Sonun Başlangıcı - 12- Son

Sarmaşık'ın hikayesine ortak olduğunuz için teşekkürler.

Kimsenin hayatı dışardan gözüktüğü kadar yüzeysel değildir. En yakınım dediğiniz insan ile bambaşka hayatlar yaşarsınız aslında. Sokakta gördüğünüz her insanın çok farklı yaşamları vardır. Kimisi akşama ne yemek yapacağını düşünürken kimisi de hangi restorana gideceğini düşünür. Ama bilemezsiniz ki hangisinin mutlu hangisinin üzgün olduğunu. Evde yemek yiyecek olan dışarda yemek ister, dışarda yiyecek olan ise evde. 

Kimsenin hayatı bir başkasınınkine benzemez. Sarmaşık’ın, Efe’nin, Eylül’ün, Kaan’ın da hayatları tamamen farklıydı. Dışardan bakıldığında zengin, her şeye sahip gözükseler de özellikle Sarmaşık, birçok insanın sahip olduğu şeylere sahip değildi. 

En başta sevgiye sahip değildi. Sonra huzura, sıcak bir ev ortamına, onu kollayan bir aileye… Bunların hiçbiri hayatında yer almamıştı. Ta ki dostları ile hayatını paylaşana kadar.

Zaman her şeyin ilacı mı gerçekten? İlaç olup olmadığı tartışılır belki ama zamanla elde edemeyeceğiniz şey olmadığı kesin. Yaşadığınız en kötü anları zamanla aşabilirsiniz. Bu demek değil ki bırakın gitsin, ne olduysa olsun. Zamanı lehinize kullanın. Aynı Sarmaşık’ın yaptığı gibi. 

Dört arkadaşın zamanları su gibi akıp geçiyordu. Artık mezun oluyorlardı. Kendi hayatlarına yeni birer sayfa ekleyeceklerdi. Tanıştıklarından bu yana hiç ayrılmamış olan esas üçlü – ve de güçlü- maalesef ki birbirlerinden ayrılacaklardı. Sarmaşık hayalini gerçekleştirmek için Boston’a gidecekken, Kaan Los Angles’a gidecekti. Hiç beklenmeyen ise Eylül’ün, Paris’e gidecek olmasıydı. Belki Sarmaşık ve Kaan yine ayda bir de olsa görüşebilirlerdi ama Eylül’ün böyle bir şansı olmayacaktı. 

En yakın arkadaşlarından tabii ki de ayrılmak istemiyordu ama onlar için hayallerinde de vazgeçemezdi. Zaten onlar da buna izin vermezlerdi.

Her liselinin beklediği gün gelmişti. Mezuniyet günü… Bugün sıraya girecekler ve diplomalarını alıp, keplerini atacaklardı. Okul birincisi olan Sarmaşık, konuşma yapacaktı. Kimseye yazdıklarını okutmamıştı. Kaan sürekli “Neden önceden okumama izin vermiyorsun?” diye sorup duruyordu. Verilen cevap hep aynıydı; “Büyüsü kaçar.”

Sarmaşık hazırlanmak için Eylüllerin evine gitti. “Eylül bu kadar süslenmene gerek var mı?” dedi Sarmaşık. Kendisi 15 dakikada hazır iken Eylül’ün uzun saatler süren hazırlığı yüzünden geç kalacaklardı.

“Süslenmiyorum, sadece yavaş hareket ediyorum.” 

“Biraz daha yavaş hareket edersen gelecekte lise mezuniyetine dayalı bakabilecek bir fotoğrafın olmayacak. Hızlan artık.”

“Tamam. Bitti.”

Hazırlıklar biter bitmez evden çıktı ikili. Okula geldikleri anda ağızları açık kaldı. Daha önce okulu hiç böylesine ışıklı ve görkemli görmemişlerdi. Tüm okul süslü aydınlatmalarla donatılmıştı. 

“Çok güzel gözüküyor değil mi? Aynı senin gibi. Işıl ışıl parlıyorsun.” Ne zaman Sarmaşık’ın yanına gelmişti bilinmez ama bu cümlenin sahibi Efe’den başkası olamazdı.

“Teşekkür ederim. Sen de harika görünüyorsun.” Dedi utanarak.

“Bana da iltifat etseniz hayır demem yani.” Diye kıskançlığını belli etti Eylül.

“Belki de öyle olmadığın için kimse sana iltifat etmiyordur güzelim.” Dedi Kaan, sadece arkadaşını sinir etmek istiyordu.

“Kendinle çelişiyorsun Kaan. Hem iltifat hak etmediğimi söylüyorsun hem de güzelim diye hitap ediyorsun. Sence bu ne kadar mantıklı?” dedi Eylü sinirlerine hakim olamayarak. “Ben gidiyorum.” Diyerek yanlarından ayrılmayı da ihmal etmedi.

Oysa ki Kaan sadece birazcık sinir etmek istemişti. Onu çok özleyecekti. Kırılmasına asla izin vermezdi. Hele de kendisi kırmak hiç istemezdi. “Dur! Bekle, Eylül!” diye bağırdı arkasından. Sonra da koşarak yanına vardı. 

Öğlen provaya gelmişlerdi ama henüz hazırlık aşamasında olduğu için okulun son halini hiç kimse görmemişti. Herkes sıraya girmiş, fotoğraf çekiliyorlardı. 

“Biz de fotoğraf çekilelim hadi gel.” Sarmaşık, Efe’nin kolundan çekiştirerek BİO’21 yazısının önüne götürdü. 

“3…2…1… Çektim.” Fotoğrafçı çocuktan gelen komut ile pozlarını vermişlerdi. İkisi de kocaman sırıtıyorlardı. 

“Kalacak yer ayarladın mı?” sorusu Efe’den gelmişti. 

“Evet, ev kiraladık. Buradaki ev kadar büyük değil ama kimin o kadar büyük bir eve ihtiyacı var ki?”

“Haklısın.”

“Sen ne yaptın?”

“Kampüsteki yurtlardan birinde kalacağım. Bursum bunu karşılıyorken kullanmamak aptallık olurdu.”

“Haklısın.” Dedi Sarmaşık. Birbirlerine o kadar güzel bakıyorlardı ki, uzaktan gören bir insan bile ikisinin birbirlerine birçok güzel şey kattıklarını söyleyebilirdi. 

“BİO’21 mezunları!” Bu anons herkes yerini alsın sesiydi. Öğrenciler ve onları izlemeye gelen değerli insanlar. Çoğu kişinin ebeveyni gelmişti. Sarmaşık’ın ise nenesi ve Can’ı gelmişti. Yeterdi de artardı.

“Sanırım artık yerimize geçmenin zamanı geldi.”

“Hadi gidelim!” dedi Sarmaşık ve Efe’nin elini tuttu.

Öğrenciler için hazırlanan sandalyelere oturmak için tüm öğrenciler sıraya girdi. Herkesin yeri belliydi. Sabah bunun için okula gelmişlerdi. Kırmızı halıda yürüyen öğrenciler artık özgürlerdi. Bundan sonraki hayatlarında yazacakları bir sürü boş sayfaları vardı. Her bir sayfaya yeni deneyimlerini yazacaklardı. Kimisi tek başına yaşamanın zorluğunu, kimisi özgürlüğün verdiği o tatlı zevki yazacaktı.

“Sevgili misafirler, 2021 BİO Koleji mezuniyet törenine hoş geldiniz.” Ve kocaman bir alkış yükseldi.

Önce müdür konuşma yapacaktı ve ardından da Sarmaşık çıkacaktı. Sadece konuşma yapmayacaktı. Aynı zamanda kepleri fırlatmak için o anons edecekti.

Okul müdürünün sıkıcı konuşması bitmiş ve sunucu Sarmaşık çağırmıştı.

“Okul birincisi, Sarmaşık Akal’ı konuşması için kürsüye davet ediyorum.” 

Oturduğu sandalyeden kalktı. Yolu gösteren halının üzerinde emin adımlarla ilerledi. Başı daima olduğu gibi dikti. Son bir adım ile kürsüye ulaştı. Elinde tuttuğu kâğıdı açtı. 

“Herkese iyi akşamlar. Bugün burada sizlere güzel sözler söyleyebilirim. Ama öyle yapmayacağım. Olmadığım bir kişi gibi davranmayacağım. Bugün sizlerle gerçek fikirlerimi paylaşacağım. 

Bunca zaman bir kişi tarafından yönetildim. Bence hepiniz tahmin de ediyorsunuz kim olduğunu. O kişi, şimdi burada değil. Üzerimde kurduğu hakimiyeti sonunda durdurmayı başardım. Şimdi hapiste. O kişi, benim babam…

Merak ettiğinizi biliyorum. Ekrem Akal’ı kim hapse soktu? Türkiye’nin konuştuğu olay buydu. Cevabı söylüyorum. Öz babamı, ben, hapse soktum. Bana yaptıklarına artık dur diyebilecek bir güce geldiğim de onu durdum. 

Yarından itibaren bu okuldan mezun olacak tüm öğrenciler yeni bir sayfaya başlayacaklar. Ben ise polisin babamı götürdüğü anda yeni sayfaya geçtim. 

Ne olursa olsun yeni bir sayfa açmaktan korkmayın. Mutlu olmayı en çok hak eden bizleriz. Bunca yıl bir sınava hazırlanıyoruz. Bir hiç için… Birçoğumuz istediğimiz bölümleri, istediğimiz yerlerde okuyamıyoruz bile. Yaşadığımız stresi kimse fark etmiyor. “Ben de zamanında bu yollardan geçtim.” Cümlesinden başka bir şey duyamıyoruz. 

O yollardan geçmek zorunda değilsiniz. Kendi yolunuzu oluşturabilirsiniz. Bir zamanlar orada da yol yoktu ama birileri oluşturdu. Gelecekte sizler de kendi yolunuzu çizebilirsiniz. Bunu sakın unutmayın.

Dinlediğiniz için teşekkür ederim.” Diyerek konuşmasını bitirdi Sarmaşık. 

Sessizlik hakimiyet bulmuştu. Öğrenciler Sarmaşık’ın dediklerinden etkilenirken, yetişkinler aylardır merak konusu olan Ekrem Bey’in olayına açıklık gelmesine şaşırmışlardı. Kimse böyle bir sonuç beklemiyordu. 

Nenesi gözleri yaşlı bir şekilde ayağa kalktı ve en çok değer verdiği insanı alkışlamaya başladı. Ardından Eylül, Kaan ve Efe ayağa kalkarak alkışlamaya başladılar.

Alkış sesleri yükseliyordu. İnsanlar gerçeğin farkındalardı ama harekete geçmiyorlardı. Çocuklarına uyguladıkları baskıyı biliyorlardı ama geri adım atmıyorlardı. Öğrenciler ise ailelerine baş kaldırmayı seçmiyorlardı. Bir düzen vardı ve kimse bu düzeni bozmuyordu.

Sarmaşık bunu dile getirmişti. Yaşadığınız düzeni siz yaratmadınız. Kurulu bir düzene geldiniz. Bu düzende devam etmekte, bozmakta sizin elinizde.

“Tüm öğrenciler, lütfen ayağa kalkın.” Dedi Sarmaşık. Birçoğu zaten ayaktaydı, geri kalan da kalktı.

“Keplerinizi atabilirsiniz.” Sözü hiç uzatmadı. 

Havada uçuşan kepler aynı hızda yere düştüler. Her biri kafesinden çıkmış kuş gibi rahatça hareket ediyorlardı. “Bundan sonrası benim kararlarım.” Hayatlarının başrol sözü olacaktı.

Kaan birden bağırarak “Hadi millet! PARTİYE!” dedi. 

Tüm öğrenciler deli gibi dans ediyor ve eğleniyorlardı. İçkinin dibini gören birkaç kişi sarhoşluğun nasıl olduğunu öğrenmiş oldular. Öte yandan Sarmaşık bir kenarda Efe ile durmuş sadece konuşuyorlardı. 

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bir gün sonra Sarmaşık’ın, Boston’a uçağı vardı. Bunu biliyorlardı. Yarın sabahtan Eylül ile vakit geçirecekti. “Sabah Eylül’e sözün var biliyorum ama akşama benimle olabilir misin?” dedi Efe.

“Elbette olabilirim.” Dedi Sarmaşık gülümseyerek. Dışarıya, daha sessiz ortama geçtiler.

“Bu tarz eğlenceler bana göre değil sanırım.” Dedi Sarmaşık, gülerek.

“Bana göre olmadığı da kesin.” Diye karşılık verdi Efe. 

Yazın kuru sıcağından çatlayan dudaklarını nemlendirmek için çantasından dudak kremi çıkardı Sarmaşık. Dudaklarına sürdükten sonra kremin kapağını kapatırken Efe, “Sanrım benim de dudak nemlendiricisine ihtiyacım var.” Dedi. Sarmaşık elindeki kremi ona uzatırken Efe, ona doğru gelen eli itti ve Sarmaşık’ı dudağından öptü. Şaşkınlıkla ne yapacağını bilemeyen Sarmaşık, sadece olduğu yerde durdu.

“Şimdi nemlendi işte.” Dedi Efe. Üstüne pişkin pişkin sırıtıyordu. Öte yandan Sarmaşık hâlâ şoku atlatamamış, üstüne de domates gibi kızarmaya başlamıştı. Efe, onun bu hallerine bayılmıştı. O kadar tatlı gözüküyordu ki sarılmadan duramadı. “Sarmaşık o kadar tatlısın ki seni sevmeden duramıyorum.” Dedi.

Böyle sözler duymaya alışık olmayan kız ne yapacağını ne diyeceğini bilmiyordu. Daha da utanarak yüzünü Efe’nin göğsüne gömdü. Sonrasında cümlelerine devam etti. “ Seni her halinle seviyorum. O kadar çok seviyorum ki, bu kadar kısa zamanda böylesine duygular yaşayabileceğimi bilmiyordum. Bendeki duyguları sen ortaya çıkardın. Sen olmasaydın böyle biri olamazdım. İstersen sonsuza kadar yüzünü saklayabilirsin ama ben sonsuza kadar seni sevdiğimi dile getirmekten vazgeçmeyeceğim.” Dedi.

Bu sözler için o kadar minnettardı ki bunu nasıl göstereceğini bilmiyordu. Elbette zamanla hissettiği duyguları göstermesini öğrenecekti. Kafasını gömüğü yerden kaldırdı ve “Ben de sen seviyorum.” Dedi.

Belki de onlar için günün en güzel zamanıydı. Birbirlerine sarılıp dakikalarca dışarda, ayakta durdular. Bu da onların aşk diliydi. 

Eylül ile geçirdiği vakit o kadar iyi gelmişti ki, ayrılacak olmaları onu ağlatmıştı. Sarmaşık’ın ağladığını gören Eylül de ağlamaya başlamıştı. Her ayrılık zor olduğu gibi onların ayrılığı da zor olmuştu. Kendi evine yürürken bile aklına yaşadıkları anı geliyor ve ağlamaya başlıyordu. 

Efe ile güneş battıktan sonra buluşacaklardı. Ona bir sürprizi olduğunu söylemişti. Bunu duyduğu dakikadan itibaren aşırı heyecanlıydı. Dakikaları sayıyordu. En nefret ettiği saat sesi artık onu mutlu ediyordu. Günün sonunda sevdiği insan ile buluşacak olmanın verdiği duygu paha biçilemezdi. 

Beklenen vakit gelmiş, evden çıkmak için hazırdı Sarmaşık. Efe, ona Ağaç’ın oraya gelmesini istemişti. Sarmaşık daha da heyecanlandı. Güneş batsa bile hâlâ hava aydınlıktı. Ormanın içinden geçmesi sıkıntı olmazdı.

Ormanın içinde ışık olmadan yürümek büyük bir sıkıntıydı. Az önce içinden geçirdiği sözler tamamen yalandı. Tam telefonu ile Efe’yi arayacak iken önündeki ağacın üzerinde bulunan ışık yandı. Daha önce burada böyle bir şey yoktu. Sonra başka bir ağacın ışığı yandı. Ağaçlar ona yol gösteriyordu. O kadar güzeldi ki, Efe’ye tekrardan hayran kaldı. 

Ağaçların gösterdiği orman yolundan ilerledikten sonra en sonunda Ağaç’ın olduğu tepeye varabilmişti.  Bu sefer ışıklara dümdüz bir yol çizilmiş, yolun sonunda ise Efe, Ağaç’ın altında oturmuş bekliyordu.

Bu manzara karşısında gözleri dolmuştu Sarmaşık’ın. Efe’nin yanına geldiğinde ise gözyaşları birer birer akmaya başlamıştı. “Sen ağla diye yapmadım ben bunları.” Dedi Efe.

“Biliyorum, sadece çok mutlu oldum.” Diye karşılık verdi Sarmaşık.

“Hadi gel, oturalım. Çok güzel şeyler hazırladım.”

“Bunları sen mi pişirdin?” dedi Sarmaşık şaşırarak. O kadar çok şey vardı ki, bunları Efe’nin hazırlamış olmasına imkan vermedi.

“Keşke ben hazırlasaydım ama annem pişirdi.” Dedi küçük suçlu çocuk edasıyla. “Ben sadece sepete koydum. O da bir hazırlık sayılır.”

“Tabi tabi.” Dedi Sarmaşık gülerek.

İlk defa buraya geldiklerinde Sarmaşık’ın zamanı yoktu. Eve acil bir şekilde geri dönmüştü. Halbuki o kadar güzel vakit geçiriyorlardı ki bitmesini istememişti. Devamını getiriyorlardı bugün. Baş başa. 

Piknik örtüsünün üzerine uzanıp yıldızlara bakmaya başladılar. Önce Efe çocukluk anılarından bahsetti, sonra da Sarmaşık. Yeri geldi hüzünlendiler yeri geldi kahkaha atarak güldüler. Sonra birden hayallerinden bahsetmeye başladılar. “Ben, iki çocuk istiyorum. Tek çocuk olunca yalnız kalıyorsun.” Dedi Efe.

“Ben de. Her ne kadar tek büyümesem de hiçbir zaman kardeş duygusunu sonuna kadar yaşayamadım. Gelecekte çocuğum olursa iki tane olmasını isterim. Tabi bunu hayatımı devam ettireceğim kişiye de sormam lazım.” Demişti. Son kurduğu cümleyi sadece Efe’nin tepkisini merak ettiği için kurmuştu. 

“Dedim ya ben de iki çocuk istiyorum işte.” Dedi Efe.

“Sence de çok hızlı gitmiyor muyuz?” Dedi Sarmaşık gülerek.

Efe kafasını solunda uzanan Sarmaşık’a çevirdi. “Hayır.” Dedi gülümseyerek. Sarmaşık da yüzünü Efe’ye döndürdü. “Bizim hayallerimiz hiç bitmesin.” Dedi gözlerinin içine bakarak. Aynı şekilde karşılık verdi Efe. “Bitmeyecek…”