En son olarak okulun çatısına çıkmaya karar verdi. Daha önce onu burada görmüştü. Bir keresinde, duygularını anlatmak isteyip de çekindiği zaman buraya kaçmıştı. Şimdi de burada olacağını ümit ediyordu. 

Son basamağı da çıktıktan sonra hafif aralık olan kapıyı ittirdi. Güneşe karşı yere uzanmıştı Kaan. “Ne yapıyorsun burada?” diye sordu Sarmaşık. 

“Kendimle kavga ediyorum.”

“Neden düşüncelerini paylaşmıyorsun?”

“Paylaşsam da bir faydası dokunmayacak. Sen de paylaşmıyorsun baksana.”

“Aynı şey değil bu.” Sinirli bir ses tonu ile karşılık verdi.

“Sizi gördüm.”

“Kimi?”

“Seni ve Efe’yi. Öpüşürken. Neden söylemedin mesela? Biz, arkadaşın değil miyiz?”

“Ben… Söyleyecektim. Sadece fırsatım olmadı.”

“Gördün mü? Herkes, birbirine tüm sırlarını anlatmıyor.”

“Ne bu şimdi? Kendine olan hıncını benden mi çıkartıyorsun?”

“Hayır… Evet… Özür dilerim.”

“Evet, size anlatmadığım birçok şey var. Ama bunlar anlatamayacağım şeyler olduğu için susuyorum.”

“Sarmaşık, ben ne zaman sana hoşlandığım birinin varlığını gizledim. İlk gelip sana anlatmadım mı? Sen nasıl benim mutluluğumu paylaştıysan, şimdi de ben, senin mutluluğunu paylaşmak istiyorum.”

“Ben… Duygularımın yeni farkına vardım.”

“Bahanen bu mu?”

“Bahane değil bu. Ne istiyorsun Kaan? Ne dememi istiyorsun?” sesi giderek yükseliyordu.

“Bana gerçekleri söyle. Baban seni dövdü mü?” diye bağırdı en sonunda Kaan.

“Sen… Saçmalama.” Ne diyeceğini şaşırmıştı Sarmaşık.

“Bana doğruyu söyle. Baban seni dövdü mü?”

“Böyle bir fikri aklına ne soktu?” sesi titremişti. Yavaş yavaş kendini ele veriyordu.

“Babam, senin okula gelmediğin hafta sonu golfe gitti. Babanın sopalarından birinde kan kalmış. Sanırım iyi temizleyememiş. O kan… Senin miydi?” bunları sormak çok zordu Kaan için. Çünkü sordukça kendini suçluyordu. Yanında olmamıştı arkadaşının. Canının yanmasına izin vermeyebilirdi.

“Evet…” bir damla yaş gözünden usulca akmıştı. Arkadaşının yüzüne bakmıyordu. Kendisine acıyan gözleri görmek istemiyordu.

“Neden söylemedin?”

“Yardım edemezdiniz. Kimse yardım edemezdi.” 

“Yanında olabilirdik.” Bu sefer onun gözlerinin içine baktı. Sakince “İstesen her zaman yanımda olabilirsin.” Dedi.

“Özür dilerim.” Dedi Kaan. Başka diyecek bir sözü yoktu. Sonrasına devam etti. “Bu, böyle devam edemez. Ya sana bir daha zarar verirse? O evde güvenliğin yok.”

“Merak etme bu geceden sonra güvenli olucam.”

“Nasıl?”

“Yarın sabah öğrenirsin.” Diyerek konuyu kapattılar. 

Okulun bitişine kadar çatıda kaldılar. Uzun uzun konuştular. İçlerindeki tüm duyguları dibine kadar paylaştılar. 

 Eve dönüş vakti gelmişti. Heyecanı doruktaydı Sarmaşık’ın. Babasının tepkisi bakalım, ne olacaktı? Araba garaja park ettikten sonra indi. Kapıyı çaldı ve içeri girdi. 

Ev sakindi. Demek babası henüz gelmemişti. Nenesi dışarı çıkmıştı. Son golü birlikte atacaklardı. Odasına girip zafer duşu aldı. Kimse keyfini bozamazdı. Birazdan o, insanların keyfini bozacaktı. 

Kapı çalındı. “Gir.” Komutundan sonra evdeki çalışanlardan biri “Efendim, babanız sizi aşağıda bekliyor.” 

“Tamam, geliyorum.” İşte son perde başlıyordu. 

Keyifli bir şekilde merdivenleri adımladı. Babası onu salonda bekliyordu büyük ihtimalle. Salona doğru ilerledi. Koltukta oturan babasına dönüp “Beni çağırmışsın.” Dedi.

“Evet, göster bakalım şu kabul mektubunu.”

“Kabul aldığımdan bu kadar eminsin yani?”

“İstersen bir de alama.” Sarmaşık’ın elindeki telefonu sertçe aldı. “Bu ne?” dedi adam sinir ve şaşkınlık arasında.

“Ne okuyorsan, o.” Kabul mektubunda Harvard’a kabulü yazıyordu ama bir farkla. Hukuk fakültesine girmemişti. Hayali olan biomedikal bilimlerine kabul almıştı.

“SARMAŞIK! Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?”

“Bu, benim hayatım. Kararlarımı ben veririm.”

“Sen, ne zamandan beri benim sözlerimin dışına çıkıyorsun?”

“Sana sonsuza dek katlanacağımı mı sanıyorsun? Bu evden çıktıktan sonra senin sözlerini dinleyeceğimi mi? Senin kızın olmaktan mutlu muyum sanıyorsun? Sen, sadece gücünün yetmediği insanlara hükmedebilen bir zavallısın.” Salonda tokat sesi yankılandı. Hangi ara salona Defne ve Can gelmişti bilmiyordu ama Defne’nin çığlığını duymuştu. 

Sarmaşık, atılan tokatın şaşkınlığı ile dondu kaldı. Ardından histerik bir şekilde gülerek babasına döndü. “Ben, senin için hiçbir şey ifade etmiyorum değil mi? Olmam ya da olmamam senin için bir şey ifade etmiyor. Senin gözüne girmek için her şeyi yaptım ben. Gösterilere katıldım, gelmedin. Yarışmalarda birinci oldum, tebrik etmedin. Sen, bana babalık yapmadın ki benim için de sen bir şey ifade edesin. Ama ne var biliyor musun? Senin aksine ben yıllardır ayakta uyutulmuyorum.” Ekrem Bey kızının son sözlerine aldırış etmişti sadece.

“Ne saçmalıyorsun?”

“Ne mi saçmalıyorum?” Can ile aynı seviyeye indi ve yüzüne baktı. “Senin annen nerde çocuk?” Can bir şey anlamasa da yanında duran annesini gösterdi. “Peki baban?” bu sefer de karşısında duran Ekrem Bey’i işaret etti. “Cık! Yanılıyorsun. Senin, baban burada değil.” Bu sözler karşısında Defne aşırı gerildi. Bu kız, bunu nereden ve nasıl biliyordu?

“Ne saçmalıyorsun Sarmaşık?” Ekrem Bey, kızının zırvalıklarına katlanamıyordu.

“Bence bunu karına sor.” Babasının kulağına yaklaştı “Bana biraz güveniyorsan DNA testi yaptırırsın.” Dedi. Rahatlamıştı. Küçük bombayı patlatmıştı. Büyük bombanın patlaması için nenesini aradı. “Gelebilirler.” Dedi. 

Salonda babası ile Defne kavga ede dursunlar, Sarmaşık özgür zamanlarının tadını çıkarıyordu. Evet, Can için üzülmüştü. Ama yapacak bir şey yoktu. Yıllardır piyon olarak oynatılmıştı. Şimdi onun bir piyonu olmalıydı ve en mantıklı hareket Can’ı ileri sürmekti. 

Aşağıdan kapıya vurulma sesleri yükseldi. Odasından çıkıp bakmaya gitti. Evin içine bir sürü polis girdi. “Neler oluyor? Siz kimin evine girdiğinizin farkında mısınız?” dedi babası.

“Hakim Ekrem Akal, değil mi? Kara para aklama, delil yok etme, yalancı şahitlik yapma, yardım ve yataklık, reşit olmayan kişiye uyguladığınız şiddetlerden sizi tutukluyoruz. Sessiz kalma hakkına sahipsiniz.”

“Ne demek oluyor bu?” Sarmaşık ile göz göze gelen Ekrem Bey. “Sen mi yaptın bunları?”

“Hakimsin ama salaksın. Kasanın şifresini karının öldüğü tarihi koymamalıydın. Sana sürpriz yapmak istedim. Bana yaptıklarından sonra sessiz kalacağımı mı sanıyordun? Banka hesabından her ay aldığım paraların bile farkında olmadın. O kadar çok para kaçırmışsın ki, sıfırları sayamadım bile. Kendimi güvence altına almam gerekiyordu. Kusura bakmazsın herhalde.” Dedi ve gülümsedi Sarmaşık. “Küçücük yerde çürüyeceğinden emin olacağım hiç korkma. BABA!” diye polisler tarafından götürülen babasının arkasından bağırdı. 

Nenesinin yanına gitti ve sıkıca sarıldı. “Bitti. Artık özgürüz.” Dedi yaşlı kadına. 

Devletin babasının mal varlığına el koyacağını biliyordu. Bu yüzden her ay şüphe çekmeyecek bir miktarda parayı kendisine aktarmıştı. Bu hayatını idame ettirmesine yeterdi. Yaşadıkları evi zaten yıllar önce babası, annesinin üstüne yaptırmıştı. O öldükten sonra çoğunluğu Sarmaşık’a kalmıştı. Buna bir şey diyemezlerdi. Planını ince eleyip sık dokudu. 

Bunca yaşadığı şeye değmiş miydi? Tartışılırdı. Şu an bulunduğu yerden memnundu. Gidip, rahatça bir uyku çekebilirdi. Yarın sabah gazete manşetlerine düştükten sonra yeterince kafası şişecekti.