Sonun Başlangıcı - 7
Sarmaşık'ın başına gelenler ne zaman son bulacak?
İçinde yaşadığı korkuyu tarif edemezdi. Yaşadığı mutlu dakikalar son bulmuştu. Arkadaşları ile geçirdiği zamandan çok keyif almıştı. Şimdi başına ne gelecekse gelebilirdi.
“Neredeydin?” dedi babası sinirli bir ses tonuyla. İçeri girdi. Henüz babasının yüzüne bakmamıştı. Soruyu duymamış gibi davranıyordu. Amacı sadece biraz zaman kazanmaktı. Ayakkabılarını çıkarırken göz ucuyla nenesine baktı. Yüzü bembeyazdı. Başına gelecekleri anlamıştı. “Arkadaşlarımla dışardaydım.” Diye geç bir cevap verdi.
Defne ve Can salonda olmalıydılar. Henüz onları görmemişti. Defne hiçbir zaman karışmıyordu. Benim problemim değil diye düşünüyordu.
“Sen neden programına uymuyorsun?” Ekrem Bey’in sesindeki ton giderek sertleşiyordu. İki dakika içinde alnındaki damar çıkacaktı. Kulakları kızarmaya başlayacaktı.
“Bugün derslerim iptal edildi. Mesaj attılar.”
“Bu yenilerinin olmayacağı anlamına gelmiyor Sarmaşık.”
“Özür dilerim.” Yavaşça geri geri gitmeye başladı Sarmaşık. Böylece herhangi bir durumda kaçacak bir yer bulabilirdi.
“Olduğun yerde dur. Bu sefer kaçamazsın.” Bağırarak söylemişti bunları. Yerinde irkildi Sarmaşık. Tahmin ettiği şey gerçekleşecekti. Tüm sinirleri gerildi. “Çalışma odasına çık. Masa lambasını aç, odanın ışığı kapalı kalacak.”
“Ekrem Bey, lütfen bir daha böyle bir şey olmasına izin vermem ama lütfen ona zarar vermeyin.”
“Nina Hanım size kaç defa bana karşılık vermeyin dedim. Kimse yukarı çıkmayacak anladınız mı?” Kimseden ses çıkmadı.
“ANLADINIZ MI DEDİM!”
“Evet efendim.” Merdivenlerden yukarı çıkarken tüm konuşulanları duymuştu. Duymaması mümkün değildi. Gözleri dolmuştu. Babası yine dövecekti onu. Farkındaydı. Mental olarak kendisini hazırlıyordu.
Daha önce de dövmüştü. İlk defa vurduğunda 13 yaşındaydı. Piyano yarışmasında ikinci olmuştu. Bunu kaldıramamıştı babası. Sonrasında devamı kesilmedi. Son birkaç senedir bunu çalışma odasında yapıyordu. Sarmaşık’ın o odada olmak istemediğini, o masa lambasından ne kadar nefret ettiğini bile bile orada ona şiddet uyguluyordu.
Odaya girdi. Işığı açtı. Eli titreye titreye masa lambasını açtı. İğrenç antika masa lambası. Kırılacak olan kalbim gibi o lamba da kırılsaydı keşke. Odanın kapısına geri dönüp yanda duran düğmeye basarak ışığı söndürdü. Odanın içinde sadece masa lambasından yansıyan ışık ve saatin sesi yankılanıyordu.
Sarmaşık tekrar eden seslerden rahatsız oluyordu. Saatin sesi en nefret ettiklerindendi. Tik-tak, tik-tak… Sürekli aynı ses, aynı düzende tekrarlıyordu. Beynin içinde yankılanmaya başladı. Tik-tak, tik-tak…
Babasının adımlarını duymuştu. Geliyordu. Korkunun ecele faydası yoktu. Bundan kaçamayacağını biliyordu.
Kapı açılmıştı. Kafasını çevirmedi. Sırtı kapıya dönüktü. Babası bir şey demeden hareket etmek istemiyordu.
“Demek arkadaşlarınla dışarı çıktın?” odanın içerisinde dolanıyordu Ekrem Bey. Kapının sol tarafında boydan boya uzanan kitaplığa doğru ilerledi. “Sen biliyor musun, kaç kişi senin önünde?” bir kitap aldı. Medeni hukuk… Kalın bir kitaptı. Bir sayfa açtı. “Dünyanın her yerinden kaç öğrenci Harvard Law School’a başvuruyor biliyor musun?” Kitabı sert bir şekilde fırlatıp yere attı. Çıkan sesten irkilmişti Sarmaşık. “Bana cevap ver.” Diye bağırdı babası. “Bilmiyorum.” Dedi kısık bir sesle.
“Ne dedin?”
“Bilmiyorum.” Dedi bu sefer daha yüksek ses tonuyla.
“Demek bilmiyorsun.” Bu sefer odanın diğer tarafına doğru ilerledi. Köşede, değerli, golf sopaları duruyordu. Bir tanesini eline aldı. “Sen hiç beceremiyorsun golf oynamasını. Sanki neyi düzgün beceriyorsun ki?”
Bu söze sinirlenmişti. Neyin farkındaydı ki bunun farkında olabilirdi. Sarmaşık birçok şeyde iyiydi ama birincilik elde edemezse babası için bir hiçti.
“Başvurunun yaklaştığını bilmene rağmen nasıl gezebiliyorsun?” Eline aldığı sopa ile cam kahve sehpasına vurdu. Çıkan sesler Sarmaşık’ı çok korkutuyordu. Daha öncesinde hiç bu kadar korkmamıştı. Babasının ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu. Bu da onu daha çok geriyordu. Vuracaksa vursun diye geçiriyordu.
“Şınav pozisyonuna geç.” Gelen emri ikiletmedi. İşte başlıyordu.
“Sen bu notlarla bırak Harvard’ı İstanbul Üniversitesi’ne bile giremezsin?” dedi ve golf sopasının tutulan kısmı ile beline vurdu. Çok acımıştı canı.
“O salak adamlara ne kadar para veriyorum biliyor musun?” İkinci defa vurmuştu. Bu sefer kalçasına denk gelmişti.
“Sen, dışarda gez toz diye uğraşmıyorum ben.” Üçüncü defa vurdu, kemiğine denk gelmişti.
“Kendini bir şey sanma sakın. Senin için değil kendi itibarımı düşündüğümden uğraşıyorum.” Bu defa vücudundan bir ses gelmişti. Kemiği çok zara görmüş olmalıydı. Acıya dayanamadı ve çığlık attı.
“Ne oldu? Canın mı yandı? Bunları düşünmedin mi Sarmaşık Hanım?” Daha da sert vurdu. Yine bağırmıştı acıdan ama asla yalvarmadı durması için. Ona yalvarmayacaktı. Bu zevki ona tattırmayacaktı.
“Aynı annen gibisin. İşe yaramazın tekisin.” Bu sözleri duyduğunda yaptığı tek şey içinden "Dayan Sarmaşık..." demekti. "Dayan, az kaldı. Çok az kaldı, kurtulacaksın."
Tam kırk beş dakika boyunca içerde kızını dövmüştü. Sarmaşık artık hareket edemiyordu. Ekrem Bey odadan çıktıktan hemen sonra Nina girdi içeri. Yerde yarı baygın bir şekilde yatan kızı görünce gözyaşlarını tutamadı.
“Yavrum çok özür dilerim.” Ses bile çıkaramadı. Senin suçun yok diyemedi. Diğer çalışanlar ile odasına taşıdılar.
Yatağında yüz üstü yatıyordu. Yaralarına ilaç sürmek için belini açtı. Gördüğü manzara karşısında sadece sessizce gözyaşlarını akıttı. Nenesinin elinde krem gören Sarmaşık “Bu sefer kolay geçmeyecek” dedi.
“Kızım hadi doktora gidelim. Darp raporu alalım.”
“Nene… Yine vermeyecekler.” Kısık sesi ile cevapladı.
“Yeni bir doktor gelmiş yakındaki hastaneye. Hadi gel şansımızı deneyelim. Çok… canın yanıyor belli ki.”
“Tamam.” Demekle yetindi. Hiç ümidi yoktu ama nenesini kırmak istememişti.
Gece yarısı kimse ayakta değilken Sarmaşık ve Nina sessiz, yavaşça evden çıktılar. Yavaştılar çünkü Sarmaşık yürüyemiyordu. Her hareket edişinde acıdan ses çıkartıyordu.
Evin önüne gelen taksiye binip, hastaneye yola çıktılar. Kafasına şapka takmıştı. Yüzünde hiçbir iz yoktu. Babası her zaman beline vururdu. Mayo giyse bile gözükmeyecek şekilde hesaplardı vuruşlarını. Kimsenin bilmesine izin veremezdi. Neticede o saygın bir hakim ve milletvekili olmaya hazırlanan biri idi.
Hastaneye giriş yaptıklarında Nina hemen bir tekerlekli sandalye aldı. Kızın daha fazla yürümesine izin veremezdi. Acilden içeri girdiler. “Darp raporu ve pansuman için geldik.” Dedi Nina hüzünlü gözlerler Sarmaşık’a bakarak.
Danışmadan aldıkları bilgi ile ikinci kata çıktılar. Doktor Ali Sönmez’in odasına geldiler. Kapıyı çalarak içeri geçtiler. “Darp raporu için gelmişsiniz.”
“Evet. Sarmaşık için.” Dedi Nina.
“Sedyeye geçebilecek misin?” dedi Sarmaşık’a bakarken. Sarmaşık şaşkınlıkla kafasını kaldırdı. “Raporu verecek misiniz?” dedi şaşkınlıkla.
“Evet. Neden bu kadar şaşırdın?” Sadece Sarmaşık değil, Nina’da şaşırmıştı. Kaç defa hastaneye gitmişlerdi darp raporu için. Ama ne zaman ismini öğrenseler doktorlardan hep aynı cevap geliyordu. “Üzgünüm, raporu size hazırlayamam.”
Korkuyorlardı. Haklılardı. Öz kızına bunu yapan, tanımadığı doktora neler yapmazdı. Bu duruma en çok Nina üzülüyordu. Gözünün önünde acı çekiyordu ve hiçbir şey yapamıyordu. Bu sefer ümitliydi. Hastaneye yeni gelen doktorun yardım edeceğine emindi. Tanrıya ettiği duaların bu gece kabul olacağını düşünüyordu.
Doktorun yardımı ile sedyeye yüzüstü uzandı. Belini ve kalçasını açtı. Yüzünü yan bir şekilde yastığa yaslamıştı. Görebildiği tek şey önündeki perde ve patlayan flaşlardı. Rapor için fotoğraflar çekiyordu doktor. Sonrasında muayeneye başladı.
Gencecik kızın belini gören adam şok olmuştu. Kim bilir ne kadar acı çekmişti. Hareket ettikçe acıyor olmalıydı. Yapacağı her hareketi sedyede yatan kişiye söylemek zorundaydı. Önceden hastaları bilgilendiriyordu. Böylece onları daha fazla germemiş oluyordu.
“Sana bunu kim yaptı?” diye sordu merakına yenik düşen doktor. Normalde böyle kişisel sorular sormazdı hastalarına ama bu sefer içi acımıştı. Çok gençti karşısındaki kız.
“Babam.”
“Neden?”
“Başarılı değilim. Sizin çocuğunuz var mı?”
“Var. Seninle aynı yaşta.”
“Ne kadar şanslı. Ona değer veren bir babası var.” Bu sözü hiçbir çocuk söylememeliydi. Çocuklar seçmiyordu bu dünyaya gelmeyi. Onlar yerine karar veren insanlar üstüne bir de yaşattıklarıyla, hayatı zindan ediyorlardı.
Muayene bitmişti. Raporu almıştı. Sonunda bir doktor ona darp raporu vermişti. Artık son bir adım kalmıştı hedefine ulaşması için.
“Teşekkür ederim. Daha önce kimse bu kağıdı vermek için cesaret göstermemişti.”
“Bu benim işim.” Dedi adam en sıcak gülümsemesi ile. O gülümsemenin içinde merhamet vardı. Ona iki kağıt vermişti. Biri darp raporuydu, diğeri ise üç günlük istirahat raporuydu.
Belinde çatlak oluşmuştu. Kalçasında da morluklar vardı. Morlukların geçmesi uzun zaman alacaktı. Çatlak birkaç aya geçer demişti. Yine uzun bir süre yüzüstü yatacaktı.
Eve çıktıkları gibi sessizce girmişlerdi. Çalışanların laf yetiştirmeyeceklerinden emindiler. Sadece Ekrem Bey’in uyanabileceğini düşündüklerinden rahatça hareket edemiyorlardı.
Sarmaşık’ın odasına girdiler. Kendisini yatağa attı. Çok yorulmuştu. Fiziken de ruhen de yorulmuştu. Nina da yanına uzandı. Saçlarını okşadı güzel kızının. Manevi kızıydı o. Doğduğu andan itibaren yanındaydı. İlk adımı, ilk kelimesi, ilk düşüşü. Onunla ilk tanıştığında kırk yaşındaydı. Eşinden dolayı Türkiye’de yaşamaya başlamıştı. Erken yaşta hastalanan eşi, sevdiği kadını yalnız bırakmak zorunda kalmıştı.
Kendi çocukları yoktu. Tanrı böyle uygun görmüştü. Herkes ebeveyn olmak zorunda değildi. Onlar da kabullenmişti bunu. Çocuğu olmaması çocuklardan uzak olacak anlamına gelmiyordu. Eşi işteyken o evde yalnız kalıyordu. Bu yüzden çocuk bakmaya başlamıştı. Yatılı kalmıyordu evlerde. Çocukların anne babaları işlerine gidince bakmaya başlıyor, iş dönüşünde o da kendi evine gidiyordu.
Yaşadığı vefat sonrasında yatılı çocuk bakmak istedi. Akşamları boş eve dönmek onu yeteri kadar üzüyordu. Bir arkadaşı vasıtası ile Ekrem Beylerin evinde işe başlamıştı. Eşi hamileydi. Zor bir hamilelik geçiriyordu. Adam eşine yeterince ilgi göstermediği için kadının günlük yaşantısı daha da zorlaşıyordu.
Hem karısına hem de doğumdan sonra bebeğe bakacak birini bulmak mantıklıydı. Nina Hanım da yaşı ilerlemiş bir duldu. Türk değildi. Çocuğu iki dilli büyüyecekti. Bunların hepsi mantıklı gelmişti.
Karısının doğumu çok zor geçmişti. Nina olmasaydı belki daha da zorlu olacaktı. Kırk yıllık bir ebe gibi suyu gelen karısını rahatlatmıştı. Doğum tahmin edilenden erken başlamıştı. Korkuyordu kadın. Hayatında hiç böylesine bir acı yaşamamıştı ki. Üstüne bir de erken başlayan doğumdan dolayı bebeğine bir şey olacağından endişeliydi.
Kocası, ona sevgi göstermiyordu. İsteyerek evlenmemişti onunla, bunu yüzüne de söylemişti. Kadınsa zamanla kocasına aşık olmuştu. Kendisini görmezden gelse bile kocasının yanında olmaktan mutluydu.
Ta ki hamile kalana kadar. Elbette çok mutlu olmuştu. Sevdiği adamdan bir parçayı taşıyordu. Cinsiyeti öğrendiklerinde adamın değişen yüz ifadesinden çekinmişti. Kızlarını istemiyordu. Anlamıştı.
Farkında olmadan karısını derin bir depresyona sürüklemişti. Doğumdan sonra yaşadığı depresyon iyice artmış, çok sevdiği bebeğini reddetmişti. Kadın tamamen bir canavara dönüşmüştü. Gülen yüzü solmuştu. Bebek yüzünden hayatının mahvolduğunu düşünüyordu.
Bu anlara tanıklık eden Nina’nın elinden hiçbir şey gelmiyordu. Yapabileceği tek şey Sarmaşık’ı sevgi dolu yetiştirebilmekti. Ekrem Bey’den zaman kaldıkça böyle de yetiştirdi. Bir gün karşısına öyle biri çıkacaktı ki tüm duygularını ona korkusuzca gösterebilecekti. Tanrıya ettiği dualardan ilki kabul olmuştu. Sırada ikincisi vardı. Onun içinde az bir zaman kalmıştı.
~~
Sabah uyandığında arkadaşlarına mesaj atmıştı. “Dün üşüttüm sanırım. Kendimi iyi hissetmiyorum. Gelmeyeceğim.” Mesajda bunlar yazıyordu. Onlara yalan söylemek zorunda kalıyordu.
Daha önce gerçeği söylememişti. Öğrenmelerini istemiyordu. Ona acıyan gözlerle bakmalarına dayanamazdı. Önceden de bilmiyorlardı, şimdi de bilmelerine gerek yok diye düşündü.
Babası okula gitmemesi konusunda hiçbir şey söylemedi. Gidemeyeceğini biliyordu. Yakın zamanda partinin kuruluş yıldönümü balosu vardı. O zamana kadar iyileşmeliydi. Baloya kızı olmadan gitmek istemiyordu. Onun için başka planları vardı.
İstirahat raporunun son günüydü. Şansa bakın ki Cuma günüydü. Hafta sonunu da dinlenerek geçirebilecekti. Nenesi odasına girdi. “Arkadaşın geldi.” Dedi sırıtarak. Şaşırmıştı. Arkadaşlarını tanıyordu. Eylül ve Kaan, isimlerini biliyordu. Neden ismini söylemedi anlamadı.
“Kim gelmiş?”
“Tanımıyorum.” Bu sefer sırıtırken ağzı, gerçekten, kulaklarına varmıştı. Aşağı indi. Kapıda bekleyen Efe’yi gördü. Neden gelmişti? Hem de okul saatinde.
“Neden buradasın? Okula niye gitmedin?” dedi şaşkınlıkla.
“Sana ders notlarını getirdim. Toplantı varmış, okuldan erken çıktık.” Dedi. “İçeri davet etmeyecek misin?”
“Kusura bakma. Geç içeri.” Gergindi. Neden bilmiyordu ama gerilmişti. Salona geçen Efe duvarda asılı aile fotoğrafını gördü. Görülmeyecek gibi değildi. Kocaman ve duvarın ortasındaydı. Babası, üvey annesi, kardeşi ve Sarmaşık. Kızın üzerinde mavi bir elbise vardı. Gülümsemiyordu. Zorla fotoğrafta bulunduğu belliydi. Gerçi üvey annesi dışında kimse gülmüyordu.
Ardından sağdaki fotoğrafa baktı. Herkeste cübbe vardı. Sanırım babası, Ekrem Bey ve ailesi olmalı diye geçirdi içinden. Sarmaşık nereye baktığını görünce “Babam, dedem, amcalarım ve çocukları.”
“Hepsi mi hukuk mezunu?”
“Evet. Herkes hakim. Ne içersin?”
“Su.” Konuyu değiştirdiğini anlamıştı. Su almak için mutfağa giden Sarmaşık’ın arkasından baktı. Sendeleyerek yürüyordu. Geri geldiğinde “Ne oldu? Neden yürümekte zorlanıyorsun?” diye sordu. Endişelenmişti onun için. Canı çok mu yanıyordu da rahat yürüyemiyordu? Ne olmuş olabilirdi? Aklından bir sürü soru geçiyordu. Daha önce gördüğü morluklarla bir ilgisi var mıydı?
“Düştüm. O yüzden.” Dedi gözlerini kaçırarak. Neden gözlerini kaçırmıştı ki? Neden Efe’nin karşısında diğerlerine ördüğü duvarı yıkıyordu?
Suyu kızın elinden aldı ve içti. “Ben gideyim, sen de dinlen.” Dedi ve kapıya doğru ilerledi.
“Teşekkür ederim… Geldiğin için.”
“Rica ederim.” En güzel gülümsemesini sundu.
Kalbindeki ritim değişikliği Sarmaşık’ı rahatsız ediyordu. Hedefini gerçekleştirmeden ona kapılmak istemiyordu. Planında sapma olmamalıydı. Bu duruma daha fazla katlanamazdı. Odasına çıktı ve kalan günleri saydı. Az kalmıştı. Çok az…