Sonun Başlangıcı-6
Sarmaşık ve Efe'nin arkadaşlıkları giderek iyileşiyor.
Sabah ilk uyanan Sarmaşık olmuştu. Hemen ardından da Can uyanmıştı. İki kardeş dün gece hakkında tek kelime bile etmediler. Can, ablasının ona sarılarak uyduğunu görmüştü. Saçlarını okşadığı zaman çok mutlu olmuştu. Ablasına hissettiklerinin karşılığını alamayacaktı belki ama artık onun da onu az da olsa sevdiğini biliyordu.
Kahvaltılarını yaptıktan sonra okula geldiler. Can’ı sınıfına yollayan Sarmaşık dolabına gitti. “Günaydın Sarmaşık. Yüzüne bir şey mi sürdün? Ne sürdün? Bana da söyle. Çok canlı duruyor.” diye sordu Eylül.
“Sadece güzel bir uyku çektim.” Diye yanıtladı arkadaşını buruk bir gülümseme ile.
Herkes derslerine gitmişti. Okulun koridorları bomboştu. Lise kısmından çıt çıtmıyordu. Çok uzak olmayan ilkokul binası öyle değildi. Gelecek kaygısı olmayan çocuklar güle oynaya birbirlerini kovalıyorlardı. Ne kadar üzücü ki birkaç sene sonra yanlarındaki binaya geçecekler ve sessizleşeceklerdi. Bunun farkında olmamaları onlar için en iyisiydi. Zamanları varken gülmeliydiler. Gelecekte gülmekten çok ağlayacaklardı.
Sabahki ilk iki dersi Efe ile ortaktı. Biyoloji laboratuvarında Efe’yi gördü. Dolapların orda görmemişti. “Günaydın.” Dedi gülen bir yüzle Efe.
“Günaydın.” Karşılık gelen cevap düzdü. Aldırış etmedi ama.
“Çıkıştaki plan bozulmadı değil mi?”
“Benim açımdan sıkıntı yok.”
“Güzel.” Bu cevaba yönelik garip bir bakış attı Sarmaşık. Güzel mi? Neydi güzel olan?
“Sen neden AP biyoloji dersi alıyorsun.” Efe gerçekten anlamamıştı. Hukuk okuyacak birinin AP biyoloji ile ne işi olabilirdi.
“Canım istediği için alıyorum.” Yine düz bir cevap gelmişti. Konuşmaya devam edecekken hoca geldi ve sustu Efe.
“Evet, şimdi eşleşin. Bugün deney yapacağız.” Sınıfta bir kargaşa oldu. Herkes Sarmaşık’a doğru geldi. Onunla eş olmak demek deneyden tam not almak demekti. Tam ağzını açmış karşısındakilere cevap verecekken dersin hocası “İstediğiniz kişi ile değil, listeye göre eşleşeceksiniz.” Demişti. Tüm sınıfta bir oflama yankılandı. Sırayla tahtada asılı olan kâğıda baktılar. Şansa bakın, Sarmaşık ve Efe eşleşmişlerdi.
“Masalarınızda yapraklar var. Sırayla mikroskoptan bakın ve verdiğim kağıtlara gördüklerinizi yazın.”
Efe, yaprağı Sarmaşık’a uzattı. Elinden aldı ve direkt baktı. Hücrelerin birbirlerine değmelerini birbirine destek olan arkadaşları anımsattı. Birisinin hata yapması diğerinin ona kızmak yerine üzülmemesi için yardım etmesi…
Hayvanlardan çok bitkileri seviyordu. Adından dolayı değildi. Bitkiler başkalarına ihtiyaç duymuyorlardı. Kendileri besinlerini üretiyordu. Hayvanlar hep bir dış etkene muhtaçtı. Bitkilerin ihtiyacı sadece su ve güneş. Başka bir şey değil. Bir gün bir bitki gibi ben de kendi ayaklarım üzerinde duracak ve kimseye muhtaç olmayacağım diye geçirdi içinden.
“Çok mu güzel?”
“Anlamadım.”
“Karşında bir baş yapıt varmış gibi hayran hayran bakıyorsun.” Efe’nin bu sözüne sırıttı. Bunu gören Efe, Sarmaşık’ın keyfinden keyiflendi. Onu mutlu edebilmek çok güzeldi.
Normalde grup çalışması olsa bile Sarmaşık kendi yapar ve öyle teslim ederdi. Ama bugün farklıydı. Efe ile yapmıştı. Gece uykusunu aldığından mıdır yoksa yanındaki insanın güzel enerjisi midir bilinmez Sarmaşık bugün çok mutluydu. Bunu dışa vurmaktan çekinmiyordu. Bu mutluluğunu kimse bozamazdı.
~~
Okul bitmiş insanlar evlere dağılırken mahşerin dört atlısı kapıda durmuş ne yapacaklarına karar veriyorlardı.
“Bence eve gidip üstümüzü değişelim. Ağacın orada buluşuruz.” Dedi Eylül hızlı hızlı. Zaman kaybetmek istemiyordu. Ekrem Bey’in sağı solu belli olmuyordu. Hemen Sarmaşık’ı çağırabilirdi. Bu da Eylül’ün en son istediği şeydi.
“Efe bilmiyor ağacın nerede olduğunu. Gerçi size yakın oturuyorlar Yeşil. Birlikte gelirsiniz olur mu?” demişti Kaan. Aklındaki plan ile onları birbirlerine yakınlaştıracaktı.
“Konum da atabiliriz.” Dedi Sarmaşık en realistik hali ile.
“Çocuk bir sürü şey getirecek. Yardım edersin ona. Olmaz mı?”
“Evet de Sarmaşık. Vakit nakittir. Hadi ağacın orda görüşürüz.” Dedi ve önlerinde duran arabaya bindi, gitti Eylül. Kimsenin ikinci bir söz söylemesine izin vermeyen Kaan da bisikletinin pedallarına asılarak hızla uzaklaştı yanlarından.
“Tamam.” Dedi Sarmaşık giden arkadaşlarının arkalarından bakarak. Ama bir sorun vardı. O, okul çıkışı direkt giderler diye düşündüğünden şoföre bugün gelmemesini söylemişti. Şimdi eve nasıl gideceğine dair bir fikri yoktu. O bunları düşünürken Efe’nin aracı geldi. Efe, Sarmaşık’a baktı ama ondan bir hareket görmeyince arabaya yöneldi. “Görüşürüz.” Dedi.
“Şey… Beni bugün almaya gelmeyecekler. Seninle gelmem bir sıkıntı oluşturur mu?” diye sordu. Çünkü aynı durumu Sarmaşık yaşasa sıkıntı oluşurdu. Babası arabaya binen erkek sinekten haberdar olmalıydı. Belki babasına benzeyen bir annesi olabilirdi.
“Elbette ki sıkıntı olmaz.” Dedi Efe en sıcak gülümsemesini yollayarak. Önce Sarmaşık’ın geçmesi için kapıyı açtı. Ona karşı çekingen davranmasına biraz üzülse de bu soruyu sormuş olması bile mucize dedi.
“Evini tarif edebilirsin değil mi?”
“Şaka mı yapıyorsun? Tabii ki de edebilirim.” Dedi ve güldü Sarmaşık. “Bisikletin var mı?”
“Var. Niye sordun?”
“Ağaca yürüyerek gidersek çok uzun sürer. Bisikletle gitmemiz bir nebze de olsa vakit kazandırır.”
“Bir nebze?”
“Gidince ne demek istediğimi anlayacaksın.”
“Bu arada sormayı unuttum ama alerjin olduğu bir şey var mı? Süt dışında.”
“Süte alerjim yok. Neden?”
“Annem…” dedi ve sırıtmaya başladı oğlan annesinin sözleri aklına gelince. “Benimle arkadaşlık ettiğiniz için size teşekkür niyetinde pasta, kek, kurabiye yapmış. Bu yüzden sordum.”
“Annen niye böyle bir şey yaptı ki?”
“Senin gözünde nasıl biriyim bilmiyorum ama yeni bir ortama girdiğimde hep gerilirim. Hatta küçükken arkadaş edinemez, tek başıma dururdum. Zaman geçtikçe annem bunu fark etti ve yanıma yemek koyarken sınıftakilerle de paylaşmam için kek koyardı. İnsanın kalbine giden yol midesidir der.” Bunları söylerken gülen yüzü durgunlaşmıştı.
Önce ne kadar şanslı diye geçir içinden Sarmaşık. Annesi onu umursuyordu. Oğlu 18 yaşında olmasına rağmen arkadaşları için çaba harcayan bir anneye sahipti. Sonra bir şey fark etti. Efe de zor zamanlar geçirmişti. Her şey gözüktüğü gibi değildi. Kitabı kapağına göre yargılamamak lazımdı.
“Süte alerjim yok. Sadece içmiyorum. Başka bir şeye de alerjim yok. Yenilebilen en azından.”
“Neden içmiyorsun?” dedi Efe. Sarmaşık’ın konuyu değiştirip, onunla konuşmaya çalışmasına mutu olmuştu. Ama içindeki meraka hakim olamayıp soru vermişti.
“Herkes senin kadar şanslı değil. Benim annem, ben 10 yaşında iken intihar etti. Yanında beni de öldürmeye çalıştı. Bana verdiği sütün içine zehir koymuş.” Sözlerini Efe’nin gözünün içine bakarak söyledi. Hayatında ilk defa birisine bunu anlatıyordu. En yakın arkadaşlarına bile bunu sözlü dile getirmemişti. Onun tepkisini merak ediyordu. Üzgün gözlerle mi bakacaktı yoksa acıyan mı? Beklediği olmamıştı. Efe düz bir şekilde “Anladım.” Dedi.
Anladım. Bu kadar mıydı? Sarmaşık buna anlam verememişti. Kafasını tekrar Efe’ye çevirdi ve “Anladın mı? Bu kadar mı? Başka bir şey demeyecek misin?” dedi.
“Hayır. Başka bir şey söylememi ister misin?”
“Hayır.” Konuşmalarını bu şekilde tamamlamışlardı.
Sarmaşık evinin önünde indi, inerken Efe’ye teşekkür etmeyi de unutmamıştı. “Ben hazırlanıp sizin eve gelirim. Bana konum atarsın, olur mu?”
“Olur, atarım. Görüşürüz.”
Eve girer girmez nenesine seslendi. “Nene, ben arkadaşlarımla dışardayım tamam mı? Bir şey olursa haber verirsin.”
“Tamam. Bana kalırsa dün akşam ki kavgadan dolayı bu akşam da gelmez baban.”
“Umarım. Ben giyinip, hemen çıkıyorum.” Odasına çıkan merdivenleri ikişer ikişer tırmandı. Odasının kapısını açtığı gibi solda bulunan kütüphanenin önüne çantasını attı. Hemen sağdaki dolabın kapağını açarak üzerine rahat bir şeyler giydi. Dolabın camlı kısmından küçük bir çanta aldı ve içine telefonunu koydu. O sırada telefonuna gelen mesajı gördü. Efe, evlerinin konumunu atmıştı.
Dış kapıya vardığı gibi ayakkabılarını giydi. Evin dışından dolaşıp garaja girdi. Duvara asılı bisikletini Defne’nin değerli arabasına çizmeden indirdi. Hangi evde oturduklarını anlamıştı. Yola koyuldu.
Bisiklet sürerken yüzüne vuran rüzgar ile derin bir nefes aldı. Özgürce uçan bir kuş gibiydi. Tek eksik kanatlarıydı. Üç dakika da Efe’nin evine gelmişti. Telefonunu çantadan çıkardı. Efe’yi aradı. Geldiğini haber verip telefonu kapattıklarında şarjının az kaldığını gördü. Şarjı hemen bitmesin diye uçak moduna aldı.
Bahçe kapısından bisikleti ile çıkan Efe’yi gördü. “Ne taraftan gidiyoruz?” diye sordu.
“Beni takip et.” Dedi sırıtarak Sarmaşık. Efe’nin sırtındaki çantada sözünü ettiği yiyecekler olmalı diye düşündü. “Hızlı sürmemeye çalışırım. Yemeklerin ziyan olmasını istemem.” İkisi de gülmüştü. Sarmaşık’ın güldüğünü gören Efe daha da gülmüştü.
Yaşadıkları site ormanın içine kuruluydu. Evlerden biraz uzaklaştıklarında esas ormana ulaşılabiliyordu. Bir süre ormanlığa doğru pedal çeviren ikili dağlık bir kısma gelince Sarmaşık’ın durması ile durdular. “Neden durduk?”
“Buradan sonrasını yürümemiz gerekecek.” Bir de yürüyecekler miydi? Daha ne kadar uzaklaşabiliriz dedikçe daha da ilerliyorlardı. Sarmaşık hiç yorulmuş gibi gözükmüyordu ama Efe biraz daha yürürse bayılacak gibiydi. “Daha ne kadar gideceğiz?” diye sordu yorgun yorgun.
“Az kaldı. Sen nasıl yüzücüsün? Kondisyonun sıfır.” Demişti Sarmaşık. Efe’nin dikkatini çeken ona laf atması değil, yüzücü olduğunu bilmesiydi. Evet, havuzda karşılaşmışlardı ama onu yüzerken görmemişti Sarmaşık. Ya da Efe, ona yüzücü olduğundan bahsetmemişti. Demek ki araştırmıştı kendisinin kim olduğunu. Bununla birlikte tüm enerjisi yerine gelmişti. Bu enerji ile 10 km daha yol giderim ben diye düşündü.
Dağa tırmanışlarının sonuna geldiklerinde durdular. “İşte geldik.” Dedi ve eli ile arkasını gösterdi Sarmaşık. Burası yemyeşil çimlerin arasında tek bir ağacın olduğu yerdi. Şimdi neden “Ağaç” diye bahsettiklerini anlamıştı Efe. Arkadaşları o ağacın altında bekliyordu onları. “Hadi gidelim.” Dedi Sarmaşık. Tam aşağı inerken ayağı takıldı ve yalpaladı. Bu sırada Efe hızlı refleksi ile Sarmaşık’ı kolundan tuttu ve düşmesine engel oldu. “Teşekkür ederim.” Dedi yüzünü ona dönmeden. Utanmıştı. Belki yüzü bile kızarmış olabilirdi. Efe’nin anlamaması için koşarak arkadaşlarının yanına gitti.
Ağacın altında bekleyen Eylül ve Kaan acıkmış olacak ki Eylül’ün getirdiği yemeklerden yiyorlardı. “Bize de mi bıraksanız acaba?” dedi Sarmaşık dalga geçer bir şekilde.
“Kaç saattir bekliyoruz sizi. Kan şekerimiz düştü. Yememiz lazım.” Ağzındakiler ile Sarmaşık’a laf yetiştiriyordu Kaan.
“Burası çok güzelmiş.” Dedi Efe sesindeki hayranlığı gizlemeden.
“Değil mi? Burayı yanlışlıkla keşfettik.” Dedi gülerek Eylül.
“Nasıl keşfettiniz?”
“Bu ikisi -parmağı ile Sarmaşık ve Kaan’ı göstererek- oyun oynarken hile yapıyordu. Ben de artık çok sinirlenmiştim, ağlayarak uzaklaştım bunlardan. Ama nereye yürüdüğümü de bilmiyordum. 8 bilemedin 9 yaşında falandık. Telefon da yok tabii. Buraya kadar yürümüşüm. O an nasıl düşündüysem bulduğum yapraklardan yol çizmiştim. Bu ikisi de beni bulmuştu.”
“Arada kafan çalışıyor.” Dedi Kaan araya girerek.
“Sus be! Tabii ikisinin gelmesi ile olay ilginçleşiyor. Onlar da nasıl geldiklerini bilmiyorlar. Hava da kararmaya başlamıştı. Tüm site ayaklanmış bizi aramışlardı. Gecenin karanlığında bizi bulmuşlardı.” Gözünün önünde canlandı yaşadıkları. Eylül ne kadar da sinir olmuştu o gün. Biliyordu, hep bilerek, onu kızdırmak için yapıyorlardı bunu. Daha fazla dayanamamıştı. Yolda yürürken bir yandan sümükleri akıyor bir yandan gözüne giren kâküllerini çekiyordu. Ağacın oraya geldiğinde çok korkmuştu. Kimsenin onu bulamayacağını bile düşünmüştü. Ne zaman ona doğru yaklaşan kısa boylu iki kişi görse içi rahatlamıştı. İnsan gördüğünden değil, dostlarının onu yalnız bırakmamasından bir rahatlama gelmişti.
Sarmaşık da hatırladı o geceyi. Annesi ve babasının ona ne kadar kızdığını anımsadı. Bilerek kaybolmamış olmalarına rağmen babası deli gibi bağırmıştı ona. Tam bitti dediği sırada annesinin sessiz yargısı başlamıştı. Annesi konuşsa daha iyiydi. Gözleri ile konuşan kadın Sarmaşık’ın en büyük korkusu haline gelmişti.
“Eee, Arda ne yapıyormuş?” Ağzındaki baklayı çıkarmıştı Kaan. Onu neden sevmediğini anlayamamıştı hâlâ.
“Akşam bize geldiler, konuştuk.”
“Ne konuştunuz?” sesi giderek sertleşiyordu.
“Aşık olmuş.” Dedi bir anda. Eylül’ün ağzı açık kalmıştı. Efe ise nefesini tutmuştu.
“Biliyordum işte. Gördün mü Eylül? Ne demiştim ben? Sen ne dedin ona?”
“Ne diyeceğim? Ne güzel dedim.” Gülerek söylemişti bunu kendini tutamayarak.
“Bak ne demiş… Ne? Ne mi güzel? Sarmaşık dalga geçmeyi bırak. Ne dedi?”
“Gerçekten aşık olmuş ama senin düşündüğün gibi bana değil. O, erkeklerden hoşlanıyor hâlâ inanmıyorsun. Sevgilisi varmış üniversitede. Ailesinden çekiniyor. Benden fikrimi aldı.”
“Kızım, sakın bir daha böyle şakalar yapma. Kalpten gidecektim.” Dedi Kaan ve yere uzandı.
Eli ile Eylül’ün çenesini kapatırken göz ucu ile Efe’ye baktı. Nefesini bıraktığını duymuştu. Onun yanlış anlamasını istememişti. Bu yüzden de uzatmadı şakasını.
“Yemeye devam edelim, keyfim yerine geldi.” Diyen Kaan herkese bir parça yiyecek vererek sohbeti farklı bir yöne çekti.
Güneşin batmaya başlaması ile evlere gitmek için toparlanmaya başladılar. Yolları uzundu. Anca eve varırlardı. Aklına telefonu gelen Sarmaşık, uçak modunu kapatarak gelen bildirimlere baktı. Nenesi 10 defa aramıştı. Kesin babası gelmişti eve. Korku ve endişe ile “Benim gitmem lazım.” Dedi ve koşmaya başladı.
Kafasında bir sürü senaryo kurarak eve hızlı bir şekilde gitmeye çalışıyordu. Eve vardığında bahçeden içeri girer girmez bisikletini yere attı ve kapıya koşmaya başladı. Zili çaldı. Kapıyı açan beklenildiği gibi babasıydı.