Sonun Başlangıcı-4

Sarmaşık gruba Efe'nin katılmasını kabul edecek mi?

Yeni bir hafta başlamıştı. Tüm öğrencilerin stresli olduğu bu dönemde bir hafta daha bitmişti. BİO Koleji’ne giden öğrencilerin yurtdışı başvuruları daha da yaklaşmaktaydı. Bazıları sadece essay yazarak üniversiteye girmeye çalışacaktı bazıları da SAT sınavına girecekti. Kolej öğrencilerinin derdi Türkiye değildi. Onlar için önemli olan Amerika’daki okullardı. Kimisi için kolaydı. Herkesin tahmin ettiği gibi Sarmaşık kolayca bir okula girebilirdi. Ama onun hedefi Harvard’dı. Babasının hedefi demek daha doğru olurdu. 

Arabadan Can ile inmişlerdi. Okulun bahçe kapısına doğru ilerlerken Kaan’ı bisiklet parkının orada gördü. “Ben, Kaan’ın yanına gidiyorum.” Dedi Can’a.

“Ben de geliyorum.” Dedi. Can, Kaan’ı çok seviyordu. Ablası gibi değildi. Ona hep sıcak yaklaşırdı, onunla oyunlar oynardı. Kaan da Can’ı çok seviyordu. Kaan tek çocuk olduğundan hep kardeş özlemi çekmişti. Küçük yaşta ailesine bir kardeş istediğini söylemişti ama her zaman istediğimiz şeyler gerçekleşmiyordu hayatta.

“Bisikletle gelmeyi ne zaman bırakacaksın?” diye sordu Sarmaşık naif bir sesle. Arkadaşı bir hafta boyunca okulda görmezden gelmiş, hafta sonu da attığı mesajlara cevap vermemişti. Bu sefer ciddiydi.

“Yağmur yağmaya başladığı zaman. Can nasılsın ağabeyciğim?” verdiği cevap düzdü. Bu ilk defa oluyordu. Sarmaşık şaşırmıştı. Aynı zamanda üzülmüştü. Gerçekten bu kadar çok mu istiyordu o çocuğun gruplarına katılmasını?

“İyiyim. Seni çok özledim. Ne zaman bana basketbol oynamayı öğreteceksin?”

“Önce Kaan’ın öğrenmesi gerek. Hadi sınıfına git artık.” Dedi ve uzaklaştı Sarmaşık.

“Senin bu ablan var ya beni öldürüyor.”

“Beni de…”

~~~~~~

Dolabına varmıştı bile Sarmaşık. Yanında getirdiği kitapları dolabına koyarken koridora baktı. Öğrenciler yeni yeni okula gelmeye başlıyordu. Herkes dolaplarından ya eşyalarını alıyor ya da koyuyordu. Siyah dolapların arkasındaki beyaz duvar koridoru aydınlatıyordu. Aydınlık bir gelecek için köle gibi çalış imajıydı bu.

Telefonuna bakarak dolabına yaklaşan Efe’yi gördü. Kafasını kaldırınca göz göze geldiler. Efe gülümsedi. Sarmaşık ise kafasını çevirdi. Bu sırada yanına Kaan geldi. 

“Ne demekmiş o? Önce Kaan ağabeyin öğrensin mi? Ne oldu?”

“Asıl sana ne oldu?”

“Özledin mi beni?” Dedi yılışık hareketler sergileyerek.

“Özlemedim. Sadece aramıza soğukluk girsin istemiyorum.”

“Özlemediysen ben gidiyorum.” Hızlıca Efe’nin yanına doğru yürümeye başladı.

“Tamam.” Diye bağırdı bu sefer Sarmaşık.

“Ne tamam?”

“Tamam, yeni arkadaşın aramıza katılabilir.”

“Ciddi misin?”

“Şimdi vazgeçiyorum.”

“Tamam tamam. Yaşasın be. Seni çok seviyorum Yeşil.” Dedi Kaan büyük bir sevinçle. Arada Sarmaşık’a Yeşil diye seslenirdi. Göz rengi yeşilin tonuydu ama sebebi bu değildi. Sebebi gayet basitti. Sarmaşıklar yeşil olurdu. Küçükken Sarmaşık demek zor geliyordu. O da Yeşil diye sesleniyordu. 

Efe’nin yanına gelen Kaan sevincini arkadaşıyla paylaştı. “Artık diğerlerinin yanına gidebiliriz. Onları çok seveceksin. Zaten bütün bir hafta boyunca kafanın etini yedim, biraz alışmışsındır. Sarmaşık soğuk yapar ama aldırma. İnanıyorum ben zamanla alışacak sana.”

“İyi o zaman. Ben kantinden bir şeyler alayım. Teşekkür için.”

“Düşüncelisin ama teşekküre gerek yok. Tabii istersen al. Sarmaşık çikolatalı kruvasanı çok sever.” söylerken göz kırpmıştı.

“Tamam. Sınıfta görüşürüz.” Onun bu hareketine gülmüştü Efe.

Geçmiş bir hafta boyunca çok yakınlaşmıştı iki arkadaş. Tüm dertlerini, sıkıntılarını birbirlerine anlatmışlardı. Kaan’ın bir sürü arkadaşı vardı aslında ama bu sefer ki başkaydı. Efe’nin gruba girmesini en çok Sarmaşık için istiyordu. Efe okula ilk geldiğinde tesadüfen öğretmenler odasından geçiyordu ve ismini duydu. Sınıf öğretmenleri Efeu ismini nasıl telaffuz edince duraksamıştı. İlk başta yabancı bir öğrencinin geldiğini düşündü. Sonrasında Efe isminin anlamını söyleyince çok şaşırdı ve kendince plan yaptı. Kaan kadere inanıyordu ve ona göre Efe, Sarmaşık’ın kaderiydi. 

Arkadaşının ne kadar zor zamanlar geçirdiğinin farkındaydı. Gün geçtikçe daha çok içine kapanır bir hale dönmüştü. Onu böyle görmek istemiyordu. Eskiden sadece üçü buluşup, parkta sohbet ederlerken Sarmaşık gülerdi, hatta kahkaha atardı. Arkadaşının o hallerini çok özlüyordu. 

Sınıfa elinde poşetle gelmişti. Şanslıydı ki ortak dersleri vardı sabahtan. Olmasaydı onları tek tek bulup, nasıl aldıklarını verecekti? Cam kenarında ki sıralardan ikincisinde Sarmaşık oturuyordu. Solunda, ayakta Eylül duruyordu. Kaan da Sarmaşık’ın karşısındaki sıraya onun yüzünü görecek şekilde oturmuş, konuşuyorlardı. 

“Günaydın. Size süt aldım.”

“Süt mü?” dedi Kaan ve Eylül aynı anda. 

“Evet. Sevmiyor musunuz?”

Ayağa kalkıp Efe’nin yanında durdu. “Oğlum, bula bula süt mü buldun? Başka bir şey alsaydın ya.” Dedi kulağına kısıp bir sesle.

“Kruvasan da var.” Bu sefer yaptığı hatayı düzeltmeye çalıştı. Gerçi yaptığı hatanın ne olduğunu da anlamamıştı.

“Ona hayır demem.” Dedi Sarmaşık mutlu bir sesle. Bu sefer diğerleri şaşkınlık yaşadı. Daha önce de birlikte kruvasan yedikleri olmuştu ama o zaman teklerdi, mutlu olduğunu saklamazdı dostları olunca. Ama bu sefer yanlarında bir yabancı -Kaan için değil- olmasına rağmen sesindeki mutluluğu gizlememişti. Bunu gören Kaan hemen Eylül’e baktı. “Göreceksin, dediklerim olacak.”

“Umarım haklı çıkarsın.” İki arkadaş sadece en sevdiklerinin mutlu olmasını istiyorlardı.

Teneffüs zili çaldığında çok mutluydu hepsi. Ağır bir İngiliz edebiyatı dersinden çıkmışlardı. “Sizin için zor olmuyor mu bütün dersleri İngilizce işlemek.” Diye sordu alışık olsa da sadece konuşmak için konuyu açan Efe.

“Hayır.” Dedi üçü hep bir ağızdan.

“Ben ilkokula ilk başladığımda çok garipsemiştim. Evde Türkçe konuşurken okulda İngilizce ders dinlemek çok garip geliyordu. Sonrasında Amerika’ya taşınınca arkadaşlarım evde başka bir dil konuşmamı garipsemişti.” 

“Amerika’da mı yaşadın? Ne zaman? Ne kadar süre? Neresinde?” bunları soran tabii ki Eylül’dü.

“Başladı meraklı Melahat.” Kaan’ın cevabına karşılık sadece dil çıkardı.

“New York’da kaldık 1 sene. Babamın oradaki hastanede bir görevi mi ne vardı, tam hatırlamıyorum ne sebeple gittiğimizi. İlkokulun sonuydu.”

“Sarmaşık da New York’u çok sever.”

“Tabii tabii.” Dedi sessizce. Sonrasında konuyu değiştirmek için “Benim Çince dersim var. Daha eşyalarımı dolabımdan almam lazım. Görüşürüz.” Dedi ve uzaklaştı. Diğerlerinin seslerini duyabiliyordu. Sesler giderek uzaklaşıyordu demek ki onlar da gidiyorlardı. Fark etmediği tek şey arkasından birinin baktığıydı.

--

Dersin ortasında mesaj gelmişti Sarmaşık’a. Yarınki okul sonrası dersi iptal olmuştu. O kadar çok sevinmişti ki dersi umursamadı bile ve mesaj grubuna girdi.

“Yarın hava çok güzel olacakmış, okul sonrası piknik yapmaya ne dersiniz?”

Sarmaşık böyle mesajları çok nadir atardı. Arkadaşlarının planı olsa bile böyle bir anda o planlar hemen iptal edilirdi. 

“Çok güzel olur. Nene’den kurabiye isterim. Çikolatalı olsun lütfen!” İlk mesajı yazan Eylül’dü. Telefon elinden düşmediği için hemen cevap yazmasına şaşırmamıştı. 

“Benim için her zaman tamam. Maksat eğlence olsun.” Tabii ki de bunu yazan Kaan’dı. Tam telefonunu bırakacakken başka bir mesaj geldi. Gruptandı. Efe yazmıştı. Efe’nin varlığını unutmuştu tamamen. O da gelebilirdi. Kovamazdı zaten. 

“Benim için de tamam.” Böylece konuşma bitmişti.

Okulun bitiş zili çalmış herkes sırayla okuldan ayrılıyordu. Okulun muhteşem üçlüsü artık mahşerin dört atlısı olmuştu. Bazı gözler onlara gıptayla bakarken bazıları da kıskançlıkla bakıyordu. Birçok kişi onlarla arkadaş olmayı denemişti. Ama gerçekten arkadaş değil. Asıl amaçları grubun üyesi olmaktı. Ama kimse bu mertebeye erişememişti. Şimdi ise okula yeni gelmiş bir çocuk bağdakileri kovmuştu. Bundandı sinirleri. 

Çıkış kapısına gelinmişti. Sırayla veda edilecekti. Çoğu kişi onları alması için şoförlerini bekliyordu. Bazıları, Kaan gibi, bisikletle okula gelmeyi tercih ediyordu. Yaşadıkları siteye uzak değildi okul ama yakın da sayılmazdı.

“Siz araba bekliyorsanız ben gidiyorum.” Diyen Kaan’dı.

“Hiç centilmen değilsin. Bir beyefendi önce hanımların sağ salim gittiğinden emin olur.” Ayıplar bir şekilde söyledi bunu Eylül.

“Senin gibi bir aslan parçasına bir şey olmaz.”

“Ettiğin lafa bak ya. Ne kadar ayıp!” Onların bu atışmalarını izleyen Sarmaşık ve Efe hiç seslerini çıkarmadılar.

“Sen nasıl gideceksin?” soruyu soran Sarmaşık’tı, ilginç bir şekilde.

Efe de şaşırmış olacak ki, ne diyeceğini bilemeyerek “Almaya gelecek birisi.” Dedi.

Sarmaşık kafasını salladıktan sonra önlerinde duran arabaya baktı. Yolcu koltuğundaki pencere yavaş yavaş aşağıya indi. Tanıdık bir sima sürücü koltuğunda oturuyordu. 

“Arda!” dedi Sarmaşık şaşkınlıkla. Bugün gerçekten çok güzel bir gün oluyordu onun için.