Sonun Başlangıcı - 11

Sona bir kala...

Hayatınızda hiç bugün ne olacak kaygısı gütmeden uyandınız mı hiç? Ya da ters bir şekilde sorulmalı bu soru. Hiç kaygı güderek uyandınız mı? Sarmaşık’ın her yeni bir güne uyanışı kaygı içerisindeydi. “Acaba bugün durduk yere babamın bana laf sokuşunu dinleyecek miyim?” “Bugün yine nefretini bana kusacak mı?” bunlar Sarmaşık, sabah uyandıktan sonra aklından geçen en basit düşüncelerdi. Elbette ki düne kadar. 

Hiçbir kaygı gütmeden uyanmıştı. Bugün başıma ne gelecek düşüncesi yoktu. Sadece kendisine odaklanmıştı. Bu hayatının en güzel günü olacaktı belli. Şarkı mırıldanarak aşağıya, kahvaltı için indi. Ne olursa olsun hayat devam ediyordu ve okula gitmesi gerekiyordu. Aşağıda Defne ve Can’ı gördü. Onlarla da konuşması gerekecekti. 

“Günaydın” dedi mutlu bir sesle. 

“Ne o, baban gittiği için mutlusun bakıyorum.” Defne sinirliydi. Akşam söylediği gerçekler canını sıkmıştı. Hayatı alt üst olmuştu. Şimdi ne yapacağını şaşırmış öyle oturuyordu. Ne kendisini ne de oğlunu düşünecek hali yoktu.

“Senin aksine çok mutluyum. Neticede yıllardır bana yapılan zulme göz yumuyordun. Senin için bir şey değişmemiş olmalı. Ah! Pardon değişti. Artık bu evde kalamazsın. Kendine bir yer bulsan iyi edersin.”

“Sen kimi, kimin evinden kovuyorsun?” Sinirlenmişti. Bekliyordu böyle bir tepkiyi. Esas sorun buna karşılık verecek bir cevabı olmamasıydı.

“Kendi evimden seni. Kovuyorum denemez. Sadece… Gitmen daha mantıklı.” Tam Sarmaşık’a bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki Defne, Sarmaşık onu susturup “Sakın, burası senin evin değil falan filan diye başlama. İkimizde burasının benim evim olduğunu biliyoruz. Sana 1 hafta süre veriyorum. Bir hafta sonunda çıkmazsan olacaklardan ben sorumlu değilim.” Kadın kendinden küçük olan bu kıza dayanamıyordu. Evet, küçüktü ondan ama yaş olarak. Kızın eline sahip olduğu güç kendisininki ile kıyaslanamazdı. 

Sarmaşık kahvaltısını etmeye başladığı sırada odasından çıkarken aldığı dosyayı Defne’ye uzattı. “Bu ne?” diye sordu haklı olarak Defne.

“Can, kahvaltını bitirdiysen çantanı al hadi.” Dedi Sarmaşık ve Can’ın masadan uzaklaşması ile “Can’ın velayeti için gerekli belgeler.” Dedi.

Defne şaşkınlıkla Sarmaşık’a baka kaldı. Ne saçmalıyordu bu kız? Kendi oğlunun velayetini ona mı verecekti? “Böyle bir şey olmayacak.”

“Olacak. Onun kötü bir hayat sürmeye hakkı yok. Senin yanında çürümesini istemiyorum. Onun bir suçu yok. Bana velayeti vermezsen ne yapacaksın ki? Çalışmaya mı başlayacaksın? Nerede? Ya da ben sana söyleyeyim. Gidecek yeni zengin birini bulacaksın. Hiçbir zaman umursamadığın oğlunu yine ikinci plana atacaksın. En sonunda da genç sevgilinle zengin kocasının parasını yiyeceksiniz. Değil mi? Babama yaptığın gibi.” Sarmaşık’ın geçmişte yaşananları sineye çekmek gibi bir fikri yoktu. Kardeşine iğrenç bir hayat yaşatmak istemiyordu. Ona bakabilirdi. Babasından aldığı para vardı. Annesinden kalanlar da. Bunlar ile hayatlarını rahatlıkla geçirebilirdi. Annesinin ailesi, o küçükken ölmüşlerdi. Onların mirası annesine. Annesinin mirası Sarmaşık’a. Bunlar olmasa bile, çalışabilirdi. Kimseye muhtaç değillerdi. Ne o ne de Can.

“Sana seçenek sunmuyorum. Ben evden çıkmadan imzala şu kağıtları.” Masadan kalktı ve Can’ı beklemeye başladı. Aşağı inen Can ile tam çıkacakken Defne, kağıtları eline tutuşturmuştu. Gülümsedi Sarmaşık. Artık pürüzsüz bir hayata adım atıyordu.

 

Tüm gazetelerde babası hakkında haberler vardı. Bu durum hoşuna gitmiyordu. Kendisini bağlayan bir durum değildi. Can için de aynı şey geçerliydi. Tabi bir fark ile. Haberlerde onun öz babası olup olmaması ile ilgili bir şeyden söz edilmiyordu ama Can’ın yaş grubundaki çocuklar birbirlerine sataşmayı çok severlerdi. Ona bulaşanlar olacaktı bugün.

Arabadan indiklerinde Sarmaşık, Can’ı durdurdu. “Sakın ama sakın diğer insanların ne söylediklerini umursama. Evet, aynı kanı taşımıyor olabiliriz ama ben, senin ablanım. O, adamın oğlu olmadığın için de çok mutluyum. Benim yaşadığım hiçbir şeyi yaşamadığın için çok mutluyum. Sınıftakiler ne derlerse desinler, onları dinleme. Tamam mı?” içinden bir sürü söz söylemek istiyordu. En başta da özür dilemek.

Geç oldu ama senin ablan oldum. Sana sevgimi gösteremediğim için özür dilerim. Seninle oynamadığım için özür dilerim. Yalnız hissettiğin için özür dilerim. 

“Abla, beni bırakmayacaksın değil mi?” bu soru onun için çok önemliydi. Şimdiye kadar ablası onu umursamamış olabilirdi ama o ablasını seviyordu. Annesi, onunla ilgilenöezken ablası yanındaydı. Can, bunları asla unutmuyordu. Kan bağı olmaması küçük çocuk için bir şey ifade etmiyordu. O, sadece ve sadece ablası ile, birlikte olmak istiyordu. 

Dizlerinin üzerine çöktü ve kardeşinin yüzüne baktı. Gözleri dolmuştu küçük çocuğun. Dokunsa ağlayacaktı. Ne hissettiğini anlamıştı. Can, yalnız kalmaktan korkuyordu. Bilmediği bir yerde, bilmediği insanlar tarafından çevrilmekten korkuyordu. “Seni asla yalnız bırakmayacağım. Söz veriyorum. Niye biliyor musun?” hayır anlamında kafasını sağa sola salladı. “Çünkü ben, seni çok seviyorum.” İlk defa kardeşine onu sevdiğini söylemişti. 

Ablasından bu sözleri duymak paha biçilemezdi. Daha önce bunları duymadığı için gözyaşlarına hakim olamadı ve ağlamaya başladı. Ardından ablasının boynuna sarıldı. “Ben de seni seviyorum abla. Hem de çok.” Dedi hıçkırarak. Herkesin bir kahramanı olur küçükken. Can için bu kişi ablası. Diğerlerinin Hulk’ı olabilir. Can’ın da Sarmaşık’ı var.

“Hadi git artık sınıfına.” Kardeşini boynundan uzaklaştırarak bunları söyledi. Artık gerçekten gitmesi gerekiyordu. Sümüklerini koluna silen Can, bir öpücük kondurarak sınıfına doğru ilerledi.

Sarmaşık koridorda yürürken insanların bakışlarına maruz kalıyordu. Dik dik bakmalarının üstüne bir de aralarında fısıldaşıyorlardı. Dayanamayarak “Bir şey söylemek istiyorsanız durmayın, söyleyin.” Dedi. Kendi dolabının oraya geldiğinde ise Efe, Kaan ve Eylül dolabın önünü kapatmış beklediklerini gördü. “Neden orada bekliyorsunuz?” diye sordu. Bir şeyi gizledikleri belliydi. “Direkt sınıfına mı gitsen bu seferlik?” diyen Kaan’dı. 

“Ne diyorsun? Çekilsenize.” Arkadaşlarının kollarından çekiştirmeye başladı. Tek amacı ne sakladıklarını görmekti. En sonun amacına ulaşınca gördükleri onu şaşırtmamıştı. Dolabın üzerine boya ile GİT! Yazıyordu. Neydi bu şimdi? Onlar git deyince gidecek miydi? Bu muydu? Bundan korkmalı, çekinmeli ya da utanmalı mıydı? Ne geçiyordu bu insanların aklından? 

“Bunun için mi burada bekliyorsunuz? Bunun.” Diyerek eli ile dolabını gösterdi. “Arkadaşlar sizin, bana “nasılsın Sarmaşık?” ya da “nasıl oldu bu olay da baban tutuklandı?” gibi sorular sormanız gerekiyor. Böyle çocukça bir şeyi saklamanız değil.”

“Ben soracaktım ama Kaan sus dedi.” Eylül meraklı bakışlarını Sarmaşık’a çevirmişti.

“Şu işi bir müdür ile konuşayım, gelip anlatacağım tüm olanları.” Eşyalarını dolabına koymak için kapağı açtığında bir sürü kağıt döküldü. Bunlarda da benzer şeyler yazıyordu. İstenmiyorsunlardan tut, babasının kızına kadar bir sürü ithamlar vardı. 

“Ben müdürün yanına gidiyorum. Teneffüste görüşürüz.” Dedi ve yoluna gitti. Bu saatten sonra kimseye boyun eğemezdi. En büyük düşmanını alt etmişti. Bunlar sadece çocuk oyuncağıydı.

Müdürün odasına girdi ve durumu anlattı. “Sarmaşık biliyorsun, yaşanan durum okul için de itibar kaybı oluşturdu. Bunu büyütmesen olmaz mı?” demişti şişko ve kel müdür. Tabi ya itibar. Çok önemliydi onlar için. Bu okul itibar ile dönüyordu. 

“Bence beni zorlamayın. Kimlerin okula bağış adı altından para kaçırdığını biliyorum. İtibarınız zedelenmesin sonra?” diyerek odadan çıktı. Aslında sadece blöf yapıyordu. Kimlerin olduğunu bilmiyordu ama böyle bir gerçek vardı. Bir sürü kişi okula bağış yapıyormuş gibi paraları yolluyordu ama asla okula bağış gibi bir amaçları yoktu.

Arkadaşlarının yanına geldiğinde tüm yaşananları anlattı. Kimi zaman üzüldüler kimi zaman sinirlediler ama sonuç olarak o adamdan kurtulduğu için Sarmaşık adına çok mutlu oldular. 

Derslerine sırasıyla giriyordu. Az kalmıştı okulun bitmesine. Birkaç haftaya son sınavlarına gireceklerdi. Ardından mezun olacaklardı ve Sarmaşık, Can’ı yanına alarak nenesi ile Amerika’ya gideceklerdi. Orada tamamen yeni bir hayata başlayacaklardı. Sıfırdan…

Tam sıradaki derse girecekken yanına bir öğretmen geldi ve “Sarmaşık, Can’ın yanına gitsen iyi olacak. Birileri ile kavga ediyor.” Dedi. İşte beklediği olmuştu. Koşarak kardeşinin olduğu binaya gitti. Öğretmenler odasına girdi. Can ve yanında bir çocuk daha sınıf öğretmenlerinin karşısında bekliyorlardı. “Ne oldu?” diye sordu telaşla.

 Can’ın yüzüne baktı. Hiçbir hasar yoktu. Aynı şeyi diğer çocuk için söyleyemezdi. Tekvando bilen Can, hareketlerini sıradan bir insan üzerinde kullanmıştı. Bu yasaktı. “Can!” dedi Sarmaşık. Bu nidada niye yaptın, nasıl tekvando hareketlerini kullanırsın ve sana ne demiştim ben geçiyordu. 

Buna karşılık olarak “O, senin hakkında kötü şeyler söyledi.” Dedi. Kardeşi küçücük boyu ile onu korumaya çalışmıştı. Hayatta belki çok güzel şeyler yaşamamıştı Sarmaşık ama, Can, onun başına gelen en güzel şeydi. 

“Ne olursa olsun bir daha kavga etme. Sana zarar gelmesini istemiyorum.” diyerek olayı Can ile kendi arasında kapatmıştı. Sırada diğer öğrenci ile konuşması vardı. Küçük çocuğa dönerek “İnsanların neler yaşadığını bilmeden sözler söyleyemezsin. Karşındakinin neler hissedeceğini bilmeden hareket etmek sadece sana zarar verir. Anladın mı? Şimdi özür dile.” Dedi. 

Küçük çocuğun bu cümlelerden neler anladığı tartışılsa da özür dilemişti. Kardeşine sarılarak kendi binasına hızlı adımlarla ilerledi. Dersi çoktan başlamıştı…

Son derslerine girmeden önce teneffüste Eylül’ü gören Sarmaşık “Akşam çalışma grubu olarak toplanalım mı?” diye sordu. 

“Çok iyi olur. Ne zamandır toplanmamıştık.”

“Çalışacağız Eylül, dedikodu yapmayacağız.”

“Tamam canım. Ara verdiğimizde yaparız.” İki arkadaş gülerek gittiler. İkisi de çok mutluydu artık. Sarmaşık yeni hayatından, Eylül ise arkadaşını mutlu görmekten mutluydu. 

Birbirlerini güldürmek bu kadar basit iken somurtmanın bir anlamı yoktu. Eylül dayanamayarak içinden geçenleri söyledi. “Kaan bana bir şey söyledi.”

“Siz, Kaan ile 7/24 beni mi çekiştiriyorsunuz?”

“Off! Saçmalama. Ağzında bir şeyler geveliyordu ben de sorunca döküldü.”

“Ne sordun?”

“Sen ve Efe”

“Ee?”

“Ne ee’si? Aranızda ne var?”

“Sanırım sevgiliyiz.” Çığlık atmıştı Eylül. Böyle bir şey beklemiyordu. Flört ediyoruz bir cevabı bekliyordu. Sevgililik? Bu çok hızlıydı.

“Bir dakika, sanırım derken? Ne demek sanırım?”

“Ben, onu öptüm. O da karşılık verdi. Sonrasında konuşmadık. Konuşamadık daha doğrusu.”

“Bir de sen öptün, öyle mi? İnanamıyorum. Rahibe Teresa’ya bak sen. O zaman bugün kesin konuşun. Şu işin bir adını koyalım.” Diyerek dalga geçti arkadaşıyla. Onun adına çok mutluydu. Bunları hak ediyordu. En çok o hak ediyordu.

“Dalga geçme. Bugün konuşacağım zaten.”

“Ee, başka?” onlar sınıflarına doğru dedikodu yapa yapa giderken Kaan ve Efe başka şeyler konuşuyorlardı. 

“Sorumluluk almayı bileceksin birader. Yok öyle kaçmak.” Dedi Kaan ağzını gevşeterek.

“Kim kaçıyor?”

“Sen tabii. Baksan sevgili değilmişsiniz.”

“Kim dedi bunu?”

“Ben dedim. Kız seni öptü, sen hazıra kondun. Üstüne bir de sevgili olduğunuzu resmileştirmedin.”

“İlla bir şey demem mi gerek?” diye sordu Efe şaşkınlıkla. Öpüşünce sevgili olduklarını sanmıştı çünkü.

“Kardeşim kaçıncı yüzyılda yaşıyorsun? Elbette ki ona bunu sorman lazım. Dingil misin?”

“Hayır, sadece tecrübesizim.”

“Ne?” bu sefer şaşıran taraf Kaan’dı. “Yoksa bu, senin ilk öpüşmen miydi?”

“Evet.”

“Kankaaa… Nasıl bir kızın ilk seni öpmesine izin verirsin? Bu adımı senin atman gerekiyordu.” Hayal kırıklığı içinde Efe’ye bakıyordu.

“Ne alakası var? Bir kadın öpüşmeyi başlatamaz mı? Bal gibi de başlatır. Sarmaşık başlattı işte. Çok da güzeldi.” Dedi son cümlesini sırıtarak.

“Yavaş ol. O kadar uzun boylu değil.” Hemen korumacı moda geçiş yaptı Kaan. Arkadaşlardı ama detay bilmesine gerek yoktu.

“Hem soruyorsun hem susturuyorsun. Gidiyorum ben.” Diyerek Kaan’ın yanından ayrıldı Efe.

“Bekle beni.” Diye arkasından bağırsa da nafileydi Kaan için. 

Okuldan dönülmüş hatta akşam yemeği yemişlerdi bile. Arkadaşları ile sitenin ortak binasında bulunan kütüphane kısmına gitmek için hazırlanırken odanın dışından sesler geldiğini duydu ve dışarı çıktı. Defne bavullarını odasından çıkartıyordu. 

“Bu kadar erken gideceğini düşünmemiştim.” Dedi Sarmaşık.

“Burada kalmamı gerektirecek bir sebep kalmadı artık.” Bu cevaba üzülmüştü Sarmaşık. Can vardı. Can, kalmak için bir sebep olmalıydı. İki kardeş de iyi annelere sahip olmamıştı ama bu demek değildi ki birbirlerine anne olamayacaklardı. 

Can’ın odasına girdi Defne. Oğluna baktı. Oyun oynuyordu. Düşündü uzunca. Kendisine mi benziyordu yoksa biyolojik babasına mı? Bir önemi var mıydı? Hayır. Bu zamana kadar iyi bir hayat sürebilmek için oğlunu kullanmıştı. Bu durum onu biraz rahatsız ediyordu. Fazla değil. Hayatta kalmayı bilmiyordu. Bunun için oğlunu feda etmesi gerekiyorsa da gözü kapalı edebilirdi. Zaten öyle yapmıştı. 

“Can, annecim, gidiyorum ben. Hoşça kal de bana.” Bu sözlerde hüzün vardı. Şaşırtıcı bir şekilde üzülüyordu Defne. Oğlunu arkasında bırakacak olmak ilk defa üzmüştü onu. 

Can, anlamamıştı neler olduğunu. Annesinin arkasında duran ablasına baktı. Ondan destek bekliyordu. “Nereye anne?” diye sordu masumca.

“Bundan sonra Sarmaşık ile yaşayacaksın. Ama ben, seni arada görmeye geleceğim. Tamam mı?” Can sadece kafa sallamak ile yetindi. Araya Sarmaşık girerek “Okul bitince Amerika’ya taşınacağız bilgin olsun. Bundan sonra Türkiye’ye dönmek gibi bir planım yok. Ben, üniversiteye başladığım zaman Can da orada okula başlayacak.” Dedi.

Hem Can’ın hem de Defne’nin bundan ilk defa haberi oluyordu. Defne kafasını salladı. Oğlunu görmesi daha da zorlaşacaktı. Can ise ne demesi ya da ne hissetmesi gerektiğini bilemedi. Karışık duygular içerisindeydi. Ablası ile gideceği ve yaşayacağı için mutluydu ama ona çok bir yararı dokunmayan annesini bir daha göremeyecek olmaktan dolayı üzülüyordu. O daha çok küçüktü. Ne olursa olsun annesini arayacaktı. İyi bir anne olmasa bile…

Defne son kez oğluna sarıldı ve evden ayrıldı. Onun için de yeni bir hayat başlıyordu. Can ise annesinin gidişini izliyordu. Sarmaşık kardeşine döndü ve “Korkma. Ben, senin yanındayım.” Diyerek sarıldı. Ağlamaya başlamıştı. Bugün ne kadar da çok ağlamıştı. Bunlar biriktirdiği göz yaşlarıydı. İçinde onca zaman tuttuğu sıkıntılar birer birer gözlerinden akıyordu. Bunu bilen Sarmaşık sıkıca sarıldı ve dakikalarca kardeşinin sırtını sıvazladı.

En sonunda uykuya dalan Can’ın yanından ayrılarak ortak binaya gitti. Arkadaşları çoktan buluşmuşlardı bile. En sona kalmıştı Sarmaşık. “Özür dilerim geç kaldığım için.”

“Neredeydin?” diyen Efe’di. Hiç konuşma fırsatları olmamıştı bugün. İlk defa konuşuyorlardı. 

“Can’ın yanında kalmam gerekti. Uyuyunca gelebildim.” 

“Hadi başlayalım o zaman.” Önerisini sunan Eylül’dü. Kimse ondan böylesine bir cümle beklemediği için şaşırmışlardı.

“Bakmayın öyle. Sınavlardan kalmak istemiyorum.” Diye kendini savundu. Herkes kendi çalışmak istediğini çalışıyordu. Kocaman masaya dört kişi yayılmışlardı. Saat gece yarısına doğru ilerlerken Sarmaşık, kafasını kitaptan kaldırdı ve karşısında duran Eylül ile Kaan’ın uyuduğunu gördü. Sonra solunda duran Efe’ye baktı. 

Efe, kendi kendine ders çalışırken hissettiği bakışlardan dolayı kafasını kaldırdı ve gözlerin sahibine baktı. Sarmaşık gözlerini kaçırmayı başarmıştı ama Efe buna müsaade etmemek için Sarmaşık’ın oturduğu sandalyeyi hızla kendine doğru çevirdi. Bu beklenmedik hareket ile Sarmaşık dengesini kaybedecek gibi olduğundan ellerini Efe’nin omuzlarına koydu. 

Aralarında sadece santimetreler vardı. Birbirlerinin nefeslerini hissedebiliyorlardı. Ne Efe ne de Sarmaşık bulundukları yerde hareket etmiyorlardı. Sanki zaman durmuştu. Heykelden bir farkları yoktu. Bir ara, ne zaman olduğu bilinmez, Sarmaşık nefesini tuttu. Bunun üzerine Efe “Nefes al.” Dedi. Karşıdan gelen komut ile farkına varmıştı nefesini tuttuğunu. Nefes almaya başlaması ile Efe’den uzaklaşması bir olmuştu.

Kendisinden uzaklaşan kızdan gözlerini alamıyordu. Ona söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki tahmin bile edemezdi. “Artık eve gidelim istersen. Burada uyumaları iyi değil.” Dedi Efe.

“Bence de.” Tek kelime edebilmişti. Yanakları domates gibi kızarmıştı. Hasta olunca ateşi çıkanların yanakları al al olurdu ya, işte Sarmaşık’ın da yanakları öyleydi. Aşk hastalığına yakalanmıştı ve bundan pek bir memnundu.

Arkadaşlarını uyandırmıştı ikili. Onların uyandıklarından emin olduktan sonra binadan çıkış yapmışlar, evlere dağılmışlardı. Kaan ve Eylül aynı yöne giderken, Efe ile Sarmaşık aynı yöne gidiyorlardı. 

Efe, bugün Kaan ile konuştukları gibi Sarmaşık ile arasında geçenleri resmileştirmek istiyordu. Bu konuyu nasıl dile getireceğinden emin değildi. 

“Sarmaşık…” “Efe…” ikisi de aynı anda birbirlerinin isimlerini söylemişlerdi.    

“Önce sen söyle.” Dedi Efe.

“Tamam. Sen… Hiç bahsetmedin. Arada kaynadı. Harvard’dan kabul aldın mı?”

Soruyu duyunca biraz hayal kırıklığı yaşasa da hemen kendini toparlayıp cevap verdi. “Aldım.” Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

“Bu harika. İstediğine ulaşabilmen mükemmel.”

“Bence, seninle Harvard’a gidebilmek mükemmel.” Dedi Efe. Bu cümleyi duyan Sarmaşık yürümeyi bıraktı ve olduğu yerde durdu.

“Benimle mi?”

“Evet. Sarmaşık bundan sonra senden ayrılmak istemiyorum. Duygularımı yeterince dile getirdim mi bilemiyorum ama… Ben, seni seviyorum. Senden ayrılmak istemiyorum. Hem de hiç (gergin bir gülüşle). İster arkadaş de ister sevgili, ki bunu tercih ederim, seninle bir sürü ana şahitlik etmek istiyorum. Tabi sen de istersen?”

“Benim daha önce hiç sevgilim olmadı. Daha önce birine karşı bir duygu beslemedim ama… Sen ne zaman hayatıma girdin, işte o zaman bir şeylerin değişeceğini fark ettim. Bu zamana kadar hayatımda birine yer yoktu. Şimdi ise var. Ben… Senin kadar rahatlıkla söyleyemeyebilirim belki o cümleyi. Kardeşime bile söylemem sekiz yılımı aldı. Ama korkma o kadar sürmez.” Dedi gülerek ve devam etti. “Seninle sevgili olmak ve gittiği yere kadar birlikte olmak elbette çok isterim.” 

Derin bir oh çekti Efe. “Bir an için kabul etmeyeceksin sandım.” Dedi.

“Saçmalama. Hadi geç oldu gidelim artık.” Yürümeye devam ettiler.

Sarmaşık’ın evinin önüne geldiklerinde “Beni bıraktığın için teşekkürler.”

“Sorun değil.” İki genç ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Sarılmalı mı öpmeli mi yoksa bir şey yapmasak mı arasında gidip gelirken Sarmaşık yine ilk adımı atarak Efe’ye sıkıca sarıldı. Kulağına “İyi geceler, sevgilim.” Dedi ve Efe’den ayrılarak arkasını döndü. 

Efe hızlı davranarak Sarmaşık’ın arkasından sarıldı ve o da kulağına fısıldayarak “İyi geceler, sevgilim.” Dedi. Bir de yanağına masum bir öpücük kondurdu. Çok mutlulardı. En güzel yıllarında en güzel duyguları yaşıyorlardı. Kimse bilmeyecekti belki ama ikisi de bu duyguları hak ediyorlardı.