Sonun Başlangıcı-5

Arda ile Sarmaşık arasında ne var?

Yakışıklı, uzun boylu çocuk haftalar sonra Amerika’dan eve dönmüştü. Çok özlemişti Sarmaşık’ı. İhtiyacı vardı ona. Ona ve onun düşüncelerine. Fikrileri arasında boğuluyordu. Bu yüzden gelmişti dönem ortasında. 

Sarmaşık’ın okul çıkışına gelmiş, onu bekliyordu. Acaba tepkisi ne olacaktı? Şaşıracaktı ama belli edecek miydi? Yakın mıydı Sarmaşık ile? Ona kalırsa evet idi bunun cevabı. Ama Sarmaşık asla yakın davranmıyordu ona. En azından Kaan ve Eylül kadar. 

“Beni gördüğüne sevinmedin mi?”

“Dönemin ortasında ne işin var burada?” Şaşırmıştı kız. Hatta belli de etmişti. Bunu fark eden Arda da şaşırmıştı. Yıllardır tanıdığı kız iki elin on parmağını geçmeyecek kadar ona gerçek duygularını belli etmişti. Şimdi bir farklıydı. Nasıl anlatabileceğini bilmiyordu ama farklıydı. 

Sarmaşık’a bakarken yanlarında tanımadığı bir çocuğu gördü. Kafası ile selam verdi. Daha önce okulda da görmemişti onu. 

“Sonbahar tatiline girdi okul. Bende gelmek istedim.”

“Anladım.”

“Hadi bin arabaya. Seni ben götüreceğim bugün.”

“Tamam. Görüşürüz.” Dedi arkadaşlarına. Sırayla gözlerine baktı hepsinin. En son da Efe’ye… 

Can çoktan okuldan çıkmıştı. Dersleri aynı saatte başlasa da aynı saatte bitmiyordu. Buna biraz da seviniyordu. Her dakika birlikte olmak istemiyordu onunla. 

“Gelmiş yine sümsük.” Dedi Kaan hiç hazzetmeyen bir sesle.

“Kim o?” Bu sefer ki meraklı ses Efe’ye aitti.

“Bizim üst dönemden ve okulun prensi denilebilir.” Dedi yerin kulağı olan Eylül.

“Prensmiş. Hıh! Kıçımın prensi.” dedi kıskançlık içeren ses tonu ile Kaan.

“Kıskanma, çalış senin de olsun.”

“Kimi kıskanıyormuşum, pardon? O, beni kıskanıyor esas. Dangalak herif.”

“Niye?” dedi Efe. Merak ediyordu. Sarmaşık’a bakışı farklıydı. Bunu herkes anlardı. En azından o anlamıştı.

“Bana ne dedi biliyor musun, bu hıyar? Neymiş, ben, bak ben, Sarmaşık’tan uzak duracakmışım?” dedi parmağı ile kendini gösteren Kaan. “Kıskanç köpek. Ben en başından anlamıştım zaten onun Sarmaşık’a bir şeyler hissettiğini de sustum ama sonra konuştum.”

“Öyle demedi bir kere. Lafı nasıl çarpıtıyorsun.”

“Ne dedi peki?”

“O gün Sarmaşık’ın bizimle gelemeyeceğini ve kendisi ile buluşacağını söyledi. Bunlar aynı şey mi Efe?”

Efe cevap vermemişti. Dalmıştı. Düşünüyordu. Aralarındaki ilişki ne olabilirdi? “Efendim?”

“Sana sordum aynı mı?”

“Afedersin, dalmışım. Değiller bence.”

“Bak gördün mü? Efe de bana katılıyor. Ayrıca çocuk gay. Sen abartıyorsun.”

“Ben inanmıyorum ona, tamam mı? Bence yalan söylüyor. Sırf Sarmaşık’a yaklaşmak için böyle söylüyor.”

“Neye inanırsan inan ya. Seninle uğraşamayacağım. Ben gidiyorum. Görüşürüz Efe.”

“Bekle! Beraber gidelim. Görüşürüz Efe.”

“Görüşürüz.” Dedi ve el salladı onlara. İçi rahatlamıştı. Bu belki hoş değildi, yani böyle hissetmesi ama elinden bir şey gelmiyordu. Az önce hissettikleri kıskançlık değildi. Meraktı.

Hoşlanıyordu Sarmaşık’tan, farkındaydı. Bunu kendine inkâr etmiyordu. Gerçi birisi de sorsa inkâr eder miydi? Sanmıyordu, etmezdi. 

Geçen gün gördüğü izler onu endişelendirmişti. Onu yakından tanımak istiyordu. Neden süt içmiyordu? Neden belinde geçmeye yüz tutmuş morluklar vardı? Neden sadece belli bir bölgedeydi? Kendisi mi yapmıştı bunları, yoksa bir başkası mı? Gerçekten hukuk okumak istiyor muydu? Derste her 20 dakikada bir neden camdan dışarı bakıyordu? Kardeşine neden yakın değildi? Bunları ve daha fazlasını merak ediyordu. Bu sefer ondan hoşlandığı için bir merak ediyordu. Endişeleniyordu bilhassa.

Kaan’ın kızlardan uzak geçirdiği bir hafta boyunca -çoğunlukla Sarmaşık olmak üzere- onları dinlemişti. Birçok şeye hâkim olmuştu. Eylül’ün nasıl influencerlığa başladığını biliyordu. Sarmaşık’ın Can’a karşı olan duygularını da. Ama nedeni yoktu. Böylesine hassas ve özel konuları konuşmak için çok yakın değillerdi. Bu soruların cevabını Kaan’da biliyor olabilirdi ama ona sormak istemiyordu. Bunları Sarmaşık’ın ağzından dinlemek istiyordu. 

Cevaplarını söylerken hangi mimikleri kullanacağını görmek istiyordu. Sonrasında ona kendi gördüklerini anlatmak istiyordu. Şaşırdıktan 2 saniye sonra dudağını nasıl yaladığını, bir soruyu çözmekte zorlandığında ayağını sallamaya başladığını, dolabındaki kitapları her gün alfabetik sıraya göre dizdiğini, arkadaşlarına verdiği değeri asla saklayamadığını, her sabah farklı bir kulaklık ile okula geldiğini, yemek yemeden önce ellerini sinek gibi ovuşturduğunu ve ondan sonra başladığını… Hepsini, tek tek ona anlatmak istiyordu.

Yarın için gerçekten heyecanlıydı. Onu yeni tanıyordu. Doğru. Ama böylesine kısa zamanda onu çözmeye başlamıştı. İnsanlara bir duvar örmüştü. İsteyerek veya değil. Bunu zamanla savunma mekanizması haline getirmişti. Geldiğinden beri hiç onun ilk adımı attığını görmemişti. Piknik mesajını görünce çok sevinmişti. Onunla zaman geçireceği için değil, gerçekten kendini ifade ettiği için mutlu olmuştu.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Eve gelen Arda ve Sarmaşık yol boyunca havadan sudan ve bu akşamdan konuşmuşlardı. Akşam Ardaların ailesi onlara yemeğe gelecekti. Bundan haberi yoktu. Onun için sorundu. Böyle zamanlarda çizelgesi aksıyordu ve babası gece çalışması koyuyordu ona. Üzücüdür ki uyuyakalmasın diye de başında bekliyordu. Sarmaşık bundan nefret ediyordu. Gecenin karanlığı yetmiyormuş gibi çalışma odasını da karanlık tutuyordu babası. Sadece masa lambası açık kalıyordu. 

Masanın sağında bulunan lamba babasının üniversiteye hazırlık dönemlerinde kalma antika bir şeydi. Yaydığı beyaz ışık o kadar aydınlıktı ki zaman ilerledikçe gözleri acıyordu. Babası bunun farkındaydı. Hiçbir şey yapmıyordu. Üstüne bir keresinde ceza olarak bunu vermişti. Kızının ne kadar acı çektiğini görse de sadece masa lambası ile ders çalışmanın ne kadar zararlı olabileceğini bilse de bu acıyı ona çektirmişti.

Sarmaşık ceza aldığı gün tam dört saat o rahatsız edici masada oturmuştu. Artık algılayamıyordu okuduğunu. Her hata yapışında babası süreyi artırıyordu. En sonunda yorgunluğa dayanamamıştı. Önce burnu kanamış, ardından da bayılmıştı. Sadece yorgun değildi. Üstünde hissettiği baskı bir filin yere uyguladığı basınçtan daha fazlaydı.

“Ben hazırlanıp aşağı inerim.”

“Keyfine bak. Ben, Can’ın yanına gidiyorum.”

“Tamam.”

Odasına çıkıp, hızlıca duş aldı. Çok şaşalı olmasa da ben buradayım diyen bir elbise seçti. Siyah renkli olan elbise, hakim beyin kızı için uygundu. Her şeye karışan babası şaşırtmayan bir şekilde kıyafetlerine de karışıyordu. Sadece yemeklerdeki kıyafetlerine. Geri kalan tüm dolap kendi zevkiydi. Sadece bir bölme, dolabın ortasındaki bölme, babasının ona verdiği kıyafetlerdi. Özel olarak seçilmiş, bazıları dikilmiş, olan elbiselerden oluşuyordu. Hepsinin ortak bir yanı vardı. Sırtı tamamen kapalıydı. 

Can’ın odasına gitti. İkisi oyun oynuyordu. Kardeşinin yüzündeki mutluluğu gördü. Kıskandı. Keşke şu an onun yerinde olabilsem diye geçirdi. Mutlu olduğu için onu suçlayamazdı. Mantıklı değildi ve farkındaydı. Ama o da yaşadıklarını hak edecek bir şey yapmamıştı. 

“Ablan da geldiğine göre birlikte aşağı inebiliriz.”

“Lütfen biraz daha oynayalım Arda Ağabey.” Dedi Can, Arda’nın kolunu çekiştirerek.

“Daha annen ve baban gelmedi Arda. Onlar gelene kadar oynayın.”

“Lütfen!”

“Tamam. Sarmaşık yemekten sonra seninle bir şey konuşabilir miyim?”

“Olur.” Dedi ve Can’ın yatağına oturdu. Onları izliyordu. Kendi çocukluğunu düşündü. Can’ın yaşındayken sadece okulda oyun oynayabiliyordu. Eve geldiğinde önce piyano dersi alıyor ardından da Fransızca hocası derse geliyordu. Her günü daha 8 yaşındayken doluydu. 

Kaydırakla ilk defa 6 yaşında tanışmıştı. Anaokulunun bahçesinde görüp, anlam verememişti. Teneffüste diğer çocukların o uzun kısımdan kaydıklarını görünce şaşırmıştı. Böyle bir şey nasıl zevk verebilirdi ki? Hiç kaymak istememişti. Sonra bir gün Kaan kolundan tutmuş zorla kaydırağa çıkarmıştı. Kaçamasın diye de önünde Eylül duruyordu. 

“Bak şimdi, benim gibi yapacaksın. Tamam mı?” demişti Eylül. Kırmızı kaydırağın başında bekledi. Bulunduğu noktadan memnun değildi. Çok yüksekti. Bayılacak gibi oldu küçük kız. Tam geri dönecekken Kaan onu oturttu. “Korkma.” Dedi güven veren bir sesle. 

Yanına oturdu Kaan. Elini sımsıkı tuttu. Gözlerini kapadı Sarmaşık ve sonra aşağı doğru kaydılar. Öylesine bir histi ki kaymak nasıl tepki vereceğini şaşırmıştı. Yüksekteyken korkmuştu ama aşağı gittikçe yüzüne vuran rüzgâr ile kendini tüy gibi hissetmişti. 

İlk defa arkadaş edinmişti. Yanında birisinin olmasının nasıl bir şey olduğunu anlamıştı. Ailesine karşı bile böyle hissedemeyen küçük kız yanında duran iki arkadaşına bağlanmıştı. 

“Hadi bir daha kayalım.” Dedi Sarmaşık büyük bir mutlulukla.

Bunları hatırladığında yüzünde bir gülümseme oluştu. Arkadaşlarını çok seviyordu. Onlar olmasaydı çok derin bir karanlığa girerdi. Onlar bu hayattaki tek ışıktı Sarmaşık için. Hayata tutunmak için bir sebepti o iki kişi. Kaan ve Eylül…


Kapıyı çalan evin çalışanı yemeğin hazır olduğunu ve Arda’nın ailesinin geldiğini haber verdi. Yemek salonuna inen üçlü masadaki yerlerini almıştı. Derin bir sohbet vardı. Sıcak değildi. İşten konuşuluyordu. Bir ara söz Sarmaşık’tan açıldı.

“Seneye sen de Harvard’a girdiğin zaman Arda sana yardım eder.” Dedi Arda’nın annesi.

“Elbette ederim. Kampüs çok güzel. Gerçi senin daha önce gittiğine eminim.”

“Evet. Ailecek gezme fırsatı bulmuştuk.” Dedi Ekrem Bey ve konuyu değiştirdi. 


Yemek masasından kalkıp koltuklara geçilmişti. Saat biraz geç olduğu için Can odasına uyumaya gitmişti. İki genç izin isteyerek bahçeye çıktı. Arda geldiğinden beri içindekileri Sarmaşık’a anlatmak istiyordu. Havuzun yanındaki oturma grubuna geçtiler. 

“Sarmaşık daha fazla dayanamayacağım. Ben aşık oldum.”

“Bu güzel bir şey değil mi? Neden bir sorunmuş gibi söyledin.”

“Sence annem ve babam aşık olduğum kişinin bir erkek olduğunu öğrenirse çok mu mutlu olurlar?”

“Önemli mi bu?”

“Nasıl yani?”

“Onların ne düşündüğü önemli mi? Onu gerçekten seviyorsan bence önemli değil. Ailen karlı mı çıkacak? Bırak, çıksınlar. Seni red mi edecekler? Bırak, etsinler. Sen onların tek çocuğusun. Sana kıyamazlar.” gerçek düşünceleri bunlardı. Kendisi için böyle bir durum söz konusu dahi olamazdı ama Arda için geçerliydi bunlar. Anne ve babası, Arda'yı kucaklarına alıncaya kadar çok acı çekmişlerdi. Yıllarca uğraşmışlardı. Sadece para harcamamışlar, zamanlarını da harcamışlardı. Ama çift sonunda, yıllar sonra oğullarına kavuşmuşlardı.

“Sanırım bir yerde haklısın. Ne düşündüklerini çok önemsememeliyim? Sence ne yapmalıyım?”

“Ne konuda?”

“Onlara nasıl söylemeliyim?”

“Ben, senin yerinde olsaydım mezun olana kadar söylemezdim. İşimi garantiye alırdım. Diplomamı aldıktan sonra söylerdim. “Fake it till you make it.”

“Ne olur ne olmaz diyorsun.”

“Evet.”

“Biliyor musun, gerçekten çok yardımcı oldun. Buraya gelinceye kadar içim içimi yedi. Ama şimdi huzurluyum. Teşekkür ederim.”

“Rica ederim.” Dedi Sarmaşık ve Ardalar gidene kadar yeni sevgilisini dinledi. Ona nasıl aşık olduğunu, onda en çok neyi çekici bulduğunu, sırf Arda için Türkçe öğrenmeye başlamasını. Hepsini dinledi ve bir şeyi fark etti. Sarmaşık aşık olmayı bir kenara bırakın, birisini arkadaşlık sevgisi dışında sevmemişti. Bir gün o da bu hislerini Eylül ile paylaşabilir miydi? Ona saatlerce aşık olduğu erkeği anlatabilecek miydi?


Odasına gittiğinde hâlâ bunları düşünüyordu. Geçmişte hiç kafasına bunları takmamıştı. O sadece Arda’yı değil, Eylül ve Kaan’ın sevgililerini de dinlemiş hatta görmüştü. Üç arkadaş daha önce aşık olmamışlardı. Kaan ve Eylül’ün sevgilileri olmuştu birkaç sefer ama onlara aşık olmadıkları çok belliydi. 

Birden evin içinde sesler yükselmeye başladı. Babası ve Defne kavga ediyorlardı. İçten içe sevindi Sarmaşık. Çünkü gece çalışması iptal olacaktı. Ne zaman kavga etseler babası geceyi dışarda geçirirdi. Bu da Sarmaşık için özgürlük demekti. Yine de emin olmak için çalışma masasına geçti ve kulaklık koleksiyonundan bir tane kulaklığı alıp taktı. Müzik dinleyerek biraz essay çalışabilirdi.

Tam odaklanmışken yanında bir karaltı fark etti. Korkarak arkasını dönünce Can’ı gördü.

“Deli misin? Böyle odaya girilir mi? Ödümü kopardın.”

“Özür dilerim. Abla, uyuyamadım. Burada kalabilir miyim?” kulaklığı çıkarınca hâlâ ettikleri kavganın sesini duydu. Üzülmüştü Can için. 

“Tamam. Geç yatağa.” Tekrar kulaklılarının yanına gitti ve bu seferkini kardeşi için seçip ona uzattı. “Bunları tak, uyumana yardımcı olur.” Dedi ve çalışma masasına geri döndü. Yatağının tam karşısındaydı çalışma masası. Uyumaya çalışan kardeşine sırtını dönük bir şekilde çalışıyordu. Bir süre sonra arkasını döndü ve kardeşine baktı. Uykuya dalmıştı bile. Tam o sırada sesler kesildi. Kulaklığını çıkarıp bekledi Sarmaşık. 5…4…3…2…1… ve dış kapının sert kapanma sesi yankılandı tüm evde. Artık herkes rahatlayabilirdi. 

Kulaklıklarını çıkarıp yerine koydu. Ardından yatağa geçti. Uzunca kardeşine baktı. Kendisinin aksine sarıya dönük saçları vardı. Okşadı onları. Sonra ona sarılarak gözlerini kapattı. İki kardeş de uzun bir aradan sonra en rahat uykularını uyuyacaklardı.